4216 – UHUD GAZVESİ

UHUD GAZVESİ

4216 – Zeyd İbnu Sabit radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm Uhud’a çıktığı zaman, (bir müddet sonra) O’nunla beraber çıkanlardan bir kısmı geri döndü. (Bunlar hakkında) Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın ashabı ikiye ayrıldı. Bir grup: “Bunları öldürelim” diyordu. Öbür grup ise: “Hayır onları öldürmeyelim” diyordu. Bu ihtilaf üzerine şu ayet nazil oldu:

“(Ey Müslümanlar!) Münafıklar hakkında iki fırka olmanız da niye? Allah onları yaptıklarından dolayı baş aşağı etmiştir. Allah’ın saptırdığını siz mi yola getirmek istiyorsunuz? Allah’ın saptırdığı kimseye sen hiç yol bulamıyacaksın” (Nisa 88).

Resûlullah da şöyle buyurdu: “Burası Taybe’dir. Deccâl’ı sürer çıkarır, tıpkı körüğün, demirin pasını çıkardığı gibi.”

Buhari, Megazi 17, Fedailu’l-Medine 10, Tefsir, Nisa 15; Müslim, Münafıkun 6, (2776); Tirmizi, Tefsir, Nisa (3031).

4217 – Bera İbnu Azib radıyallahu anhüma anlatıyor: “O gün müşriklerle karşılaştık. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm ok atıcılardından müteşekkil (elli kişilik) bir grup askeri ayırıp, başlarına Abdullah İbnu Cübeyr radıyallahu anh’ı tayin etti. Ve şu tenbihte bulundu:

“Hiç bir surette yerinizden ayrılmayın! Hatta bizim onlara galip geldiğimizi görseniz bile yerinizden ayrılmayın. Onların bize galebe çaldıklarını (ve kuşların cesetlerimize üşüştüklerini) görseniz dahi (ben size adam göndermedikçe) bize yardıma gelmeyin!”

Müşriklerle karşılaştığımız zaman (Allah onları hezimete uğrattı ve) kaçtılar. Hatta dağa hızla kaçan kadınların eteklerini topladıklarını gördüm. (Ayak bileklerindeki) halkaları bile gözüküyordu. (Bizimkiler) şöyle demeye başlamışlardı: “Ganimet, ganimet!”

Abdullah İbnu Cübeyr radıyallahu anh:

“Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm(ın size ne söylediğini unuttunuz mu?) “yerlerinizi terketmeyin” diye tenbihledi!” dedi ise de (okçular) dinlemediler. (Vallahi, biz de arkadaşlarımızın yanına gidip, ganimet alacağız” dediler.) Onlar bu emre itiraz edince, yüzleri ters çevrildi, (ne yapacağını bilemeyen şaykınlara döndüler ve) (mağlup oldular). Yetmiş ölü verildi. Ebu Süfyan ortaya çıkıp: “Aranızda Muhammed var mı?” diye sordu. Aleyhissalatu vesselam “Ona cevap vermeyin!” dedi. Ebu Süfyan tekrar sordu: “Aranızda İbnu Ebi Kuhâfe var mı?”

Resûlullah yine: “cevap vermeyin” buyurdu. Ebu Süfyan:

“Aranızda İbnu’l-Hattab var mı?” diye sordu. Hiç kimse ona cevap vermedi. O zaman Ebu Süfyan: “Bunların hepsi öldürüldüler. Eğer sağ olsalardı cevap verirlerdi!” dedi. Bu söz karşısında Hz. Ömer radıyallahu anh kendini tutamadı ve: “Ey Allah düşmanı yalan söyledin. Sana üzüntü verecek şeyleri Allah ibkâ etsin!” dedi. Ebu Süfyan: “(Şanın) yüce olsun Ey Hübel!” dedi. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm:

“Buna cevap verin!” emretti. Ashab:

“Ne diyelim?” diye sordu.

“Allah mevlamızdır, sizin mavlanız yoktur!” deyin” dedi. Ebu Süfyan:

“Güne gün! (Uhud Bedir’e karşılıktır.) Harb (elden ele geçen) kova gibidir! Müsleye uğramış (uzuvları koparılmış) kimseler bulacaksınız. Bunu ben emretmedim. (Buna memnun olmadım, kızmadım da, yasaklamadığım gibi emir de etmedim) beni kötülemeyin!” dedi. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm:

“Buna cevap verin!” emrettiler. Ashab: “Ne söyleyelim?” diye sordu.

“Hayır eşitlik yok! Bizim ölülerimiz cennette, sizinkiler cehennemde! deyin!” buyurdular.

Buhari, Megazi 17, 9, 20, Cihad 164, Tefsir, Al-i İmran 10, Ebu Davud, Cihad 116. (2662).

“Beni kötülemeyin” den sonrasını Rezin ilave etmiştir.)

4218 – Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: “Amcam Enes İbnu’n-Nadr radıyallahu anh Bedir savaşında bulunamadı. Bu sebeple: “Ben Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın müşriklere karşı yaptığı ilk savaşta yoktum. Eğer Allah, bana Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’la birlikte müşriklerle savaşmak nasib ederse, Allah ne yapacağımı görecektir!” dedi.

Uhud günü müslümanlar (bozulup) dağılınca:

“Ey Allahım, bunların -yani müslümanların- yaptığından dolayı özürlerinin kabulünü dilerim. Ben onların -yani müşriklerin- yaptığından da sana sığınıyorum!” dedi ve kılıncını çekip ilerledi. Karşısına Sa’d İbnu Mu’az çıkmıştı:

“Ey Sa’d İbnu Mu’az! Cenneti istiyyorum! Nadr’ın Rabbine yemin olsun ben Uhud’un önünde(n gelen) cennetin kokusunu duyuyorum!” dedi.

(O günü anlatan) Sa’d İbnu Mu’az, (Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’a):

“Ey Allah’ın Resulü. (o gün) onun yaptıklarını (bir bir anlatmaya) muktedir değilim! İlerledi (diyeyim o kadar)” dedi. Enes İbnu Malik, (Sa’d İbnu Mu’az radıyallahu anh’ı te’yiden) dedi ki:

“Biz (Enes İbnu Nadr’ın) cesedinde seksen küsür darbe izi bulduk, kimisi kılıç, kimisi mızrak, kimisi ok yarasıydı. ayrıca biz onu müşrikler tarafından müsle edilmiş (gözü oyulup, burnu, kulakları koparılmış) olarak bulduk. Öyle ki onu kimse tanıyamamıştı. Kızkardeşi (halam Rübeyyi’) -bedenindeki bir ben’inden veya-parmağının ucundan tanıdı.

Enes radıyallahu anh devamla dedi ki: “Biz şu ayetin, Enes İbnu Nadr ve benzerleri hakkında indiğine inanırdık: “Mü’minlerden Allah’a verdiğgi ahdi yerine getiren adamlar vardır. Kimi bu uğurda canını vermiş, kimi de beklemektedir, ahdlerini hiç değiştirmemişlerdir” (Ahzab 23).

Buhari, Megazi 17, Cihad 12; Müslim, İmaret 148, (1903); Tirmizi, Tefsir, (3198).

4219 – Hz. Câbir radıyallahu anh anlatıyor: “Uğud günü bir adam Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’a sordu:

“Öldürülecek olsam, nereye gideceğim Ey Allah’ın Resulü?”

“Cennete!” cevabını alınca elindeki hurmaları fırlatıp attı. (Kafirlerin içine dalıp) öldürülünceye kadar savaştı.”

Buhari, Megazi 17; Müslim, imaret 143, (1899); Nesai, Cihad 31, (6, 33).

4220 – İbnu’l-müseyyeb rahimehullah anlatıyor: “Sa’d İbnu Ebi Vakkas radıyallahu anh’ı işittim, demişti ki: “Uhud gününde Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm sadakının içerisindeki okları bana bir bir verip:

“At! diyordu, at annem babam sana feda olsun!”

Müşriklerden biri müslümanları(n canlarını) yakmıştı, ona kanatsız bir ok attım. Yan tarafından isabet ettirdim. Herif yere yıkıldı ve avret yerleri de açıldı. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm güldüler, o kadar ki yan dişlerini gördüm.”

Buhari, Megazi 18, 15; Müslim, Fedâilu’s-Sahabe 41, (2411, 2412).

4221 – Sa’d İbnu Ebi Vakkas radıyallahu anh anlatıyor: “Uhud günü, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın sağ ve sol iki tarafında beyaz elbiseli iki adam görüyordum. Bunlar, şiddetli bir şekilde savaşıyorlardı. Onları ne daha önce görmüştüm ne de daha sonra gördüm. -Yani bunlar Cibril ve Mikail aleyhimâsselam idiler-.”

Buhari, Megazi 18, Libas 24; Müslim, Fedail 46, (2306).

4222 – Hz. Câbir radıyallahu anh anlatıyor: “Babam Uhud günü şehid oldu. Yüzünü açıp ağlamaya başladım. Bana mani oldular. Ancak Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm mani olmuyordu. Fatıma Bintu Amr İbni haram radıyallahu anha ona ağlamaya başladı. Bunun üzerine Aleyhissalatu vesselam:

“Ona ağlasan da ağlamasan da melekler onu, siz (cenazesini) kaldırıncaya kadar, kanatlarıyla gölgelemektedirler” buyurdular.”

Buhari, Cenaiz 3, 34, Cihad 20, Megazi 26; Müslim, Fedailu’s Sahabe 130, (2471); Nesai, Cenaiz 13, (4, 13).

4223 – Sa’ib İbnu Yezid, -ismini söylemiş olduğu- bir adamdan naklediyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm Uhud günü (üst üste giyilmiş) iki zırhdan (destek) gördü.”

Ebu Davud, Cihad 75, (2590); İbnu Mace, Cihad 18, (2806).

4224 – Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm Uhud günü: “Peygamberine böyle yapan bir kavme Allah’ın öfkesi arttı” dedi ve (kırılan) dişine işaret etti. Ve ilave etti: “Allah’ın gadabı, Resûlullah’ın Allah yolunda öldürdüğü kişiye de Allah’ın öfkesi şiddetlendi.”

Buhari, Megazi 24; Müslim, Cihad 106, (1793).

4225 – Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın Uhud günü dişi kırıldı, başından yaralandı. (Yüzüne akan) kanı, yüzünden siliyor ve:

“Allah, kendilerini Allah’a davet eden peygamberlerinin (başını) yarıp, dişini kıran (ve yüzünü kana bulayan) bir kavmi nasıl iflâh eder?” diyordu. Bunun üzerine Allah şu ayeti indirdi:

“Allah’ın onların tevbelerini kabul veya onlara azab etmesi işiyle senin bir ilgin yoktur. Çünkü onlar zalimlerdir. Göklerde olanlar da yerde olanlar da Allah’ındır. Dilediğini bağışlar, dilediğine azab eder. Allah bağışlayandır, merhamet edendir” (Al-i İmran 128-129).

Müslim, Cihad 104, (1791); Tirmizi, Tefsir, al-i İmran, (3005, 3006); Buhari, muallak olarak kaydetmiştir (Megazi, 21).