“ZEKÂT”

“ZEKÂT”

Kur’ân-ı Kerîm’de pekçok yerde geçen

“akıymüs salâte ve âtüz zekât”= “namazı ikâme ediniz; zekâtı veriniz”

tanımlamasından soruldu bana…

-Niçin bu iki ifade birbiriyle yanyana? Birisi mânevî, Allah’a borcumuz; öteki dünyalık, kula borcumuz..

Ne bağlantısı var ki bu iki ayrı fiilin, daima ikisi bir arada ifade ediliyor?

Allah’ın bahşetmiş olduğu ilim kadarıyla anlatayım efendim…

“Hak’tan alıp halka vermek” diye anlatılan ve Mevlevî’liğe mâl edilen bir görüş vardır.. Bunun, Mevlevî’likte sembolü de “semâ” denilen kendi etrafında dönme hareketidir..

Mevlevî’lerin bazılarının Mevlâna Celâleddin’i taklit ederek yaptıkları bu dönüşte en önemli nokta ellerin durumudur.. Sağ kol yukarı kalkık vaziyette; sağ avuçta göğe bakar bir haldedir…Sol kol ise sol yana iyice açılmıştır yaklaşık 75 derecelik bir açıyla… Sol avuç içi ise yere bakar, el parmakları aralıklı olarak…

İşte bu görünüş, “sağ elle Hak’tan alıp, sol elle halka dağıtmanın” sembolüdür… Hızlı bir dönüş, gözün gördüklerinin kaybolmasını, fâni dünya değerlerinin ortadan kalkıp, “Allah” isminin manâsına “urûc” etmeyi ifade eder..

“Namaz”, Hak’ka urûctur boyutsal anlamda!..

“Zekât” ta Hak’tan aldığını halka dağıtmaktır!..

Böylece görürüz ki aslında bu iki fiîl bir bütündür!

“Allah”, “Rahm” sahibidir!… “Rahman”dır!.. “Rahîm”dir!… “Üretir” ve ürettiğini korur, muhafaza eder; âşikâre çıkma zamanı gelinceye kadar; sonra da açığa çıkartır!. İşte bu, O’nun rahmetidir!..

Her şey, bu yoldan “Allah”ın “Rahm”inden yaratılmış, üretilmiştir!.

Âlemler ve âlemlerden biri olan kâinat, “Allah”ın “rahmet” sıfatından yaratılmıştır!.. Karşılıksız olarak “üretir”, vareder!.

Kâinat, Allah”ın zekâtıdır!

“Ürettiğinin” bir kısmı “Rahman”dan gelendir… Acıyla karışık nimettir üretilen.. Bir kısmı “Rahim”den gelen üretimdir, sırf nimet olarak!..

Besmelenin bir anlamı da anlayabildiğimiz kadarıyla şudur…

“Bismillah’ir Rahman’ir Rahîm”…

Varlığımın hakikatı olup “Allah İsmiyle işaret Edilen”in Rahmetiyle üretiyorum; ki bu rahmet bir yönüyle acıyla karışık olsa dahi neticede sırf nimettir, mutluluk getirir”…

“Allah İsmiyle İşaret Edilen” mutlak varlığın yeryüzündeki sembolü, “anne”dir!.

“Anne” üretir ve karşılıksız olarak verir!..

“Anne” de “rahim” sahibidir; yavrusunu orada üretir!.. Ürettiği yavrusunu kâh “Rahman”iyet yönünden nimetlendirir, terbiye için azarlar, cezalandırır, onun hoşuna gitmeyecek kurallar koyar… Hep onun iyiliği için!. Kâh da en güzel şeyleri yedirir, giydirir, gezdirir; “Rahîm”iyeti yönünden!

“Allah” ismiyle işaret edilen, “rahm”den yaratıp ürettiklerini koruyup onlara karşılıksız vermektedir her an; “anne”, “rahiminde” ürettiklerine karşılıksız vermektedir ömür boyu!.

Allah Rasûlü Muhammed Mustafa Aleyhisselâm şöyle uyarmıştır bizi:

“Allah ahlâkıyla ahlâklanın”!.

Allah ahlâkıyla ahlâklanıp, karşılıksız verebilmektir zekât!..

Zekât vermek, Allah ahlâkıyla ahlâklanmanın bir yoludur!.

Zekât, tasarrufunda olanı karşılıksız vermektir!.. En alt sınırı da kırkta bir veya yüzde ikibuçuktur!.

Sonsuz olan, sonsuz zekât vermededir!…

Sonlu olandan da sınırlı zekât vermesini istemektedir “zekât” adı altında!.

İnsanda zekât, “Hak’tan alıp, halka vermedir”!..

Hak’tan aldıklarından neyi verirsen, zekât olarak, karşılıksız olarak; Allah’ın kurmuş olduğu düzen ve sistem gereği, o gelir sana, misli misli!.

Bir yerde şu soruldu bana:

-Pek çok zengin, çok büyük rakkamlarda zekât veriyorlar; para veriyorlar, giysi veriyorlar, yiyecek-içecek veriyorlar, binalar yaptırıyorlar… Fakat hiç birisinde mânevî ilimler gelişmiyor, irfan sahibi olmuyorlar, mâneviyata geçemiyorlar!. Bunun sebebi nedir?

-Allah İsmiyle İşaret Edilen’in Anayasasındaki “Sistem ve Düzen”, ne verirsen misli misli o gelir sana!. şeklindedir…

Para dağıtırsan, misli misli para gelir; bina dağıtırsan, bina gelir; ilim dağıtırsan, ilim gelir; bâtın ilimi, mâneviyat dağıtırsan o yoldan sana açılım olur!.

Zenginler zekâtlarını neyle ve nereye veriyorlarsa o yoldan da karşılığını alıyorlar!. Patlıcan tohumu ekip, gül yetişmesini bekleyemezsin!.

Maddiyat verip, mâneviyatta yer almak istiyorsan, en azından insanlara mânevi bilgileri -sohbet, kitap ya da kaset olarak- zekât vermelisin; ve o konuları onlara ulaştırmalısın ki, sana da mâneviyatın kapısı açılsın!

-Yani zekâtımızı para olarak vermeyip; ilim olarak sohbet olarak mı verelim?

-Hayır bunu demedim!… Zekâtının para düşen miktarını, insanlara ebedî hayatı kazandıracak olan ilimleri oluşturacak kitap ve kasetler olarak dağıtıp, onların en kısa zamanda gerçekleri anlamasına vesile olurken; öte yandan da mâneviyat ilmini öğrenip bunu onlara anlatmak suretiyle, zekâtın yani karşılıksız vermenin mânevi tarafını edâ edesin!.

Bu niçin böyle..?

Kısaca bunu da açıklamaya çalışayım;

Allah’ın kurmuş olduğu sistem ve düzen gereği, insanda meydana gelen her şey beyin aracılığıyla ortaya çıkar, farkedilir hâle gelir!..

Beyinde hangi konu ağırlık kazanırsa, o konu üzerinde beyindeki açılımlar genişler ve alışları artar!.

Verme fiîli, beyinde ilgili alandaki kapasitede genişleme oluşturur!.. Hangi fiiller kişiden açığa çıkarsa, o fiillerin kökeni olan hücre bloğunda büyüme, gelişme olur; o alanda faaliyet gösteren hücrelerin sayısı artar!.

“Anlamasan da ibadet et” önerisinin ardındaki gerçek budur!.

Fiîller, açılımları zorlar ve yeni kapasiteler meydana getirir…

Netice, zekâtını hangi yoldan neye dönük olarak verirsen, karşılığını da aynı yoldan, misli misli alırsın!. Maddiyata dönükse, o yoldan; maneviyata dönükse, o yoldan!.

“ALLAH” bağışı olan varlığının en azıyla kırkta birini, ihtiyaç duyanlarla paylaşmak; işin batın yönüdür…

Zekât…

Hak için halktan, mülkten geçmektir!..

Allah`tan geleni halkla Hak için paylaşmaktır!.

Varlıksızlıkta dâim olmak için, varlığından geçmektir!.

“ALLAH” âlemlerden Ganî’dir; esası üzere “Gınâ”dan hisse almaktır!.

HALK`ta “HAK”kı görüp, ondan esirgememektir!.

Şeytan vasıflı cinin, Adem’de Hak’kı göremeyip; secde etmemesi ve bu yüzden lâ`netlenmesi benzeri olarak…

Zekât ve sadakadan kaçanlar, “İnsan”da “Hak”kın varlığını göremeyip, onunla varlığını paylaşamayanlardır… Ki, gelecekleri ne olur, neye benzer bunu kavrayışınıza bırakırım!…

AHMED HULÛSİ
15.3.1997
LONDRA