9. CÜZ 3. HİZİP


07- A`RAF SÛRESİ الأعراف Aynı anda dinleyip takip edebilirsinizTIKLA
سْمِ اللَّهِ الرَّحْمَٰنِ الرَّحِيمِ BismillahirRahmânirRahiym
وَإِذْ نَتَقْنَا الْجَبَلَ فَوْقَهُمْ كَأَنَّهُ ظُلَّةٌ وَظَنُّوا أَنَّهُ وَاقِعٌ بِهِمْ خُذُوا مَا آتَيْنَاكُمْ بِقُوَّةٍ وَاذْكُرُوا مَا فِيهِ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ
171-) Ve iz netaknel cebele fevkahüm keennehu zulletün ve zannu ennehu vakı`un Bihim* huzû ma ateynaküm Bi kuvvetin vezküru ma fiyhi lealleküm tettekun;
171-) Hani o dağı sanki bir gölgelik gibi üstlerinde yükseltip kaldırmıştık da, o üzerlerine düşüp, kendilerini helâk edecek diye düşünmüşlerdi… “Size verdiğimize kuvvetle sarılın ve onda olanı hatırlayıp düşünün ki korunabilesiniz.”
وَإِذْ أَخَذَ رَبُّكَ مِنْ بَنِي آدَمَ مِنْ ظُهُورِهِمْ ذُرِّيَّتَهُمْ وَأَشْهَدَهُمْ عَلَىٰ أَنْفُسِهِمْ أَلَسْتُ بِرَبِّكُمْ ۖ قَالُوا بَلَىٰ ۛ شَهِدْنَا ۛ أَنْ تَقُولُوا يَوْمَ الْقِيَامَةِ إِنَّا كُنَّا عَنْ هَٰذَا غَافِلِينَ
172-) Ve iz ehaze Rabbüke min beniy Ademe min zuhurihim zürriyyetehüm ve eşhedehüm alâ enfüsihim* elestü BiRabbiküm* kalu bela şehidna* en tekulu yevmel kıyameti inna künna an hazâ ğafiliyn;
172-) Hani Rabbin Âdemoğullarından, onların bellerinden (menilerinden, genlerinden) kendi zürriyetlerini alıp; onları kendi nefslerine şahitlendirerek sordu: “Elestu BiRabbiküm = Rabbiniz değil miyim?”, (onlar da) “KALU = dediler, BELA = evet, Şehidna = bilfiil şahidiz”… Kıyamet sürecinde, “Biz bundan kozalıydık (gafildik)” demeyesiniz! (İslam fıtratı üzerine yaratılır tüm insanlar konusunu anlatmakta… A.H.)
أَوْ تَقُولُوا إِنَّمَا أَشْرَكَ آبَاؤُنَا مِنْ قَبْلُ وَكُنَّا ذُرِّيَّةً مِنْ بَعْدِهِمْ ۖ أَفَتُهْلِكُنَا بِمَا فَعَلَ الْمُبْطِلُونَ
173-) Ev tekulu innema eşreke abaüna min kablü ve künna zürriyyeten min ba`dihim* efetühliküna Bima fealel mubtılun;173-) Bir de “Daha önce atalarımız yalnızca müşrik olarak yaşarlardı; biz de onların devamı bir zürriyetiz (onların genetik özelliklerinin devamıyız); Hakk`ı inkâr eden atalarımız yüzünden bizi helâk mı edeceksin?” demeyesiniz (diye yukarıdaki olayı açıkladık. Zira her insan İslâm fıtratı {programı} üzere yaratılır. Din anlayışı çevresinin şartlandırmasıyla başlar).
وَكَذَٰلِكَ نُفَصِّلُ الْآيَاتِ وَلَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ
174-) Ve kezâlike nufessılul âyâti ve leallehüm yerciun;
174-) Belki (hakikate) rücu ederler diye işte böylece delilleri – işaretleri tafsilâtlandırıyoruz.
وَاتْلُ عَلَيْهِمْ نَبَأَ الَّذِي آتَيْنَاهُ آيَاتِنَا فَانْسَلَخَ مِنْهَا فَأَتْبَعَهُ الشَّيْطَانُ فَكَانَ مِنَ الْغَاوِينَ
175-) Vetlü aleyhim nebeelleziy ateynahu âyâtina fenseleha minha feetbe`ahüş şeytanü fekâne minel ğaviyn;
175-) Onlara şu şahsın haberini bildir: Biz ona işaretlerimizi verdiğimiz halde o ilimden sıyrılıp çıktı (hakikati unutup nefsaniyetiyle yaşamaya başladı)… (Derken) şeytan (kendini beden kabulü) onu (kendine) tâbi kıldı ve (nihayet o) azgınlardan oldu.
وَلَوْ شِئْنَا لَرَفَعْنَاهُ بِهَا وَلَٰكِنَّهُ أَخْلَدَ إِلَى الْأَرْضِ وَاتَّبَعَ هَوَاهُ ۚ فَمَثَلُهُ كَمَثَلِ الْكَلْبِ إِنْ تَحْمِلْ عَلَيْهِ يَلْهَثْ أَوْ تَتْرُكْهُ يَلْهَثْ ۚ ذَٰلِكَ مَثَلُ الْقَوْمِ الَّذِينَ كَذَّبُوا بِآيَاتِنَا ۚ فَاقْصُصِ الْقَصَصَ لَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ
176-) Ve lev şi`na lerafa`nahu Biha ve lakinnehu ahlede ilel Ardı vettebe`a hevahu, femeseluhu kemeselil kelb* in tahmil aleyhi yelhes ev tetrükhü yelhes* zâlike meselül kavmilleziyne kezzebu Bi âyâtina* faksusıl kasasa leallehüm yetefekkerun;
176-) Eğer dileseydik, onu bu işaretlerle yükseltirdik… Fakat o arza (bedenselliğe) yerleşti ve boş asılsız dürtülerine tabi oldu! Artık onun meseli şu köpeğin meseli gibidir: Üstüne varsan da dilini sarkıtıp solur, terketsen de dilini sarkıtıp solur… İşte işaretlerimizi yalanlayan topluluk, buna benzer! (Sen bu) kıssayı anlat, belki üzerinde düşünürler.
سَاءَ مَثَلًا الْقَوْمُ الَّذِينَ كَذَّبُوا بِآيَاتِنَا وَأَنْفُسَهُمْ كَانُوا يَظْلِمُونَ
177-) Sae meselanilkavmülleziyne kezzebu Bi âyâtina ve enfüsehüm kânu yazlimun;
177-) (Esmâ`nın çıkışı olan) işaretlerimizi yalanlayan ve (böylece) nefslerine zulmetmiş olan topluluğun durumu ne kötüdür!

مَنْ يَهْدِ اللَّهُ فَهُوَ الْمُهْتَدِي ۖ وَمَنْ يُضْلِلْ فَأُولَٰئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ
178-) Men yehdillâhu fe “HU”vel mühtediy* ve men yudlil feülaike hümül hasirun;
178-) Allâh kime hidâyet eder ise, odur hakikate eren! Kimi de saptırır ise, işte onlar hüsrana uğrayanların ta kendileridir.
وَلَقَدْ ذَرَأْنَا لِجَهَنَّمَ كَثِيرًا مِنَ الْجِنِّ وَالْإِنْسِ ۖ لَهُمْ قُلُوبٌ لَا يَفْقَهُونَ بِهَا وَلَهُمْ أَعْيُنٌ لَا يُبْصِرُونَ بِهَا وَلَهُمْ آذَانٌ لَا يَسْمَعُونَ بِهَا ۚ أُولَٰئِكَ كَالْأَنْعَامِ بَلْ هُمْ أَضَلُّ ۚ أُولَٰئِكَ هُمُ الْغَافِلُونَ
179-) Ve lekad zere`na licehenneme kesiyran minel cinni vel ins* lehüm kulubün lâ yefkahune Biha, ve lehüm a`yünün lâ yubsırune Biha, ve lehüm azânun lâ yesme`une Biha* ülaike kel en`ami belhüm edall* ülaike hümül ğafilun;
179-) Andolsun ki cinn ve insten çoğunu cehennem yaşamı için yaratıp, çoğalttık! Ki onların kalpleri (şuurları) var, (hakikati) kavrayamazlar; gözleri var bunların, onlarla baktıklarını değerlendiremezler; kulakları var, onlarla duyduklarını kavrayamazlar!.. İşte bunlar en`am (evcil hayvanlar) gibidirler; belki daha da şaşkın! Onlar gâfillerin (gılaf içinde – kozalarında yaşayanların) ta kendileridir!
وَلِلَّهِ الْأَسْمَاءُ الْحُسْنَىٰ فَادْعُوهُ بِهَا ۖ وَذَرُوا الَّذِينَ يُلْحِدُونَ فِي أَسْمَائِهِ ۚ سَيُجْزَوْنَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
180-) Ve Lillâhil Esmâül Husna fed`uHU Biha* ve zerulleziyne yulhıdune fiy EsmâiHİ, seyüczevne ma kânu ya`melun;
180-) Esmâ ül Hüsnâ Allâh`ındır (o isimlerin işaret ettiği özellikler, TEK, SAMED Allâh`a işaret eder… Dolayısıyla bu isimler ve bu isimlerin işaret ettiği anlamlar sadece O`nundur; beşer anlayışıyla kayıt altına girmez. Nitekim 23. Mu`minûn Sûresi 91. âyetinde de: SubhanAllâhi amma yesıfun = Allâh onların tanımlamalarından Subhan`dır (ötedir)! buyurulur)! O`na isimlerin mânâlarıyla yönelin… O`nun Esmâ`sında ilhada sapanları (şirke düşenleri) terk edin! Yapmakta olduklarının karşılığını göreceklerdir.
وَمِمَّنْ خَلَقْنَا أُمَّةٌ يَهْدُونَ بِالْحَقِّ وَبِهِ يَعْدِلُونَ
181-) Ve mimmen hâlâkna ümmetün yehdune Bil Hakkı ve BiHİ ya`dilun;
181-) Yarattıklarımızdan (öyle) bir topluluk var ki, Hak olarak hakikate erdirirler ve O`nun ile her şeyin hakkını verirler!
وَالَّذِينَ كَذَّبُوا بِآيَاتِنَا سَنَسْتَدْرِجُهُمْ مِنْ حَيْثُ لَا يَعْلَمُونَ
182-) Velleziyne kezzebu Bi âyâtina senestedricühüm min haysü lâ ya`lemun;
182-) (Hakikate) işaretlerimizi yalanlayanları, hiç bilmedikleri taraftan aşama aşama (mekr yollu) helâke götürürüz.
وَأُمْلِي لَهُمْ ۚ إِنَّ كَيْدِي مَتِينٌ
183-) Ve umliy lehüm* inne keydiy metiyn;
183-) İstediklerini yapmaları için süre de tanırım onlara… Muhakkak ki benim ince düzenim metîndir (pek sağlamdır).
أَوَلَمْ يَتَفَكَّرُوا ۗ مَا بِصَاحِبِهِمْ مِنْ جِنَّةٍ ۚ إِنْ هُوَ إِلَّا نَذِيرٌ مُبِينٌ
184-) Evelem yetefekkeru ma Bi sahıbihim min cinnetin, in huve illâ neziyrun mubiyn;
184-) Düşünmediler mi ki, sahiplerinde hiçbir cinnet (akılsızlık) yoktur! O sadece apaçık bir uyarandır.
أَوَلَمْ يَنْظُرُوا فِي مَلَكُوتِ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَمَا خَلَقَ اللَّهُ مِنْ شَيْءٍ وَأَنْ عَسَىٰ أَنْ يَكُونَ قَدِ اقْتَرَبَ أَجَلُهُمْ ۖ فَبِأَيِّ حَدِيثٍ بَعْدَهُ يُؤْمِنُونَ
185-) Evelem yenzuru fiy Melekutis Semavati vel Ardı ve ma halekAllâhu min şey`in, ve en asa en yeküne kadıkterebe ecelühüm* fe Bi eyyi hadiysin ba`dehu yu`minun;
185-) Semâlar ve arzın melekûtuna (kuvvelerine), Allâh`ın yarattığı herhangi bir şeye ve ecellerinin yaklaşmış olabileceğine bakmadılar mı? Artık bunlardan (ders almıyorlarsa) hangi söze iman ederler?
مَنْ يُضْلِلِ اللَّهُ فَلَا هَادِيَ لَهُ ۚ وَيَذَرُهُمْ فِي طُغْيَانِهِمْ يَعْمَهُونَ
186-) Men yudlilillâhu fela hadiye lehu, ve yezeruhüm fiy tuğyanihim ya`mehun;
186-) Allâh kimi saptırırsa, artık ona hidâyet edecek yoktur… Onları kendi taşkınlıkları içinde kör ve şaşkın, bocalar hâlde bırakır.
يَسْأَلُونَكَ عَنِ السَّاعَةِ أَيَّانَ مُرْسَاهَا ۖ قُلْ إِنَّمَا عِلْمُهَا عِنْدَ رَبِّي ۖ لَا يُجَلِّيهَا لِوَقْتِهَا إِلَّا هُوَ ۚ ثَقُلَتْ فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ ۚ لَا تَأْتِيكُمْ إِلَّا بَغْتَةً ۗ يَسْأَلُونَكَ كَأَنَّكَ حَفِيٌّ عَنْهَا ۖ قُلْ إِنَّمَا عِلْمُهَا عِنْدَ اللَّهِ وَلَٰكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ
187-) Yes`eluneke anis saati eyyane mursaha* kul innema ılmuha `ınde Rabbiy* lâ yücelliyha livaktiha illâ HU* sekulet fiys Semavati vel Ard* lâ te`tiyküm illâ bağteten, yes`eluneke keenneke hafiyyün `anha* kul innema `ılmuha `indAllâhi ve lâkinne ekseran Nasi lâ ya`lemun;
187-) Sana, “Ne zaman gelip çatacak o saat?” diye soruyorlar… De ki: “Onun ilmi ancak Rabbimin indîndedir… Onu, sırası geldiğinde açığa çıkaracak yalnız `HÛ`dur! (o tecellide zaman – mekân, eşya – kişi söz konusu olmaz)… Semâlara ve arza ağır gelmiştir… Size ancak ansızın gelir.” Sanki sen onu (deneyimleyerek) bilensin gibi sana soruyorlar… De ki: “Onun ilmi, Allâh indîndedir… Fakat insanların çoğunluğu bilmiyorlar.
قُلْ لَا أَمْلِكُ لِنَفْسِي نَفْعًا وَلَا ضَرًّا إِلَّا مَا شَاءَ اللَّهُ ۚ وَلَوْ كُنْتُ أَعْلَمُ الْغَيْبَ لَاسْتَكْثَرْتُ مِنَ الْخَيْرِ وَمَا مَسَّنِيَ السُّوءُ ۚ إِنْ أَنَا إِلَّا نَذِيرٌ وَبَشِيرٌ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ
188-) Kul lâ emlikü li nefsiy nef`an ve lâ darren illâ maşaAllâh* ve lev küntü a`lemül ğaybe lesteksertü minel hayr* ve ma messeniyessuü in ene illâ neziyrun ve beşiyrun likavmin yu`minun;
188-) De ki: “Allâh`ın dilediği dışında, nefsim için ne bir fayda ve ne de bir zarar oluşturabilirim… (Mutlak) gaybı biliyor olsaydım, elbette hayrına çoğaltırdım… Bana kötülük de dokunmazdı… Ben ancak bir uyarıcı ve iman eden topluluğa bir müjdeleyiciyim.”
هُوَ الَّذِي خَلَقَكُمْ مِنْ نَفْسٍ وَاحِدَةٍ وَجَعَلَ مِنْهَا زَوْجَهَا لِيَسْكُنَ إِلَيْهَا ۖ فَلَمَّا تَغَشَّاهَا حَمَلَتْ حَمْلًا خَفِيفًا فَمَرَّتْ بِهِ ۖ فَلَمَّا أَثْقَلَتْ دَعَوَا اللَّهَ رَبَّهُمَا لَئِنْ آتَيْتَنَا صَالِحًا لَنَكُونَنَّ مِنَ الشَّاكِرِينَ
189-) “HU”velleziy halekaküm min nefsin vahıdetin ve ceale minha zevceha li yesküne ileyha* felemma teğaşşaha hamelet hamlen hafiyfen femerrat Bih* felemma eskalet deavAllâhe Rabbehüma lein ateytena salihan lenekünenne mineş şakiriyn;
189-) “HÛ” ki, sizi TEK bir nefsten – benlikten (makro planda: Hakikat-i Muhammedî – Akl-ı evvel; mikro planda: insanlık şuuru – Akl-ı küll) yarattı ve ondan da eşini (makro planda: evreni; mikro planda: beyni) oluşturdu; ona yerleşsin diye… Onu (eşini) örtüp bürüyünce, (eşi) hafif bir yük yüklendi, onu taşıdı… Ağırlaştığında, ikisi birden Rableri olan Allâh`a: “Andolsun ki, eğer bize bir sâlih verirsen, mutlaka biz değerlendirenlerden oluruz” diye dua ettiler. (Bu âyet, hem âlemlerin oluşuyla ilgili olarak anlaşılabilir, hem de insanın oluşumuyla.)
فَلَمَّا آتَاهُمَا صَالِحًا جَعَلَا لَهُ شُرَكَاءَ فِيمَا آتَاهُمَا ۚ فَتَعَالَى اللَّهُ عَمَّا يُشْرِكُونَ
190-) Felemma atahüma salihan ce`alâ leHU şürekâe fiyma atahüma* fetealellahu amma yüşrikûn;
190-) Onlara bir sâlih (evlat) verince, onlara verdiğine bağlı olarak Allâh`a ortaklar oluşturdular… Allâh onların ortak koştuklarından Yüce`dir.
أَيُشْرِكُونَ مَا لَا يَخْلُقُ شَيْئًا وَهُمْ يُخْلَقُونَ
191-) Eyüşrikûne ma lâ yahluku şey`en ve hüm yuhlekun;
191-) Kendileri yaratılıyor oldukları hâlde (ve) bir şey yaratmayanları mı ortak koşuyorlar? (Bu iki âyette, insanların doğasal olay veya varlıkları, Allâh yanı sıra ilâh – tanrı konumunda düşünmelerine atıf vardır.)
وَلَا يَسْتَطِيعُونَ لَهُمْ نَصْرًا وَلَا أَنْفُسَهُمْ يَنْصُرُونَ
192-) Ve lâ yestetıy`une lehüm nasran ve lâ enfüsehüm yensurun;
192-) (Allâh`a ortak koşulanlar) onlara yardıma muktedir olamadıkları gibi, kendi nefslerine de yardım edemezler!
وَإِنْ تَدْعُوهُمْ إِلَى الْهُدَىٰ لَا يَتَّبِعُوكُمْ ۚ سَوَاءٌ عَلَيْكُمْ أَدَعَوْتُمُوهُمْ أَمْ أَنْتُمْ صَامِتُونَ
193-) Ve in ted`uhüm ilel hüda lâ yettebiuküm* sevaün aleyküm ede`avtümuhüm em entüm samitun;
193-) Şayet onları hüdaya (hidâyete) davet etseniz, size tâbi olmazlar… Ha onları davet etmişsiniz ha susmuşsunuz, ikisi de birdir.
إِنَّ الَّذِينَ تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللَّهِ عِبَادٌ أَمْثَالُكُمْ ۖ فَادْعُوهُمْ فَلْيَسْتَجِيبُوا لَكُمْ إِنْ كُنْتُمْ صَادِقِينَ
194-) İnnelleziyne ted`une min dûnillâhi ıbadun emsalüküm fed`uhüm felyesteciybu leküm in küntüm sadikıyn;
194-) Allâh dûnunda yöneldikleriniz, muhakkak sizin benzerleriniz kullardır! Eğer (inancınızda) ısrarlıysanız hadi çağırın onları da, size icabet etsinler!
أَلَهُمْ أَرْجُلٌ يَمْشُونَ بِهَا ۖ أَمْ لَهُمْ أَيْدٍ يَبْطِشُونَ بِهَا ۖ أَمْ لَهُمْ أَعْيُنٌ يُبْصِرُونَ بِهَا ۖ أَمْ لَهُمْ آذَانٌ يَسْمَعُونَ بِهَا ۗ قُلِ ادْعُوا شُرَكَاءَكُمْ ثُمَّ كِيدُونِ فَلَا تُنْظِرُونِ
195-) Elehüm ercülün yemşune Biha, em lehüm eydin yebtışune Biha, em lehüm a`yunün yubsırune Biha, em lehüm azânün yesme`une Biha* kulid`u şürekâeküm sümme kiyduni fela tunzırun;
195-) Onların yürüyecekleri ayakları; yahut tutacakları elleri; yahut görecekleri gözleri; yahut duyacakları kulakları mı var? De ki: “Çağırın ortak (koştuk)larınızı, bana tuzak kurun ve hiç göz açtırmayın bana!”
إِنَّ وَلِيِّيَ اللَّهُ الَّذِي نَزَّلَ الْكِتَابَ ۖ وَهُوَ يَتَوَلَّى الصَّالِحِينَ
196-) İnne Veliyyiyellahulleziy nezzelel Kitabe, ve HUve yetevelles salihıyn;
196-) Muhakkak ki benim Veliyy`im, O hakikat BİLGİsini (Kitabı) tenzîl eden Allâh`tır! O, sâlihlere Veliyy olur.
وَالَّذِينَ تَدْعُونَ مِنْ دُونِهِ لَا يَسْتَطِيعُونَ نَصْرَكُمْ وَلَا أَنْفُسَهُمْ يَنْصُرُونَ
197-) Velleziyne ted`une min dûniHİ lâ yestetıy`une nasreküm ve lâ enfüsehüm yensurun;
197-) Sizin O`nun dûnunda (yardıma) çağırdıklarınız ise, ne size yardım etmeye muktedirdirler ve ne de kendilerine yardım edebilirler.
وَإِنْ تَدْعُوهُمْ إِلَى الْهُدَىٰ لَا يَسْمَعُوا ۖ وَتَرَاهُمْ يَنْظُرُونَ إِلَيْكَ وَهُمْ لَا يُبْصِرُونَ
198-) Ve in ted`uhüm ilelhüda lâ yesme`û* ve terahüm yenzurune ileyke ve hüm lâ yubsırun;
198-) Onları hidâyet etmeleri için çağırsanız, işitmezler… Onları sana bakar sanırsın, ama görmezler!
خُذِ الْعَفْوَ وَأْمُرْ بِالْعُرْفِ وَأَعْرِضْ عَنِ الْجَاهِلِينَ
199-) Huzil afve ve`mur Bil urfi ve a`rıd anil cahiliyn;
199-) Affedici ol, olumlu, yararlı şeylerle hükmet ve cahillerden yüz çevir!
وَإِمَّا يَنْزَغَنَّكَ مِنَ الشَّيْطَانِ نَزْغٌ فَاسْتَعِذْ بِاللَّهِ ۚ إِنَّهُ سَمِيعٌ عَلِيمٌ
200-) Ve imma yenzeğanneke mineş şeytani nezğun feste`ız Billâh* inneHU Semiy`un `Aliym;
200-) Eğer şeytandan (bedenselliğin) bir dürtme seni dürterse (bedensel arzulara iteklerse hakikatini perdeleyecek şekilde), hemen Allâh`a (nefsinin hakikati olan Esmâ`sının kuvvesine) sığın… Çünkü O, Semi`dir, Aliym`dir.
إِنَّ الَّذِينَ اتَّقَوْا إِذَا مَسَّهُمْ طَائِفٌ مِنَ الشَّيْطَانِ تَذَكَّرُوا فَإِذَا هُمْ مُبْصِرُونَ
201-) İnnelleziynettekav izâ messehüm taifün mineş şeytani tezekkeru feizâhum mubsırun;
201-) Korunanlara gelince, onlara şeytandan (bedensellik kabulünde yaşayan) bir taife dokunduğunda, (hakikatlerini) tezekkür ederler… Basîretle değerlendirme yaparlar.
وَإِخْوَانُهُمْ يَمُدُّونَهُمْ فِي الْغَيِّ ثُمَّ لَا يُقْصِرُونَ
202-) Ve ıhvanühüm yemüddunehüm fiyl ğayyi sümme lâ yuksırun;
202-) (Şeytanların) kardeşleri ise onları duygusallığa, azgınlığa sürüklerler… Sonra da yakalarını hiç bırakmazlar!
وَإِذَا لَمْ تَأْتِهِمْ بِآيَةٍ قَالُوا لَوْلَا اجْتَبَيْتَهَا ۚ قُلْ إِنَّمَا أَتَّبِعُ مَا يُوحَىٰ إِلَيَّ مِنْ رَبِّي ۚ هَٰذَا بَصَائِرُ مِنْ رَبِّكُمْ وَهُدًى وَرَحْمَةٌ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ
203-) Ve izâ lem te`tihim Bi ayetin kalu lev lectebeyteha* kul innema ettebi`u ma yuha ileyye min Rabbiy* hazâ basâiru min Rabbiküm ve hüden ve rahmetün likavmin yu`minun;
203-) Onlara bir âyet iletmediğinde: “Onu (kendinden) uydursaydın ya!” dediler… De ki: “Ancak, Rabbimden bana vahyolunana tâbi olurum… Bu (Kur`ân) Rabbinizden basîretlerdir (idrak ettirir), hüdadır (hakikat rehberi) ve iman eden topluluk için rahmettir (kemâlâtlarını açığa çıkarır). “
وَإِذَا قُرِئَ الْقُرْآنُ فَاسْتَمِعُوا لَهُ وَأَنْصِتُوا لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ
204-) Ve izâ kuriel Kur`anu festemi`u lehu ve ensıtu lealleküm turhamun;
204-) Kur`ân kıraat edildiğinde, Onu dinleyin ve susun ki size rahmet edilsin.
وَاذْكُرْ رَبَّكَ فِي نَفْسِكَ تَضَرُّعًا وَخِيفَةً وَدُونَ الْجَهْرِ مِنَ الْقَوْلِ بِالْغُدُوِّ وَالْآصَالِ وَلَا تَكُنْ مِنَ الْغَافِلِينَ
205-) Vezkür Rabbeke fiy nefsike tedarru`an ve hıyfeten ve dunel cehri minel kavli Bil ğuduvvi vel asali ve lâ tekün minel ğafiliyn;205-) Rabbini nefsinde, haddini bilerek, hissederek ve gizlice, gösterişsiz, sesini yükseltmeden, sabah – akşam zikret, hatırla ve derinliğine düşün! Gâfillerden olma!
إِنَّ الَّذِينَ عِنْدَ رَبِّكَ لَا يَسْتَكْبِرُونَ عَنْ عِبَادَتِهِ وَيُسَبِّحُونَهُ وَلَهُ يَسْجُدُونَ ۩
206-) İnnelleziyne `ınde Rabbike lâ yestekbirune an ıbadetiHİ ve yüsebbihuneHU ve leHU yescüdun;
206-) Muhakkak ki senin Rabbinin indîndekiler, asla O`na kulluktan büyüklenerek kaçınmazlar… O`nu tesbih ederler ve O`na (azameti indînde kendi hiçliklerini hissederek) secde ederler. (206. âyet secde âyetidir.)

8- ENFÂL SÛRESİ الأنفال Aynı anda dinleyip takip edebilirsinizTIKLA
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَٰنِ الرَّحِيمِBismillahirRahmânirRahiym
يَسْأَلُونَكَ عَنِ الْأَنْفَالِ ۖ قُلِ الْأَنْفَالُ لِلَّهِ وَالرَّسُولِ ۖ فَاتَّقُوا اللَّهَ وَأَصْلِحُوا ذَاتَ بَيْنِكُمْ ۖ وَأَطِيعُوا اللَّهَ وَرَسُولَهُ إِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِنِينَ
1-) Yes`eluneke anil enfal* kulil enfalü Lillâhi verRasûl* fettekullâhe ve aslihu zate beyniküm* ve etıy`ullahe ve RasûleHU in küntüm mu`miniyn;
1-) Sana savaş ganimetlerinin taksimini (konusunu) soruyorlar… De ki: “Savaş ganimetleri, Allâh ve Rasûlünündür… Allâh`tan (hakikatinizin yaşanmaması hâlinde, bunun getireceği sonuçlarından) korunun ve aranızdaki din kardeşliği ilişkisini (birbirinizin hakikatini görerek) düzeltin. Eğer (hakiki) iman edenler iseniz, Allâh`a ve Rasûlüne itaat edin (çünkü Hakikatiniz ve o hakikatin dillendiricisi, sizin hakikatinizi yaşamanızı ister).”
إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ الَّذِينَ إِذَا ذُكِرَ اللَّهُ وَجِلَتْ قُلُوبُهُمْ وَإِذَا تُلِيَتْ عَلَيْهِمْ آيَاتُهُ زَادَتْهُمْ إِيمَانًا وَعَلَىٰ رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَ
2-) İnnemel mu`minunelleziyne izâ zükirAllâhu vecilet kulubühüm ve izâ tüliyet aleyhim ayatuHU zadethüm iymanen ve alâ Rabbihim yetevekkelun;
2-) Kesinlikle iman edenler o kimselerdir ki, “Allâh”ı anıp düşündüklerinde onların şuurlarında ürperti olur (o azamet yanında kendi acziyetlerini düşünmekten); onlara O`nun işaretleri okunduğunda, onların imanlarını arttırır (düşünebildikleri oranda)… Onlar Rablerine tevekkül ederler (hakikatlerindeki El Vekiyl isminin, gereğini yerine getireceğine iman ederler).
الَّذِينَ يُقِيمُونَ الصَّلَاةَ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَ
3-) Elleziyne yukıymunes Salate ve mimma razaknahüm yünfikun;
3-) Onlar ki, salâtı ikame ederler (Allâh`a yönelişleri sonucu, tüm varlığın O`nun hükmüne uyduğu; âlemlerde Allâh Esmâ`sından başka {dûnunda} hiçbir şey olmadığı yaşanarak, “Bakıy Allâh`tır” hakikati açığa çıkar) ve onları rızıklandırdıklarımızdan (maddi veya salâtı yaşamanın sonucu oluşan manevî rızkı) infak ederler.
أُولَٰئِكَ هُمُ الْمُؤْمِنُونَ حَقًّا ۚ لَهُمْ دَرَجَاتٌ عِنْدَ رَبِّهِمْ وَمَغْفِرَةٌ وَرِزْقٌ كَرِيمٌ
4-) Ülaike hümül mu`minune Hakka* lehüm deracatün `ınde Rabbihim ve mağfiretün ve rizkun keriym;
4-) İşte onlardır hakkıyla (tahkike dayalı) iman edenler… Onlar için Rableri indînde (hakikatleri olan Esmâ mertebesinin getirisi olan) dereceler, mağfiret (Esmâ kuvvesi olan ilmin benliği örtmesiyle oluşan bağışlanma) ve kerîm rızık (cömert – şerefli rızık, maddi veya manevî rızık) vardır.
كَمَا أَخْرَجَكَ رَبُّكَ مِنْ بَيْتِكَ بِالْحَقِّ وَإِنَّ فَرِيقًا مِنَ الْمُؤْمِنِينَ لَكَارِهُونَ
5-) Kema ahraceke Rabbüke min beytike Bil Hakk* ve inne feriykan minel mu`miniyne le karihun;
5-) Nitekim Rabbin seni, Hakk`ı yaşatarak (duygusallıktan değil) evinden çıkardığında, gerçekten iman edenlerden bir bölümü bundan hoşlanmıyorlardı.
يُجَادِلُونَكَ فِي الْحَقِّ بَعْدَمَا تَبَيَّنَ كَأَنَّمَا يُسَاقُونَ إِلَى الْمَوْتِ وَهُمْ يَنْظُرُونَ
6-) Yücadiluneke fiyl Hakkı ba`de ma tebeyyene keennema yüsakune ilel mevti ve hüm yenzurun;
6-) Hak apaçık ortaya çıkmışken, buna rağmen onlar bunu kabullenmiyorlardı… Sanki onlar göre göre ölüme gidiyorlardı.