2-Nakşibendi CEMAATLER

2-Nakşibendi CEMAATLER

Nakşibendi terbiye okulu, hicri: 791, miladi: 1389 taihinde vefat eden Hace Muhammed Bahauddin Nakşibend Hz.lerinin temel usullerini belirlediği bir manevi terbiye sistemidir.

NAKŞİBENDİLİK NEDİR?

Nakşibendi terbiye okulu, hicri: 791, miladi: 1389 taihinde vefat eden Hace Muhammed Bahauddin Nakşibend Hz.lerinin temel usullerini belirlediği bir manevi terbiye sistemidir. Onun adına nispet edilerek Nakşibendilik diye anılmaktadır.

Bu terbiye yolu ve usûlü, Şahı Nakşibend Hz.leri ile başlamış değildir. Kendisi bu yolun usul, adap ve feyzini önceki büyüklerden almıştır. Bu terbiye yolunun usul ve adabı, silsile yolu ile Hz. Ebu Bekir Sıddıka (r.a) ve ondan Hz. Resûlullah (s.a.v) Efendimize ulaşmaktadır. Terbiyenin başında ve merkezinde alemlere rahmet olan Hz. Resûlullah (s.a.v.) Efendimiz bulunmaktadır. Bu terbiye yolunun temel özelliği gizli zikir ve ilahi muhabbetir. Bu zikir ve terbiye yolu, tarih içinde gelen mürşidlerin ismiyle farklı adlarla anılmıştır.

Hz. Ebu Bekir Sıddıktan (r.a.) sonra bu yola Sıddıkiyye ismi verildi. Hz. Beyazidi Bistamîye (k.s) kadar bu isimle anıldı. Ondan sonra Tayfûriyye ismi verildi. Tayfir, Beyazidi Bistami’nin bir diğer adıdır. Hace Abdulhalik Gücdevani Hz.lerine kadar bu isimle anıldı. Ondan sonra, Hâcegâniyye ismi verildi. Bu yol bu isimle İslam alemine yayıldı, meşhur oldu. Diğer kollardaki isimler zamanla unutuldu. Bu yol, Mevlana Halid Bağdâdiden sonra Nakşibendî Hâlidiyye ismiyle de anılıp yayıldı. Bu gün Anadolumuzda yagın olan kol Halidiyye koludur. Bu yol, günümüzde ŞahI Nakşibend Hz.lerine nispet edilen meşhur ismiyle Nakşibendîlik şeklinde anılmaktadır.

Nakşibend, nakş ile bend kelimelerinden oluşmuş bir terkiptir. Bir isim değil sıfattır ancak isim gibi meşhur olmuştur.

Nakş, bir şeyi bir yere nakşetmek, nakış gibi işlemek, hiç çıkmayacak hale getirmek, mühür gibi kazımaktır.

Bend, Farsça bir isim olup, dilimizde hem isim, hem sıfat olarak kullanılmaktadır. isim olarak, bağ, kelepçe, baraj, bent, kemer gibi manalara gelmektedir. Sıfat olarak, sıkıca bağlı, iyice bağlayan, kuvvetlice bağlanmış manalarına gelir.

Kalbe Allah zikrini hiç çıkmayacak şekilde nakış gibi işledikleri ve ondan hiç kopmadıkları için, gizli zikir sahiplerine Nakşibendi denmiştir.

Tarikat yol ve usul manasındadır. Tarikat bir din ve mezhep değil, dini anlama ve yaşama şeklidir. İnsanı terbiye için kurulmuştur. Tarikatlar terbiye için tercih ettikleri usullere ve zikirlere göre farklı adlarla anılmışlardır. Tasavvufun kaynağı, doğunun felsefesi, batının batıl dinleri değil, Kur’an ve sünnettir.

Bütün manevi terbiye yollarına kısaca tasavvuf denir.

Nakşibendi terbiyesi, gizli zikir usulü üzerine kurulmuştur. Bu usulü benimseyen büyük veliler tarafından geliştirilerek günümüze kadar gelmiştir. Bu usul ve adaplar bizzat Kur’an ayetlerinden, rahmet Peygamberi Hz. Muhammed (s.a.v) Efendimizin sünnetinden ve O’nun şerefli ashabının (r.anhüm) hallerinden alınmıştır. Her şeyi ile Kur’an ve sünnete bağlıdır. Bu yolun usul ve adapları, Kur’an ve sünnette ya açıkca belirtilmiş, ya da işaret, delalet ve sükût yoluyla kabul edilmiştir. Yani, İslamın ruhuna uymayan hiçbir şey yoktur.

Fakihler nasıl fıkıh alananda içtihat yapma yetkisine sahiplerse kâmil mürşidler de, ahlak ve terbiye alanında içtihat etme, yeni usuller belirleme yetkisine sahiptirler.

Bu terbiye sistemi yeni bir din değildir; dinin ahlak derslerini talim ve tatbik eden bir okuldur. Hedefi, insanı güzel ahlaka ve Allah rızasına ulaştırmaktır. Metodu, muhabbetle kalpleri Yüce Allaha bağlamaktır Temel usulü gizli, zikir, toplu zikir, muhabbet, sohbet, rabıta, teveccüh, tasarruf, hizmet ve edeple nefsin çirkin sıfatlarını ıslah etmektir.Dinimizin bize öğrettiği amel ve edepler iki kısımda özetlenebilir:

1) Zahiri Hâller: Vücudumuzun dış azaları ile yaptığı bütün ibadetleri içine alır. Yeme içme, temizlik, alış-veriş, aile hukuku gibi vazifeler de bu kısma girer. Bu vazife ve edepler fıkıh kitaplarında anlatılmaktadır. Hangi vazifeyi yapıyorsak, onunla ilgili ilahi emri ve edebi öğrenmemiz gerekir.

2) Batıni Hâller: Kalbin gafletten uyanması ve zikirle ihya edilmesi, nefsin manevi hastalıklardan arındırılması, ruhun ilahi huzura yükselmesi, böylece insanın ilahi nur, ilim, aşk, edep ve güzel ahlaka ulaşmasıdır. Zahiren ve batınen terbiye olan insanın elde edeceği en büyük inmet güzel kulluktur. Bu hale kısaca ihsan mertebesi denir. İhsanı yukarıda tarif ettik. Bu yol herkese açıktır. Bütün insanlar bu edeplere ve nimetlere davet edilmiştir.

Zâhirî ve bâtınî edepleri koruyan kimse ihsan mertebesini elde eder. Bu mertebeyi elde eden kimse Yüce Allah tarafından sevilir, O’nun huzurunda kabul görür. Kalbi ilahi sevgi, huşu, haya ve haşyet ile dolar.

Bu bölüm Semerkand Yayınları – Arifler Yolunun Edepleri – S. Muhammed Saki Haşimî – Sayfa : 24- 27 den alınmıştır.

NAKŞİBENDİYYE TARİKATI

1. Cüneyd Bağdadî, 2. Ebû Ali Rudbarî, 3. Ebu Ali Katib, 4. Ebû Osman Mağribî, 5. Şeyh Ebû’l-Kasım, 6. Ebu Ali Fârmedî, 7. Hâce Yusuf Hemedanî, 8. Abdü’l-Halik Gücdüvânî, 9. Hâce Ârif er-Rîvigirî, 10. Hâce Mahmud İnciri el-Fağnevî, 11. Hâce Ali Râmitenî (Hazret-i Azizân), 12. Hâce Muhammed Baba Semmâsî, 13. Seyyid Emîr Külal, 14. Hâce Muhammed Bahâüddin Nakşibend.

Seyyid Fevzeddin (k.s.) buyurdu ki :

“Benim Şah-ı Nakşibendi Türbesine kadar, kesinlikle sakal koymak gibi bir düşünce kalbimde yoktu. Her ne olduysa orda oldu.”

BAHÂÜDDİN BİN MUHAMMED EL-BUHÂRÎ

718 (1318) tarihinde Buhara civarında “Kasr-ı Ârifan” isimli köyde doğmuştur.
Bahaüddin henüz üç günlük bir çocuk iken, Kasr-ı Arifan’a gelen Hoca Muhammed Baba Simasî (Sammâsî) tarafndan manevî evlatlığa kabul edildi ve büyüdüğü zaman da tasavvufi terbiyesi o sırada beraberinde bulunan Seyyid Emîr Külal’e bırakıldı.37

Bahaüddin’de, manevî mürşidi Seyyid Abdü’l-Halik el-Gücdüvânî’nin te’siri daha büyük olduğu ileri sürülmektedir. Nitekim kendisinin Emîr Külal’in aksine Abdü’l-Halik Gücdüvanî’ye uyarak zikr-i hafîyi tercih etmesi, bu sözü te’yid etmektedir.

Zikr-i hafiyi müdafaa ile ona göre amel eden Bahaüddin’in bu hareket tarzı Emîr Külal’in müridlerinin şikayetine yol açmış, fakat şeyh, her bakımdan çok takdir ettiği Nakşibend’in bu türlü hareketini hoş karşılamıştı.

Nihayet bir gün Suhar’da yaptırmakta olduğu mescid ve imaretin inşaatında çalışan beşyüze yakın dervişi arasında Bahaüddin Nakşibend’e, bundan böyle hareketlerinde serbest olduğunu, ister Türk, ister Tacik olsun faydalı olabilecek her şeyhten feyz alabileceğini söyledi.38

Bahaüddin, yedi sene Mevlana Ârif ile, on iki sene de Halil Atâ ile sohbet etmiştir. İki kere hacca gitmiş ikinci gidişinde Hoca Muhammed Parsa’ya refakat etmiştir. Dönücünde Nişabur ve Herat’a uğrayıp, oradaki bazı büyük şeyhlerle de görüşmüştür.

Bir müddet Merv’de ikamet etmiş, daha sonra tekrar Buhara’ya avdet edip, ölünceye kadar orada kalmıştır. Emîr Külal’in vasiyeti üzerine ölümünden sonra ona halef olmuştur.
791 (1389) tarihinde vefat etmiş, doğduğu yer olan Kasr-ı Arifan’a defnolunmuştur.

Bahaüdin Nakşibend ölümünden birgün önce, müridlerine, halifelerinden Muhammed Parsa’ya tabi olmalarını vasiyet etmiştir.

Bahaüddin’in “Hayatnâme” isimli bir manzûmesi ve “Delîlü’l-Âşıkîn” unvanlı tasavvufa dair bir kitabı vardır.

Nakşibendiyye tarikatinin şubeleri:

Ahrâriyye, Naciyye, Kâsaniyye, Muradiyye, Mazhariyye, Melamiyye-i Nûriyye, Câmiyye, Müceddidiyye, Hâlidiyye.39
___________________________

37_ Enîsü’t-Talibîn Terc.

38- Reşehat Terc., s. 80.

39- Mir’atü’t-Turuk, s. 26