16. CÜZ 4. HİZİP


20-) TÂHÂ SÛRESİ طه Aynı anda dinleyip takip edebilirsinizTIKLA
سْمِ اللَّهِ الرَّحْمَٰنِ الرَّحِيمِ BismillahirRahmânirRahiym
وَإِنِّي لَغَفَّارٌ لِمَنْ تَابَ وَآمَنَ وَعَمِلَ صَالِحًا ثُمَّ اهْتَدَىٰ
82-) Ve inniy le Ğaffarun limen tabe ve amene ve amile salihan sümmehteda;
82-) Muhakkak ki ben, tövbe eden (hakikatine yakışmayan davranışlarını fark edip pişmanlıkla dönen), iman eden ve imanın gereklerini uygulayan, sonra da doğru yolu bulan kimseye elbette Ğaffar`ım.
وَمَا أَعْجَلَكَ عَنْ قَوْمِكَ يَا مُوسَىٰ
83-) Ve ma a`celeke an kavmike ya Musa;
83-) “Seni halkından acele ile uzaklaştıran nedir, yâ Musa?”
قَالَ هُمْ أُولَاءِ عَلَىٰ أَثَرِي وَعَجِلْتُ إِلَيْكَ رَبِّ لِتَرْضَىٰ
84-) Kale hüm ülai alâ eseriy ve aciltü ileyke Rabbi literda;
84-) (Musa) dedi ki: “Rabbim, acelemin sebebi rızanı kazanmaktır. Onlar benim izimdeler… “
قَالَ فَإِنَّا قَدْ فَتَنَّا قَوْمَكَ مِنْ بَعْدِكَ وَأَضَلَّهُمُ السَّامِرِيُّ
85-) Kale feinna kad fetenna kavmeke min ba`dike ve edallehümüs Samiriyy;
85-) (Rabbi) dedi ki: “Doğrusu biz senden sonra kavmini, anlayış seviyelerini görsünler diye denedik… Onları Samirî (Firavun sarayından kaçıp aralarına katılan Mısırlı istidraç sahibi birisi) saptırdı!”
فَرَجَعَ مُوسَىٰ إِلَىٰ قَوْمِهِ غَضْبَانَ أَسِفًا ۚ قَالَ يَا قَوْمِ أَلَمْ يَعِدْكُمْ رَبُّكُمْ وَعْدًا حَسَنًا ۚ أَفَطَالَ عَلَيْكُمُ الْعَهْدُ أَمْ أَرَدْتُمْ أَنْ يَحِلَّ عَلَيْكُمْ غَضَبٌ مِنْ رَبِّكُمْ فَأَخْلَفْتُمْ مَوْعِدِي
86-) Feracea Musa ila kavmihi ğadbane esifa* kale ya kavmi elem ye`ıdküm Rabbüküm va`den hasena* efetale aleykümül ahdü em eradtüm en yehılle aleyküm ğadabün min Rabbiküm feahleftüm mev`ıdiy;
86-) Musa, kızgın ve üzgün olarak kavmine döndü… Dedi ki: “Ey halkım… Rabbiniz size güzel bir vaatte bulunmamış mıydı? Bu söz süreci size uzun mu geldi? Yoksa Rabbinizin gazabının üzerinizde açığa çıkmasını dilediniz de bu yüzden mi sözünüzü tutmadınız?”
قَالُوا مَا أَخْلَفْنَا مَوْعِدَكَ بِمَلْكِنَا وَلَٰكِنَّا حُمِّلْنَا أَوْزَارًا مِنْ زِينَةِ الْقَوْمِ فَقَذَفْنَاهَا فَكَذَٰلِكَ أَلْقَى السَّامِرِيُّ
87-) Kalu ma ahlefna mev`ıdeke Bi melkina ve lakinna hümmilna evzaren min ziynetil kavmi fekazefnaha fekezâlike elkas Samiriyy;
87-) Dediler ki: “Biz kasıtlı olarak sana muhalefet etmedik… Fakat biz halkımızın zinetinden ağırlıklar yüklenmiştik de onları kaldırıp (Samirî`nin ateşine) attık… Samirî de işte böylece atmıştı (biz onu taklit ettik).”
فَأَخْرَجَ لَهُمْ عِجْلًا جَسَدًا لَهُ خُوَارٌ فَقَالُوا هَٰذَا إِلَٰهُكُمْ وَإِلَٰهُ مُوسَىٰ فَنَسِيَ
88-) Feahrece lehüm `ıclen ceseden lehu huvarün fekalu hazâ ilâhuküm ve ilâhu Musa fenesiy;
88-) (Samirî) onlar için böğürebilen bir buzağı heykeli oluşturdu… Bunun üzerine dediler ki: “İşte bu hem sizin tanrınız ve hem de Musa`nın tanrısıdır; fakat Musa unuttu!”
أَفَلَا يَرَوْنَ أَلَّا يَرْجِعُ إِلَيْهِمْ قَوْلًا وَلَا يَمْلِكُ لَهُمْ ضَرًّا وَلَا نَفْعًا
89-) Efela yeravne ella yerci`u ileyhim kavlen ve lâ yemlikü lehüm darren ve lâ nef`a;
89-) Görmüyorlar mı ki o (buzağı) onların hitabına cevap vermez, onlara ne bir zarar ne de yarar sağlar!
وَلَقَدْ قَالَ لَهُمْ هَارُونُ مِنْ قَبْلُ يَا قَوْمِ إِنَّمَا فُتِنْتُمْ بِهِ ۖ وَإِنَّ رَبَّكُمُ الرَّحْمَٰنُ فَاتَّبِعُونِي وَأَطِيعُوا أَمْرِي
90-) Ve lekad kale lehüm Harunu min kablü ya kavmi innema fütintüm Bih* ve inne RabbekümürRahmânu fettebi`uniy ve etıy`u emriy;
90-) Andolsun ki, daha önce Harun onlara şöyle dedi: “Ey halkım… Siz onunla sadece sınandınız… Muhakkak ki sizin Rabbiniz Rahmân`dır… Öyle ise bana tâbi olun ve emrime itaat edin!”
قَالُوا لَنْ نَبْرَحَ عَلَيْهِ عَاكِفِينَ حَتَّىٰ يَرْجِعَ إِلَيْنَا مُوسَىٰ
91-) Kalu len nebraha aleyhi akifiyne hatta yerci`a ileyna Musa;
91-) Dediler ki: “Musa bize geri dönene kadar, ona (buzağıya) tapınıp durmaya devam edeceğiz.”
قَالَ يَا هَارُونُ مَا مَنَعَكَ إِذْ رَأَيْتَهُمْ ضَلُّوا
92-) Kale ya Harunu ma meneake iz raeytehüm dallu;
92-) (Musa) dedi: “Ey Harun! Bunların sapıttığını gördüğünde niye onları engellemedin?”
أَلَّا تَتَّبِعَنِ ۖ أَفَعَصَيْتَ أَمْرِي
93-) Ella tettebi`an* efe`asayte emriy;
93-) “Bana tâbi olarak (onlara doğruyu göstermedin)? Emrime isyan mı ettin?”
قَالَ يَا ابْنَ أُمَّ لَا تَأْخُذْ بِلِحْيَتِي وَلَا بِرَأْسِي ۖ إِنِّي خَشِيتُ أَنْ تَقُولَ فَرَّقْتَ بَيْنَ بَنِي إِسْرَائِيلَ وَلَمْ تَرْقُبْ قَوْلِي
94-) Kale yebneümme lâ te`hüz Bi lıhyetiy ve lâ Bi re`siy* inniy haşiytü en tekule ferrakte beyne beniy israiyle ve lem terkub kavliy;
94-) (Harun) dedi ki: “Ey anamın oğlu! Saçıma, sakalıma yapışıp durma! Muhakkak ki ben: `İsrailoğulları arasında ayrılık çıkardın, sözümü tutmadın` demenden korktum.”
قَالَ فَمَا خَطْبُكَ يَا سَامِرِيُّ
95-) Kale fema hatbüke ya Samiriyy;
95-) (Musa) dedi ki: “Senin amacın nedir, yâ Samirî?”
قَالَ بَصُرْتُ بِمَا لَمْ يَبْصُرُوا بِهِ فَقَبَضْتُ قَبْضَةً مِنْ أَثَرِ الرَّسُولِ فَنَبَذْتُهَا وَكَذَٰلِكَ سَوَّلَتْ لِي نَفْسِي
96-) Kale besurtu Bi ma lem yebsuru Bihi fekabadtu kabdaten min eserir Rasûli fenebeztüha ve kezâlike sevvelet liy nefsiy;
96-) (Samirî) dedi ki: “Onların algılayamadıklarını ben fark ettim! Rasûlün eserinden (bildirdiği B sırrı kuvvesini kullanarak) birazcık aldım da onu (altınların eridiği karışıma) attım… İşte böylece nefsim, (hakikatimden gelen kuvveyi) açığa çıkarmaya teşvik etti.”
قَالَ فَاذْهَبْ فَإِنَّ لَكَ فِي الْحَيَاةِ أَنْ تَقُولَ لَا مِسَاسَ ۖ وَإِنَّ لَكَ مَوْعِدًا لَنْ تُخْلَفَهُ ۖ وَانْظُرْ إِلَىٰ إِلَٰهِكَ الَّذِي ظَلْتَ عَلَيْهِ عَاكِفًا ۖ لَنُحَرِّقَنَّهُ ثُمَّ لَنَنْسِفَنَّهُ فِي الْيَمِّ نَسْفًا
97-) Kale fezheb feinne leke fiyl hayati en tekule lâ misas* ve inne leke mev`ıden len tuhlefeh* venzur ila ilâhikelleziy zalte aleyhi akifa* le nuharrikannehu sümme lenensifennehu fiyl yemmi nesfa;
97-) (Musa) dedi ki: “Git! Muhakkak ki hayatın boyunca insanları `bana dokunmayın` diyerek yanına yaklaştırmamalısın… Ayrıca senin için, kendisine asla karşı çıkamayacağın kesin bir son var… Tapınıp durduğun tanrına bir bak! Kesinlikle onu yakacağız, sonra onu un ufak edip, denize savuracağız.”
إِنَّمَا إِلَٰهُكُمُ اللَّهُ الَّذِي لَا إِلَٰهَ إِلَّا هُوَ ۚ وَسِعَ كُلَّ شَيْءٍ عِلْمًا
98-) İnnema ilâhukümullâhulleziy lâ ilâhe illâ HU* vesi`a külle şey`in ılma;
98-) Ulûhiyet sahibiniz sadece Allâh`tır… Tanrı yoktur sadece “HÛ”! İlmiyle her şeyi (her yönden) kuşatandır!
كَذَٰلِكَ نَقُصُّ عَلَيْكَ مِنْ أَنْبَاءِ مَا قَدْ سَبَقَ ۚ وَقَدْ آتَيْنَاكَ مِنْ لَدُنَّا ذِكْرًا
99-) Kezâlike nekussu aleyke min enbai ma kad sebeka ve kad ateynake min ledünna zikra;
99-) İşte böylece öne geçmiş olanların haberlerinden bazısını sana hikâye ediyoruz… Gerçek ki, sana ledünnümüzden bir zikir (hatırlatıcı) verdik.
مَنْ أَعْرَضَ عَنْهُ فَإِنَّهُ يَحْمِلُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وِزْرًا
100-) Men a`reda anhü feinnehu yahmilu yevmel kıyameti vizra;
100-) Kim Ondan (hatırlatılan hakikatten) yüz çevirirse, muhakkak ki o kıyamet sürecinde ağır bir suç yüklenecektir!
خَالِدِينَ فِيهِ ۖ وَسَاءَ لَهُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ حِمْلًا
101-) Halidine fiyh* ve sae lehüm yevmel kıyameti hımla;
101-) O suçlarının sonucunu yaşamaları sonsuza dektir! Kıyamet süreci o (suç), onlar için ne kötü bir yüktür!
يَوْمَ يُنْفَخُ فِي الصُّورِ ۚ وَنَحْشُرُ الْمُجْرِمِينَ يَوْمَئِذٍ زُرْقًا
102-) Yevme yünfehu fiysSuri ve nahşurul mücrimiyne yevmeizin zurka;
102-) O süreçte Sur`a nefholunur! O gün suçluları gözleri dönmüş bir hâlde haşrederiz.
يَتَخَافَتُونَ بَيْنَهُمْ إِنْ لَبِثْتُمْ إِلَّا عَشْرًا
103-) Yetehafetune beynehüm in lebistüm illâ `aşra;
103-) Kendi aralarında şöyle fısıldaşırlar: “(Dünya`da) sadece on (saat) kaldınız.”
نَحْنُ أَعْلَمُ بِمَا يَقُولُونَ إِذْ يَقُولُ أَمْثَلُهُمْ طَرِيقَةً إِنْ لَبِثْتُمْ إِلَّا يَوْمًا
104-) Nahnu a`lemu Bima yekulune iz yekulu emselühüm tariykaten in lebistüm illâ yevma;
104-) Onların ne dediklerini biz (hakikatleri olarak) daha iyi biliriz; en çok bileni “Sadece bir gün kaldınız” dediğinde.
وَيَسْأَلُونَكَ عَنِ الْجِبَالِ فَقُلْ يَنْسِفُهَا رَبِّي نَسْفًا
105-) Ve yes`eluneke anil cibali fekul yensifüha Rabbiy nesfa;
105-) Sana dağlardan sorarlar… De ki: “Rabbim onları ufalayıp savuracak.”
فَيَذَرُهَا قَاعًا صَفْصَفًا
106-) Feyezeruha ka`an safsafâ;
106-) “Onların yerlerini boş, dümdüz hâlde bırakır.”
لَا تَرَىٰ فِيهَا عِوَجًا وَلَا أَمْتًا
107-) Lâ tera fiyha `ıvecen ve lâ emta;
107-) “Orada ne çukur ne de tümsek görmezsin.”
يَوْمَئِذٍ يَتَّبِعُونَ الدَّاعِيَ لَا عِوَجَ لَهُ ۖ وَخَشَعَتِ الْأَصْوَاتُ لِلرَّحْمَٰنِ فَلَا تَسْمَعُ إِلَّا هَمْسًا
108-) Yevmeizin yettebiuned daıye lâ `ıvece lehu, ve haşeatil asvatu lirRahmâni fela tesme`u illâ hemsa;
108-) O süreçte zorunlu uyulacak davetçiye tâbi olurlar… Rahmân korkusuyla sesler kesilir… Derinden gelen iniltiden başka bir şey işitmezsin.
يَوْمَئِذٍ لَا تَنْفَعُ الشَّفَاعَةُ إِلَّا مَنْ أَذِنَ لَهُ الرَّحْمَٰنُ وَرَضِيَ لَهُ قَوْلًا
109-) Yevmeizin lâ tenfeuş şefa`atü illâ men ezine lehür Rahmânu ve radıye lehu kavla;
109-) O gün şefaat fayda vermez… Sadece Rahmân`ın izin verdiği ve sözüne (illâ Allâh diyen) razı olduğu kimse müstesna!
َيَعْلَمُ مَا بَيْنَ أَيْدِيهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ وَلَا يُحِيطُونَ بِهِ عِلْمًا
110-) Ya`lemu ma beyne eydiyhim ve ma halfehüm ve lâ yuhıytune Bihi ılma;
110-) Onların önlerindekini de, arkalarındakini de (geçmiş ve geleceklerini) bilir… O`nun ilmini ihâta edemezler.
وَعَنَتِ الْوُجُوهُ لِلْحَيِّ الْقَيُّومِ ۖ وَقَدْ خَابَ مَنْ حَمَلَ ظُلْمًا
111-) Ve `anetilvucuhu lil HayyilKayyûm* ve kad habe men hamele zulma;
111-) Vechler (yüzler), Hayy ve Kayyum`a zillet ile boyun eğmiştir… Bir zulüm yüklenen (halife oluşunu fark edemeden vefat eden) kimse hakikaten kaybetmiştir.
وَمَنْ يَعْمَلْ مِنَ الصَّالِحَاتِ وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَلَا يَخَافُ ظُلْمًا وَلَا هَضْمًا
112-) Ve men ya`mel mines salihati ve huve mu`minün fela yehafü zulmen ve lâ hadmâ;
112-) Kim imanlı olarak doğru fiiller ortaya koyarsa, o, bir haksızlığa uğramaktan ve hakkının çiğnenmesinden korkmaz.
وَكَذَٰلِكَ أَنْزَلْنَاهُ قُرْآنًا عَرَبِيًّا وَصَرَّفْنَا فِيهِ مِنَ الْوَعِيدِ لَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ أَوْ يُحْدِثُ لَهُمْ ذِكْرًا
113-) Ve kezâlike enzelnahu Kurânen Arabiyyen ve sarrefna fiyhi minel va`ıydi leallehüm yettekune ev yuhdisü lehüm zikra;113-) İşte böylece O`nu Arapça bir Kur`ân olarak inzâl ettik; Onun içinde tehditkâr haberleri, sonları, türlü türlü açıkladık… Umulur ki korunurlar (arınırlar) yahut (Kur`ân) onlara bir öğüt olur.
فَتَعَالَى اللَّهُ الْمَلِكُ الْحَقُّ ۗ وَلَا تَعْجَلْ بِالْقُرْآنِ مِنْ قَبْلِ أَنْ يُقْضَىٰ إِلَيْكَ وَحْيُهُ ۖ وَقُلْ رَبِّ زِدْنِي عِلْمًا
114-) Fete`âllellahul Melikül Hakk* ve lâ ta`cel Bil Kur`âni min kabli en yukda ileyke vahyuhu ve kul Rabbi zidniy `ılma;
114-) Melik ve Hak olan Allâh ne yücedir! O`nun vahyi sana bitmeden önce Kurân`ı (tekrara) acele etme ve: “Rabbim ilmimi arttır” de.
وَلَقَدْ عَهِدْنَا إِلَىٰ آدَمَ مِنْ قَبْلُ فَنَسِيَ وَلَمْ نَجِدْ لَهُ عَزْمًا
115-) Ve lekad ahıdna ila Ademe min kablü fenesiye ve lem necid lehu `azma;
115-) Bundan önce Âdem`i bilgilendirmiştik… (Fakat) O unuttu… Onu (uyarıyı uygulamada) azîmli bulmadık.
وَإِذْ قُلْنَا لِلْمَلَائِكَةِ اسْجُدُوا لِآدَمَ فَسَجَدُوا إِلَّا إِبْلِيسَ أَبَىٰ
116-) Ve iz kulna lil Melaiketiscüdu liAdeme fesecedu illâ ibliys* eba;
116-) Hani biz meleklere (arz kuvvelerine) “Secde edin Âdem`e (şuur varlığa)” demiştik de, İblis hariç, (hepsi) hemen secde ettiler… (İblis) kaçınmıştı!
فَقُلْنَا يَا آدَمُ إِنَّ هَٰذَا عَدُوٌّ لَكَ وَلِزَوْجِكَ فَلَا يُخْرِجَنَّكُمَا مِنَ الْجَنَّةِ فَتَشْقَىٰ
117-) Fekulna ya Ademu inne hazâ adüvvün leke ve li zevcike fela yuhricenneküma minel cenneti fe teşka;
117-) Dedik ki: “Ey Âdem, kesinlikle şu (iblis, vehmini tahrik eden kendini beden kabul etme fikri) senin ve eşin (bedenin) için bir düşmandır! Sakın sizi (kendinizi şuur {melekî yapı – kuvve} olarak yaşadığınız) cennetten (bedenselliğe – bilinç yaşamı boyutuna) çıkarmasın; sonra şakî (kendini beden sınırlamasının mutsuzluğu içinde bulan ve bunun sonuçlarını yaşayarak yanan) olursun!”
Not: Burada anlatılmak istenen, müşahedemizdekine göre özetle şudur: Âdem ismiyle işaret edilen, yokken, Allâh Esmâ`sının ihtiva ettiği ruh {mânâlar bütünü} üflenerek, bir “şuur varlık” hâlinde beyinde yani madde bedenden açığa çıkarılmıştır. Beyin bu açığa çıkarılışı kabul edecek şekilde `tesviye` edildikten sonra, açığa çıkan bu El Esmâ ruhu – data olan şuur varlık, melekî bir yapı – boyut olarak cinsiyetsizdir. Ne var ki beyinin oluşum sürecinde karındaki ikinci beyin denen nöronlar topluluğunun ve diğer organların yolladığı verilerin beyinde oluşturduğu “ben bu bedenim” düşüncesi, iblis tarafından da kullanılarak, Âdem`i, kendini beden kabul noktasına düşürmüştür. “İblis” diye tanımlanan cin türünün, {göze göre görünmez} ışınsal bedenli varlığın, beyine yolladığı impulse ile tahrik ettiği kendini beden olarak kabullenme fikriyle, şuurun hakikati örtülmüş; kendisini, eşi diye tanımlanmış olan beden kabulü noktasına indirmiştir. Beyin, yapısı itibarıyla, veri tabanını oluşturan genetik bilgiler, şartlanmalar, değer yargıları ve bunun getirisi duygular ile çeşitli fikirler doğrultusunda açığa çıkan bilincin, akıl kuvvesini değerlendirmesiyle kendi DÜNYASI İÇİNDE YAŞAR! Bilincin yani oluşmuş benliğin, şuur boyutunu oluşturan Allâh Esmâ`sına “İman” etmesi ve “orijin BEN”deki özelliklerle yaşayarak farkında olmadığı meleki denen kuvvelere ermesi istenir. Ona bu hatırlatılmak üzere BİLGİ {KİTAP} yollanır! İşin doğrusunun bu olduğu “hatırlatılmaktadır”. Şuur ise bu bağlardan öte, hakikati Allâh ilmine uzanan melekî kuvve – nûrdur. Şuur, kalp veya daha deriniyle hakikati aksettirmesi itibarıyla “fuad” (Esmâ mânâ özelliklerini beyine yansıtıcılar – kalp nöronları) diye anlatılır. Fuad adıyla işaret edilen hakikati kavrama özelliği ana rahminde 120. günde ya beyne aksettirilir o takdirde kişi “saîd” olarak nitelendirilir; ya da aksettirilemez ve beyinde bu açılım olmaz, bu defa da o kişi “şakî” diye tanımlanır. Bundan sonra o nöronların işlevi kopyalandığı beyinden devam eder. “Ayna nöronlar” konusunun bir kapsamı da bu olaydır tespitimize göre! Şuurun, eşi olarak kendisine geçici süre verilmiş olan beden ise, kâh maddeden meydana gelmesi itibarıyla “arzın dabbesi”, kâh bedendeki hayvanlarla ortak özellikler dolayısıyla “en`am”, kâh da şuurun melekî vasfını sınırlaması veya örtmesi fikrini beyinde tetiklemesi itibarıyla “şeytan” diye tanımlanmıştır. “İnsan” diye tanımlanmış “şuur”, kendi orijin yapısını, bedende gözünü açması dolayısıyla da unutmuş, `hatırlamaz` olduğu için “zikir – hatırlatıcı” gönderilmiştir. Kur`ân bilgisi, “zikir” yani “hatırlatıcı”dır. İnsana hakikatini hatırlatmak içindir. Beyin – beden kabulünün getirisi sınırlı – kayıtlı cehennemî bedensel yaşam; şuur boyutundaki melekî boyuttaki seyir ise cennet yaşamı olarak tanımlanmaktadır. Bütün bu olaylar ve cennet – cehennem tasvirleri bir kısım âyetlerde vurgulandığı üzere, tamamıyla misal yollu benzetme ve işaret yollu anlatımdır. Cennet şuur yaşamı ve şuurdan, El Esmâ özelliklerinin açığa çıktığı bir yaşam olduğu içindir ki; biyolojik – hayvansı beden var olmadığı ve dahi söz konusu olmadığı içindir ki; buna dair oluşlar da o boyutta yer almaz. Onun için cennetin gerçekte, çok algı dışı bir yaşam boyutu olduğuna işaret edilmiştir. Konunun detayları ayrı bir kitap mevzuudur. Ancak Kurân`daki işaretlerin yerli yerinde değerlendirilip anlaşılması için bu kadar bir özet anlayışımızı buraya eklemeyi uygun gördüm. Eksik veya yanlış müşahedem oluşmuşsa bağışlanma dilerim. Hakikatini bilen Allâh`tır. A.H.)

إِنَّ لَكَ أَلَّا تَجُوعَ فِيهَا وَلَا تَعْرَىٰ
118-) İnne leke ella tecû`a fiyha ve lâ ta`râ;
118-) “Oysa senin için onda (biyolojik – hayvansı – madde beden olmadığı için) ne acıkma (hissi) var ne de çıplak kalma!”
وَأَنَّكَ لَا تَظْمَأُ فِيهَا وَلَا تَضْحَىٰ
119-) Ve enneke lâ tazmeü fiyha ve lâ tadhâ;
119-) “Kesinlikle sen onda (yeni madde – biyolojik bedensiz yaratılışın dolayısıyla) ne susarsın ne de güneşten yanarsın!”
فَوَسْوَسَ إِلَيْهِ الشَّيْطَانُ قَالَ يَا آدَمُ هَلْ أَدُلُّكَ عَلَىٰ شَجَرَةِ الْخُلْدِ وَمُلْكٍ لَا يَبْلَىٰ
120-) Fevesvese ileyhişşeytanu kale ya Ademu hel edüllüke alâ şeceretil huldi ve mülkin lâ yebla;
120-) (Sonunda) Şeytan ona vesvese verip: “Ey Âdem, sana ölümsüzlük ağacını ve eskiyip yok olmaz mülkü bildireyim mi?” dedi.
فَأَكَلَا مِنْهَا فَبَدَتْ لَهُمَا سَوْآتُهُمَا وَطَفِقَا يَخْصِفَانِ عَلَيْهِمَا مِنْ وَرَقِ الْجَنَّةِ ۚ وَعَصَىٰ آدَمُ رَبَّهُ فَغَوَىٰ
121-) Feekela minha febedet lehüma sev`atühüma ve tafika yahsıfani aleyhima min varakıl cenneti, ve `asa Ademu Rabbehu feğavâ;
121-) İkisi de (şuur ve bilinç {beden}) ondan (ağacın, bedenselliğin meyvesinden) yediler! SEVAT`ları (bedenleri) hissedilir oldu da Cennet yaprağından (bedensellik duygusunu bilinçteki hissedişleriyle) örtmeye çalıştılar! Âdem, Rabbine âsi oldu da yaşayışı bozuldu.
ثُمَّ اجْتَبَاهُ رَبُّهُ فَتَابَ عَلَيْهِ وَهَدَىٰ
122-) Sümmectebahu Rabbuhu fetabe aleyhi ve heda;
122-) Sonra Rabbi Onu seçti, arındırdı, Onun tövbesini gerçekleştirdi ve hakikatine erdirdi!
قَالَ اهْبِطَا مِنْهَا جَمِيعًا ۖ بَعْضُكُمْ لِبَعْضٍ عَدُوٌّ ۖ فَإِمَّا يَأْتِيَنَّكُمْ مِنِّي هُدًى فَمَنِ اتَّبَعَ هُدَايَ فَلَا يَضِلُّ وَلَا يَشْقَىٰ
123-) Kalehbita minha cemiy`an ba`duküm liba`din adüvv* feimma ye`tiyenneküm minniy hüden femenittebe`a hüdaye fela yedıllu ve lâ yeşka;
123-) (Rabbi) dedi ki: “Birlikte (şuur ve daha sonra terk edilecek beden eşi) inin aşağı ondan! Bir kısmınız bir kısmınıza düşman olarak! Benden size bir Hüda (hakikatinizi hatırlatıcı) geldiğinde, kim benim Hüdama (hatırlattığım hakikatine) tâbi olur ise, işte o sapmaz ve şakî olmaz!”
وَمَنْ أَعْرَضَ عَنْ ذِكْرِي فَإِنَّ لَهُ مَعِيشَةً ضَنْكًا وَنَحْشُرُهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ أَعْمَىٰ
124-) Ve men a`reda an zikrİY feinne lehu me`ıyşeten danken ve nahşuruhu yevmel kıyameti a`ma;
124-) “Kim zikrimden (hatırlattığım hakikatinden) yüz çevirir ise, muhakkak ki onun için (beden – bilinç kayıtlarıyla) çok sınırlı yaşam alanı vardır ve onu kıyamet sürecinde kör olarak haşrederiz.”
قَالَ رَبِّ لِمَ حَشَرْتَنِي أَعْمَىٰ وَقَدْ كُنْتُ بَصِيرًا
125-) Kale Rabbi lime haşerteniy a`ma ve kad küntü basıyra;
125-) (O vakit) dedi ki: “Rabbim, niçin beni kör olarak haşrettin, (dünyadayken) gözlerim görüyordu?”
قَالَ كَذَٰلِكَ أَتَتْكَ آيَاتُنَا فَنَسِيتَهَا ۖ وَكَذَٰلِكَ الْيَوْمَ تُنْسَىٰ
126-) Kale kezâlike etetke ayatuna fenesiyteha* ve kezâlikel yevme tünsa;
126-) (Rabbi) dedi ki: “İşte böyle… Delillerimiz sana geldi de sen onları (değerlendirmeyi) unuttun. Bunun sonucu olarak bu süreçte unutulursun (mahrum kalırsın unutup hatırlamadıklarından)!”
وَكَذَٰلِكَ نَجْزِي مَنْ أَسْرَفَ وَلَمْ يُؤْمِنْ بِآيَاتِ رَبِّهِ ۚ وَلَعَذَابُ الْآخِرَةِ أَشَدُّ وَأَبْقَىٰ
127-) Ve kezâlike necziy men esrefe ve lem yu`min Bi âyâti Rabbih* ve le azâbül ahireti eşeddü ve ebka;
127-) (Halifelik istidadını açığa çıkarıcı ömrünü) israf etmiş ve Rabbinin hakikatindeki delillerine iman etmemiş kimse, sonuçlarını böylece yaşar! Gelecek azabı ise daha şiddetli ve daha kalıcıdır.
أَفَلَمْ يَهْدِ لَهُمْ كَمْ أَهْلَكْنَا قَبْلَهُمْ مِنَ الْقُرُونِ يَمْشُونَ فِي مَسَاكِنِهِمْ ۗ إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَآيَاتٍ لِأُولِي النُّهَىٰ
128-) Efelem yehdi lehüm kem ehlekna kablehüm minel kuruni yemşune fiy mesakinihim* inne fiy zâlike le âyâtin liülinNüha;
128-) Helâk olmuş nice toplumun meskenleri üzerinde dolaştıkları hâlde, bu onlara gerçeği göstermedi mi? Muhakkak ki bunda ibret alacak kadar aklı olanlara nice delil vardır.
وَلَوْلَا كَلِمَةٌ سَبَقَتْ مِنْ رَبِّكَ لَكَانَ لِزَامًا وَأَجَلٌ مُسَمًّى
129-) Ve levla kelimetün sebekat min Rabbike le kâne lizamen ve ecelün müsemma;
129-) Eğer Rabbinden, önceden verilmiş bir hüküm ve tayin edilmiş bir ömür olmasaydı, azap (vefat derhâl) kaçınılmaz olurdu!

فَاصْبِرْ عَلَىٰ مَا يَقُولُونَ وَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ قَبْلَ طُلُوعِ الشَّمْسِ وَقَبْلَ غُرُوبِهَا ۖ وَمِنْ آنَاءِ اللَّيْلِ فَسَبِّحْ وَأَطْرَافَ النَّهَارِ لَعَلَّكَ تَرْضَىٰ

130-) Fasbir alâ ma yekulune ve sebbıh Bi Hamdi Rabbike kable tulu`ışŞemsi ve kable ğurubiha* ve min anailleyli fesebbih ve atrafen nehari lealleke terda;
130-) Onların dediklerine sabret… Güneş`in doğuşundan önce de, batışından önce de Rabbinin Hamdi olarak (sende Hamd`i açığa çıkaranı hissederek) tespih et! Gecenin bir kısmında (yatsı) ve gündüzün ortasında (öğle) da tespih et (hakikatinin yaşanması işlevini açığa çıkararak) ki; rıza (seyir) hâlini yaşayasın.
وَلَا تَمُدَّنَّ عَيْنَيْكَ إِلَىٰ مَا مَتَّعْنَا بِهِ أَزْوَاجًا مِنْهُمْ زَهْرَةَ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا لِنَفْتِنَهُمْ فِيهِ ۚ وَرِزْقُ رَبِّكَ خَيْرٌ وَأَبْقَىٰ
131-) Ve lâ temüddenne ayneyke ila ma metta`na Bihi ezvacen minhüm zehretel hayatid dünya lineftinehüm fiyh* ve rizku Rabbike hayrun ve ebka;
131-) Sakın gözlerini kaydırma, onlardan bir kısmına, kendilerini sınamak için dünya hayatının süsü olarak (verilmiş) geçici fâni zenginliğe! Rabbinin rızkı daha hayırlı ve daha bâkîdir.
وَأْمُرْ أَهْلَكَ بِالصَّلَاةِ وَاصْطَبِرْ عَلَيْهَا ۖ لَا نَسْأَلُكَ رِزْقًا ۖ نَحْنُ نَرْزُقُكَ ۗ وَالْعَاقِبَةُ لِلتَّقْوَىٰ
132-) Ve`mur ehleke Bis Salâti vastâbir aleyha* lâ nes`elüke rizka* nahnu nerzükuke, vel `akıbetü littakva;
132-) Yakınlarına salâtı (rabbine yönelişi) yaşamalarını emret; kendin de onda devamlı ol! Senden bir yaşam gıdası istemiyoruz; (aksine) senin yaşam gıdan bizden! Gelecek korunanındır.
وَقَالُوا لَوْلَا يَأْتِينَا بِآيَةٍ مِنْ رَبِّهِ ۚ أَوَلَمْ تَأْتِهِمْ بَيِّنَةُ مَا فِي الصُّحُفِ الْأُولَىٰ
133-) Ve kalu levla ye`tiyna Bi ayetin min Rabbih* evelem te`tihim beyyinetü ma fiyssuhufil`ula;
133-) Dediler ki: “Rabbinden bir mucize bize getirseydi ya!”… İlk bilgilerdeki açık deliller onlara ulaşmadı mı?
وَلَوْ أَنَّا أَهْلَكْنَاهُمْ بِعَذَابٍ مِنْ قَبْلِهِ لَقَالُوا رَبَّنَا لَوْلَا أَرْسَلْتَ إِلَيْنَا رَسُولًا فَنَتَّبِعَ آيَاتِكَ مِنْ قَبْلِ أَنْ نَذِلَّ وَنَخْزَىٰ
134-) Ve lev enna ehleknahüm Bi azâbin min kablihi lekalu Rabbena levla erselte ileyna Rasûlen fenettebi`a âyâtike min kabli en nezille ve nahzâ;
134-) Eğer onlara daha önce azabı yaşatarak helâk etseydik, elbette şöyle derlerdi: “Rabbimiz; bir Rasûl irsâl etseydin de zillete düşüp rezil olmadan önce senin işaretlerine tâbi olsaydık.”
قُلْ كُلٌّ مُتَرَبِّصٌ فَتَرَبَّصُوا ۖ فَسَتَعْلَمُونَ مَنْ أَصْحَابُ الصِّرَاطِ السَّوِيِّ وَمَنِ اهْتَدَىٰ
135-) Kul küllün müterabbisun feterebbesu* feseta`lemune men ashabus sıratıs seviyyi ve menihteda;
135-) De ki: “Herkes bekleyip gözetlemekte; siz de gözetleyin! Düpedüz yolun ehli kimmiş, hakikate eren kimmiş yakında bileceksiniz!”

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir