ÂYİNESİ İŞTİR KİŞİNİN

ÂYİNESİ İŞTİR KİŞİNİN
LÂFA BAKILMAZ

Kesinlikle bilelim ki…

Ne «ALLAH»ın senin ibâdetine ihtiyacı vardır; ne de Hazreti Muhammed Aleyhisselâm’ın, senin, kendisine inanmana ihtiyacı vardır!..

Bunu bir misâl ile açmaya çalışalım…

“Bir yolcu gemisi ile seyahate çıkmışsın… Kaptanla da çok iyi ahbap olmuşsun… Fakat yolculuk sırasında gemi bir buzdağına çarpıp batma durumuna geliyor. Kaptan anons ettiriyor:

– Gemi batmak üzere!.. Herkes âcilen can yeleği veya can simidi edinsin!

Bu uyarıyı bir kısım yolcu dikkate alıp derhal can simidi veya can yeleği ediniyorlar. Biri de diyor ki:

– Ben kaptana inanıyorum, onu seviyorum!.. Ama ne can yeleği arıyor, ne de can simidi ediniyor!.

Derken gemi batıyor ve herkesle beraber o kişi de kendini suda buluyor!.. Boğulma durumunda…

Suya batıp çıkıyor!.. Bir yandan da denize sesleniyor:

– Deniz deniz beni boğma!.. Ben kaptana inanıyordum, onu çok seviyordum!..

Deniz de ona lisanı hâl ile cevap verir:

-Kaptana inansaydın, can yeleği edinir bu duruma düşmezdin!..

Burada kaptana inanman değil, dediklerini uymuş olman yarar sağlardı. Kaptana imân etmen sana gemideyken fayda verirdi…

Burası, yaptıklarının karşılığını alma yeridir ki, artık kaptana inanıp inanmamanın tartışması yapılmaz!.

Eğer gerçekten sen kaptana inansaydın, onu sevseydin, gemideyken onun dediklerini yapar, şimdi de bu duruma düşmezdin!.”

İnsanlar günümüzde maâlesef büyük bir bilgisizlikle, «Ben ALLAHa, Rasûlü’ne inanıyorum» diyorlar… Ama hiç bir çalışma da yapmıyorlar!..

Hatta bu konuyu araştırma gereğini bile duymuyorlar!..

Oysa onlardan istenen, «inanıyorum» kelimesini tekrar etmeleri değil ki!..

Ne “ALLAH” Adıyla İşaret Edilen’in, ne de Allah Rasûlü’nün inanılmaya ihtiyacı yoktur!.

Ama insanların yarın içine girecekleri boyut şartları nedeniyle, Allah Rasûlü’nün gösterdiği biçimde, bir takım çalışmalar yaparak, belirli güçleri elde etmeye zorunlu ihtiyaçları vardır… Ki karşılaşacakları ortamda, bu özelliklere ve güçlere eriştikleri için, belli sıkıntı ve azaplardan kendilerini korusunlar!..

Şayet Allah Rasûlü’ne inandığın için, onun gösterdiği yolda, târif ettiği tarzda belirli çalışmalar yaparak, kendindeki bu güçleri ortaya çıkartabilirsen, neticede kendini «Cehennem» diye bahsedilen ortamdan kurtarabilirsin.

Fakat, ne kadar inandığını söylersen söyle; Allah Rasûlü’nün gösterdiği yolda, O’nun târif ettiği biçimde, zorunlu olan çalışmaları yapmazsan, sana o şartlarda gerekli olacak güçleri ve özellikleri elde edemeyeceğin için neticede kendi kendini cehenneme atmış olacaksın!..

«Herkes için yaptığı çalışmalara göre dereceler vardır. Kimseye haksızlık edilmeyerek, fiillerinin karşılığı verilir.» (46-19)

«Bu senin yaptıklarının karşılığıdır. ALLAH, kullarına zulmedici değildir!» (22-10)

Öyle ise aklını başına toplayıp, sana verilen bu beyin hazinesini, enerjisini, ömrünü, ölümü tattığın anda bu dünyada bırakacağın, gittiğin ortamda sana hiç bir yararı olmayacak şeyler için «israf» etmek suretiyle «nefsine zulmetme»!

«Şüphesiz ki ALLAH israf edenleri sevmez».

âyeti, elindeki üç- beş kuruşu çarçur eden için söylenmemiştir!..

«Nefsini israfta bulunan» anlamınadır.

Nefsinde, benliğinde var olan «hilâfete» sebep olan o ilâhî güçleri gerektiği gibi kullanmayarak «israf etme» denilmektedir.

Nitekim, Kur’ân-ı Kerîm’de çeşitli yerlerde çeşitli peygamberlerin ağzından tekrarlanan,

«Ben nefsime zulmettim»

beyânlarının dahi anlamı bu yolda olup,

«nefsimdeki hilâfet özelliklerinin hakkını vermeyerek, kendi kendime zulmettim» denmek istenmektedir.

Dünyada bırakıp gideceğin şeyi, bir süre önce israf etsen ne olur, etmesen ne olur!..

Ama sana ebediyyen lâzım olacak bir şeyi, bir daha asla ele geçiremeyeceğin bir şeyi «israf» edersen, neticede kendi kendine öyle bir «zulümde» bulunmuş olursun ki, bunun getireceği pişmanlıkların azâmetini burada anlatabilmem asla mümkün değildir.

Öbür dünyada sana adetâ tanrısal güçler ve yaşam verecek olan «nefsinin» hakkını vermemen, seni sonu gelmeyen bir hüsran içine atacaktır.

Öbür dünyanın gerçekleri buradan tamamiyle ayrıdır!..

Zaman kavramının farklılığını izah için basit bir misâl verelim…

Güneşin kendi merkezi çevresinde ki turu 255 milyon sene!.. Bu ne demektir düşünebilir miyiz?..

Ölüm ötesi yaşam boyutunda, bir günün, bizim senemizle bin sene olduğu Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle ifade ediliyor:

«Rabbinizin indinde bir gün, ölçünüzle 1000 yıl gibidir» (22-47)

«Aralarında, kabirde ancak on gün kaldınız diye konuşacaklar» (20-103)

“Melekler ve ruh ona, miktarı 50 bin sene uzunluğunda olan bir günde çıkar!.” (70-4)

“Onlar onu gördükleri zaman, sanki (dünyada) aşiyyen (güneş batımı ile havanın kararması arası kadarlık bir süre) ya da sabahın kısa bir vakti kadar yaşadıklarını FARKEDERLER” (79-46)

Oysa belki de, mezardaki canlı yaşamınız milyonlarca ve milyonlarca yıl sürecek.

«Sıratı insanların geçiş süresi 3000 senedir!» diyor Hazreti Muhammed Aleyhisselâm.

Bir günü dünya senesi ile 1000 sene olan, 3000 sene!…

Evet, Kıyâmet ile birlikte dünya üzerinde serbest kalan ruhların, güneşin çekim alanından kendilerini kurtarıp cennetlere ulaşmaları anlamına gelen sıratı geçiş süreleri bu kadar uzun bir zaman!..

Bu, o boyutun 3000 senesi!… Bizim zaman boyutumuz ise tamamiyle iptal!..

Kıyâmete kadar daha ne süre geçecek?..

Ölümü tadanların mezarlardaki, canlı, diri yaşamları acaba kaç milyon veya milyar sene sürecek?..

Sonra Dünyanın, Cehennemin hararetiyle eriyip düz bir tepsi gibi olması kaç milyar sene alacak?..

Sonra orada toplanan insanların, «sıratı geçme» diye ifade edilen «kaçışları» kaç yüz milyon sene tutacak?..

Ve nihayet ondan sonraki «ebedî» diye nitelenen yaşam kaç milyarlar kere milyarca seneyi kapsayacak?!..

Düşünün ki, bütün bu evreleri tek başınıza geçeceksiniz!.

Milyarlara ulaşacak bir süre, mezârda canlı, şuurlu bir şekilde hapis kalacak, bedeninizi oradaki hayvanların yemelerini seyredeceksiniz…

Sonra dünyada sahip olduğunuz ya da kullanmaya alıştığınız şeylerin yokluğunun ızdırabını çekeceksiniz…

Ta kıyâmete kadar sürecek bir azab bu!..

Ve de kıyâmet ile birlikte başınıza gelecekleri seyrederek!..

Bu işin sadece mezardaki yanı… Daha sonraki aşamalarına hiç geçmeyeceğim.

Arzu edenler çeşitli hadîs kitaplarından bundan sonraki devreleri ve buralarda karşılaşacakları şeyleri öğrenebilirler.

“Her nefis yarın için önceden gönderdiğine baksın…” (59-18)

Demek ki, insan, dünyada yapacağı çalışmalar ile yarın karşılaşacaklarını oluşturacaktır!..

Ya, bu gerçeği göz önüne alarak bilinçli bir şekilde dünya hayatımızı değerlendirecek ve ona göre, düşünce sistemimize, yaşantımıza yön vereceğiz; ya da bütün bunları bir yana koyarak, dünya zevk ve acıları içinde ömrümüzü tüketeceğiz..

Buna da sebep olacak şey, sadece Hazreti Muhammed’in açıkladığı “ALLAH” adıyla işaret ettiğini anlamamış olmamızdır!.

Şayet, samimî olarak ölüm ötesi yaşama kendimizi hazırlamak istiyorsak işe «ALLAH»tan başlamak, ve önce «ALLAH» adıyla işaret edilenin ne olduğunu fark etmek ve öğrenmek zorundayız!.

Genelde, kafamızda hayâl edilen TANRI’ya «ALLAH» adını verip O’nu bu etiket ile etiketleme hâli, bütün yanlış davranışlarımızın temelini meydana getirmektedir.

«Hevâsını hayâlindekini TANRI edineni gördün mü!?..» (25-43)

Taklit yollu TANRI kabulü, tüm din anlayışımızın temelini teşkil edince, çok zaman inkâra veya isyana uzanan bâtıl bir din anlayışı içine düşmekte ve neticede de her şeye boş vermekteyiz.

Oysa, “ALLAH’ın AHAD” oluşunun manâsını anlayabilsek, gökte bir TANRI olmadığını kavrayabilsek, herkesin kendi amellerinin karşılığına ulaşacağını idrâk etsek, bütün yaşamımız değişecektir!..

“ALLAH’ın AHAD” oluşundan ve bunun getireceği sonuçlardan sözetmeye çalıştığımız bu kitapçığımıza son vermeden önce kısaca bir konuya daha değinmek istiyorum.