FÂTİHA:”HAMD”I ALLAH EDER!

FÂTİHA:”HAMD”I ALLAH EDER!

İlk ayeti okuyoruz:

-El Hamdu lillahi rabbil âlemiyn…

-MUTLAK değerlendirme “ALLAH”a aittir !.

-Nereden çıktı bu yorum?… Bİz bugüne kadar hiç böylesini duymamıştık!… Bu âyetin mânâsı şimdiye kadar hep: “Bütün övgüler âlemlerin rabbı olan Allah’a aittir!.. Dolayısıyla biz başka şeye değil sadece Allah’a hamd edelim”…şeklinde duyduk ve okuduk!… Bu anlamı da nereden çıkardın…?

Dediğinizi duyar gibi oluyorum!…

Anlatmaya çalışalım… Olabildiğince anlaşılır hâle dönüştürmeye çalışarak, elden geldiğince konunun içyüzünü farkettirmeye gayret edelim…

Bilelim ki…

“ALLAH VÂHİD-ül AHAD”dır… Kendisinin gayrı olarak, kendisini anlayacak, idrâk edecek, değerlendirecek ve de övebilecek, varlık, vücud ve özellikler sahibi ikinci bir bilinç mevcut değildir!…

“ALLAH”ı ancak, Allah bilir… “ALLAH”ı ancak ALLAH değerlendirir!…. “ALLAH”ı ancak “ALLAH” över yani metheder!… “ALLAH”a ancak ve sadece ALLAH SENÂ eder!…

Ne diyor, bugün için “Hamîdiyet” mertebesinin; kıyâmet ve sonrası için de “Mahmûdiyet” mertebesinin mazharı ve “bu yüzden şefâati” olan Efendimiz Muhammed Mustafa Aleyhisselâm:

-Senin NEFSİNE olan SENÂNI ben yapamam!…

Alt mertebede olanın üsttekini methetmesi mümkün değildir!… Benim tutup Hazreti Rasûlullah’ı övmem asla mümkün değildir… Hazreti Rasûlullah’ı ancak Allah övebilir!…

Bir kişinin, bir diğerini övebilmesi için önce onu ihâta etmesi; o konuda, o sahada onu kapsaması; bundan sonra, onu değerlendirmesi; ve bütün bunlardan sonra da onu övmesi ya da yermesi sözkonusu olabilir!…

Diyelim ki bu fakîri övecek veya yerecek birinin, önce bizim “ilmi kişiliğimizi” ihâta edecek bir kapasitesi olması gerekir…

Falanca ya da filanca okulu bitirmesi, ya da şu veya bu etikete sahip olması değil; buradan izhar olan ilim mertebesini ihâta edebilecek düzeyde “bilinç kapasitesinin” olması gerekir…

Ki bundan sonra geniş kapsamlı şekilde tüm düşünce sistemimizi ele alıp, ondaki doğruları ya da yanlışları belirliyerek, onu tenkit edebilsin; övsün ya da yersin!…

Böyle bir kapasite olmadan, anlayışının ötesinde olan bir cümle ya da fikir yüzünden bir kişiyi övmek ya da yermek, “dedikodudan” ileri gitmez… Ve söylenenler lâf birikintisi olarak ancak kendi düzeyinde yer bulur!..

İşte bu sebepledir ki, ne, benim üstümdekini değerlendirebilmem ve buna dayanan biçimde onu övmem mümkün olur; ne de herhangi bir yaradılmışın “ALLAH”ı övebilmesi ve O’na hamdetmesi mümkün olur!…

Bu yüzdendir ki;

-HAMD ancak ve sadece ALLAH’a aittir!… HAMD işlevini yerine getirmek ancak ve sadece ALLAH’a mahsustur!…

Lûtfen biraz basîretle düşünelim…

Dünya üzerinde tek bir insanın yerini düşünün!…

Sonra, bir milyon dünya hacmi büyüklüğündeki Güneş yanında aynı insanın yerini düşünün!…

Sonra, yüzmilyarlarla güneşin yer aldığı galaksi içinde bir insanın yerini düşünün!…

Sonra, milyarlarla galaksinin içinde yer aldığı algılayabildiğimiz kadarıyla evrenimizde bir insanın yerini düşünün!…

Ve tüm bu bildiklerimizle birlikte, daha algılayamadığımız; hatta hiç haberimizin dahi olmadığı sayısız katmandaki boyutsal evrenleri bir “nokta”dan Yaratanı düşünün!…

Hafsalanız alıyor mu!?.

Sonsuz-sınırsız kavramlarından dahi münezzeh olan VÂHİD-ül AHAD sıfatlarıyla tanımlanan ve ALLAH Adıyla İşaret Edilen’in, sayısız-sonsuz özellikleriyle meydana gelmiş olan evrenimizin henüz ne kadarını ihâta edip değerlendirebiliyoruz ki, bir de “O” yüce varlığı değerlendirip O’nu övmeye kalkalım, hamdedelim!…

Evet, ya bir garip çoban gibi, sâfiyet ve samimiyetle O’nu övüp, O’na hamdedeceğiz…

Ya da, gerçekçi olup; “HAMD ALLAH’a mahsustur; biz bu konuda âciziz!” deyip, “yok”luğumuzu, “hiç”liğimizi farkedip haddimizi aşmayacağız!… Zira Allah, bilgiçlik taslayıp haddini aşanları sevmez!…

Kısacası, “HAMD ALLAH’A AİT İŞTİR”!…

Ve bu konuda da ortaktan münezzehtir!…

Nitekim bu hususta, Kur’ân-ı Kerim’i ele aldığımız ilk anda, uyarılmaktayız “FÂTİHA” Sûresinin ilk âyetleriyle :

-Aklınızı başınıza alın ve O’nu basit bir gök tanrısı gibi düşünüp, övmeye, methetmeye, ona yaranmak için bin türlü hâllere girmeye kalkmayın!… Siz bu konuda O’nu değerlendirmekten acizsiniz… Allah’ı ancak Allah değerlendirip, Allah’a ancak Allah HAMD eder!. Size de yakışan, HAMD’i ancak Allah’ın yapabileceğini idrâk ederek, bu konuda yetersizliğinizi farketmiş bir hâlde haddinizi bilmektir!…

Ayrıca… Hazreti Rasûlullah yanındaki derecesi malûmumuz olan Hazreti Ebû Bekr Sıddık bu konuda şöyle uyarmıştır bizleri:

-ALLAH’ın kavranılamayacağını farketmek, “ALLAH”ı idrâkın ta kendisidir!..

İSLÂM DİNİ’nin “ALLAH” özel ismiyle işaret edilen varlık hakkında vurgulamak istediği kesin gerçek şudur;

-Varolan yegâne vücud sahibi varlık sonsuz-sınırsız TEK’tir!… O’ndan gayrı bir varlık mevcut değildir!… ”

Algıladığımız, ve tüm varlıklar tarafından algılanan, her “şey” ise, O’nun Esmâsının “var sandırdığı” terkipler hâlindeki mânâlardan ibarettir!..

İş böyle olunca, elbette ki “El hamdu lillahi Rabbil âlemiyn” yani “HAMD ALLAH’A MAHSUSTUR” demekten başka bir şey kalmıyor bizlere; ki ehli bilir, bu da oldukça yüksek bir mertebedir!..

“ALLAH” ismiyle işaret edileni, kendi “yok”luğundan, O’nunla müşahede mertebesidir, bu!.

Bakın bu konuda değerli müfessir Hamdi Yazır, “Hak Dini Kur’ân Dili” isimli (Allah rahmet eylesin) büyük emek verdiği tefsirinde ne diyor:

“Hani her kesin malûmu ve aksayi emeli olarak matlûbu olan HAMD hakikati yok mu… İşte hamidiyet, mahmudiyet bütün cinsile ve hatta bütün meratibi ve bütün envaü efradiyle o hamd, Allah’a mahsustur; Allah’ın hakkıdır; Allah’ın milkidir… Çünkü, Allah’tır, çünkü… Çünkü ilah…

Fakat lisanımızda bu tafsili icmal eden bir harfi tarif olmadığı için biz sadece hamd, diye alel ıtlak cins ifade ederiz, bilen bilir, bilmeyen başkasının bildiğinden haberdar olmaz.” (C.1; s:62)

Evet, Hamd, Allah’a mahsustur; Allah’ın hakkıdır, ancak o hamdedebilir; Allah’ın tasarrufu altındadır, ancak o değerlendirebilir; Çünkü Allah’tır, gayrı mevcut değildir… Bütün bunları bilen, bilir; bilmeyen ne bilir!.

Evet, şâyet “El hamdu lillah”ın mânâsını anlayabildiysek, şimdi gelelim “Rabbil âlemiyn” deyişinin mânâsına…

“RAB” kelimesi esas itibariyle “terbiye” demek olmasına karşın, burada “terbiyeyi oluşturan” anlamında olarak kullanılmış; ve “terbiyenin oluşması”na da “RUBÛBİYET” denilmiştir.

“Terbiye” bir şeyi kademe kademe, peyderpey kemâline eriştirmektir.

“RAB”, her an, her “şey”i varediş gayesine uygun bir biçimde, hazırlayan, geliştiren, olgunlaştıran, varoluş gayesinin gereğini ortaya koyduran ve bunun için gerekli herşeyi sağlayan; kısacası, nesneyi mevcut hâliyle ortaya çıkartma özelliğine sahip olan, demektir…

“RAB”bın bu özellikleri ise, “Allah’ın isimleri” şeklinde bilmemiz gerekeni kadarıyla “esmâ-ül hüsnâ”da özetlenmiştir… Yani, bir diğer deyişle, “ALLAH” İsmiyle İşaret Edilen’in “Esmâ-ül hüsnâ” diye tanımlanan bir kısım özellikleri, onun “RUBÛBİYET”ini oluşturur!.

Algıladığımız ve algılayamadığımız her “şey”, “RAB”bın “esmâ-ül hüsnâ” ile bir kısmı tanımlanan özellikleriyle yaratılmış ve varlıklarını devam ettirir bir hâlde bulunmaktadırlar, ki bu da onun “RAB” tarafından “terbiye” edilmesinden başka bir şey değildir..

Her “Şey”in bu “terbiye” altında yaşamını sürdürmekte olduğu gerçeği, şu âyetle daha da açık bir şekilde vurgulanmaktadır:

-“HAREKET HALİNDE OLAN HİÇ BİR ŞEY HARİÇ OLMAMAK ÜZERE, TÜMÜNÜ ALNINDA ÇEKİP YÖNETEN O’DUR !..” (11-56)

Öyle ise bizim algılamakta olduğumuz ya da algılayamadığımız her “şey”, her an, O’nun ilmi kapsamında ve iradesi altında, O’nun kudretiyle yaşamını sürdürüp, fiillerini ortaya koymaktadır!..

“ÂLEMLER”e gelince…

Her birimin; dikkat buyurula; her insanın, meleğin, cinnin ya da hayvanın değil, birimin diyoruz!

Her birimin algılamakta olduğu kendi boyutu, onun “âlemi”dir!… Ve bu itibarla, en gerçekçi anlamıyla, her bilinçli “birim”in kendisi, başlıbaşına bir “âlem”dir!..

Zira, gerçekte, algılanan her şey, algılayanın zihninde oluşan, imajdan başka bir şey değildir!..

Bizim gördüğümüz her şey, beynimizde oluşan imajın-görüntünün ta kendisidir… Görüyorum dediğimiz zaman, gerçeği itibariyla biz şunu demek istiyoruz:

-Dışarıdan beynime yansıyan tesirler, daha önceden beynimde yerleşik verilerle birleşerek zihnimde şöyle bir görüntü meydana getiriyorlar!.. Zihnime GÖRE, algıladıklarım böyle bir görüntü ve düşünce meydana getiriyor bende…

Ama acaba mutlak gerçek ne?…

Gelin gene rahmetli Hamdi Yazır’ın meşhur tefsirindeki “rabbil âlemiyn” yorumuna bir göz atalım…

“Basiret ile tahlil ve teemmül edildiği zaman görülür ki; bütün âlem, bizim, zihni ve harice yansıyan şuunatı şuuriyemizin yekûnu bulunan hâdisattır..

Rabbülâlemin de bunların mâverâsında olup, aralarındaki nisbeti hakkiyetle daima vahdaniyeti, rubûbiyeti tecelli eden vacibülvücud Hak teâlâdır..

Ehli şuhud (gerçeği algılayanlar) için, âlemde bir şey yoktur ki görülsün de arkasında, ondan evvel, veya ondan sonra, onunla beraber ALLAH Teâlâ görülmesin!..

-Hatırına ne gelir ise, Allah onun arkasındadır; tâbiri âharle, ONUN ARKASINDA ALLAH VARDIR!…

Binâenaleyh, âlem, mâsivâyı Allah, ve ALLAH mâverâyı âlemdir; ve biz bu âlem vesilesiyle, mâverâsındaki Allah Teâlâ’yı hakkıyet dediğimiz bir şuur nisbeti ile tasdik ederiz…” (c:1; s:71)

{yukarıya aldığımız bölüm ile bundan evvel naklettiğimiz bölümler de, gereksiz bulunmuş ve önemli addedilmemiştir ki; Merhumun günümüz diline uyarlanan tefsirine alınmamıştır.. Verdiğimiz cilt ve sayfa numaraları, eserin orijinaline aittir}

Evet, gerçekte, bizim algıladığımız her şey, şuurumuza yani bilincimize yansıyan “Allah İsmiyle İşaret Edilen’in bir kısım özelliklerini açıklayan isimlerinin çeşitli terkipler hâlindeki mânâlarından başka bir şey değildir..

“RUBÛBİYET” ve “RAB” konusunu oldukça geniş bir şekilde

“İ N S A N ve S I R L A R I” isimli kitabımızda anlatmaya çalıştık…

Bu hususu detaylı incelemek isteyenler, O kitabımıza başvurabilirler…

Esasen bu kitabımızda incelenen pek çok konunun temelini, o kitabımızdaki özet bilgiler oluşturmaktadır…

Dolayısıyla, bu iki kitabın birbiri ardınca tetkik edilmesi, sanırım bir çok konunun daha kolay anlaşılmasına vesile olacaktır…

Bütün bu izahlardan sonra, şimdi toplu olarak “El hamdulillahi rabbilâlemiyn” âyetinin işaret ettiği mânâyı anlatmaya çalışırsak, açıklayabileceğimiz kadarıyla, karşımıza şu mânâ çıkar:

“-Her birimi dilediği gibi meydana getirip, varediş gayesine uygun bir biçimde kemâline ulaştıran ALLAH ismiyle işaret edileni anlayıp, idrâk edip, değerlendirmek, birimlere ait birşey olmayıp; HAMD, ancak her “şey”in “RAB”bı olan ALLAH’a mahsustur!…”