676 – BENÛ İSRAİL SURESİ

BENÛ İSRAİL SURESİ

676 – İbnu Abbas (radıyallahu anhüma), “…Sana gösterdiğimiz rüya ile ve Kur’ân’da lânetlenmiş ağaçla sadece insanları denedik…” (İsra, 60) mealindeki ayette geçen “rüya” için şu açıklamayı yaptı: “Bu, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Miraç gecesinde Beytu’l-Makdis’e götürüldüğü zaman gözüyle görmesidir. “Kur’ân’da lânetlenmiş ağaç” da zakkum ağacıdır.”

Buhari, Menakibu’l-Ensar 42, Tefsir, Benû İsrail 9, Kader 10; Tirmizi, Tefsir, Benû İsrail, (3133).

677 – İbnu Mes’ud (radıyallahu anh), “Bir şehri yok etmek istediğimiz zaman onun nimet ve refahtan şımarmış elebaşılarına (yola gelmelerini) emrederiz. Ama onlar orada iyice yoldan çıkarlar. Artık o şehir yok olmayı hakeder. Biz de onu yerle bir ederiz” (İsra, 16) ayetindeki “Şımarmış elebaşılarına emrederiz” ifadesiyle ilgili olarak şunu söylemiştir: “Biz cahiliye devrinde, sayıca artan bir kabile için: “falanca kabile arttı” derdik.”

678 – Yine İbnu Mes’ud (radıyallahu anh), “Onların taptıkları da Rablerine daha yakın olmak için vesile ararlar” (İsra, 57) ayeti hakkında şu açıklamayı yaptı: “İnsanlardan bir grup, cinlerden bir gruba tapıyorlardı. Bu cinniler Müslüman oldular. İnsanlar hâla bunlara tapmaya devam ettiler. Bunun üzerine ayet nazil oldu.”

Buhari, Tefsir, Benû İsrail 7, 8; Müslim, Tefsir 28, (3030).

679 – Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), “Bir gün bütün insanları önderleriyle beraber çağırırız” (İsra, 71) meâlindeki ayetle ilgili olarak şunu söyledi: “Onlardan biri çağırılır. (Amellerinin yazıldığı) kitap sağ eline verilir. Vücudu altmış zira’ genişletilir, yüzü beyazlaştırılır. Başına pırıl pırıl yanan inciden bir taç geçirilir. Bu haliyle arkadaşlarının yanına döner. Arkadaşları onu uzaktan görünce: “Ey Rabbimiz bunu bize de ver ve onu hakkımızda mübarek kıl” derler. O, yanlarına gelir ve onlara: “Müjde sizlere! Herbirinize bunun bir misli var” der.

Kâfire gelince, onun suratı kararır. Onun da vücudu, altmış zira’ genişletilir. Ona da bir taç giydirilir. Arkadaşları onu görünce: “Bunun şerrinden Allah’a sığınırız, Ey Rabbimiz onu bize verme” derler. Bu da arkadaşlarının yanına gelir. Onlar: “Ey Rabbimiz, onu zelil et” derler. O da: “Allah sizi rahmetinden uzak tuttu, sizden herkese bunun bir misli verilmiştir” der.”

Tirmizi, Tefsir, Benû İsrail, (3135).

680 – İbnu Ömer (radıyallahu anhüma), “Güneşin kayması (dülûku’ş-şems) anından gecenin kararmasına kadar güzelce namaz kıl” (İsra, 78) ayetinde geçen dülûku’ş-şems’ten maksad, “güneşin meyli” derdi.

Muvatta, Vukûtu’s-Salat 19, (1, 11).

681 – Yine Muvatta’da İbnu Abbas (radıyallahu anh)’tan geldiğine göre, İbnu Abbas, dülûku’ş-şems tabirini: “İzâ fâe’l-fey’u” diye açıklardı. (Bu da gölgenin batı cihetinden çekilip doğuya meyletmesidir. Bu da tam zevâl dediğimiz öğle vaktini ifade eder. Güneş gökte tam tepededir ve artık batı cihetine meyletmektedir.)

Ayetin devamında gelen “ğasaku’l-leyl” tabirini de, “gece ile gece karanlığının birleşmesi” diye açıklardı.

Muvatta, Vukûtu’s-Salat 20, (1, 11).

682 – Ebu Hüreyre (radıyallahu anh)’nin rivayetine göre, “…Sabah namazı şâhidlidir” (İsra, 78) ayeti hakkında Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şu açıklamayı yapmıştır:

“Onda gece melekleri de gündüz melekleri de, hazır bulunurlar”

Tirmizi, Tefsir, Benû İsrail, (3136). Tirmizi hadisin sahih olduğunu söylemiştir.

683 – Yine Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’a: “…Ümid edebilirsin, Rabbin seni bir Makam-ı Mahmud’a gönderecektir.” (İsra 79) ayetinde zikredilen “Makam-ı Mahmud”dan sual edildi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): “Bu şefaat’tir” diye cevap verdi.”

Tirmizi, Tefsir, İsra, (3136).

684 – İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “İnsanlar kıyamet günü cemaatler halinde olacaklar. Her ümmet kendi peygamberini takip edip: “Ey falan! bize şefaat et, ey falan bize şefaat et! diyecekler. Sonunda şefaat etme işi bana kalacak. İşte Makam-ı Mahmud budur.”

Buhari, Tefsir, Benû İsrail, 11, Zekât 52.

685 – İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) hicretle emredildiği zaman kendisine şu ayet indi: “De ki: “Rabbim, beni dahil edeceğin yere (Medine’ye) hoşnudluk ve esenlikle dâhil et; çıkaracağın yerden de (Mekke’den) hoşnudluk ve esenlikle çıkar. Katından beni destekleyecek bir kuvvet ver” (İsra, 80).

Tirmizi, Tefsir, Benû İsrail, (3138).

686 – İbnu Mes’ud (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Yahudilerden bir gruba uğradı. Onlardan bazısı: “Muhammed’e ruh hakkında sorun” dedi; bazısı da: “Sakın sormayın, hoşunuza gitmeyecek şeyler işitirsiniz” diye aralarında konuştular. Sonunda kalkıp: “Ey Ebu’l-Kâsım bize ruh’tan anlat, (ruh nedir?)” dediler. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir müddet sessiz durdu. Ben anladım ki kendisine vahiy inmektedir. Sonra okudu: “Sana ruhtan sorarlar; de ki, ruh Allah’ın emrinden ibarettir. Size onun hakkında az bir ilim verilmiştir” (İsra, 85)

Bir rivayette: “Onun hakkında az bir ilim verilmiştir” denmektedir. A’meş: “Bizim kıraatımızda böyledir” demiştir.

Buhari, İlm 47, Tefsir, Benû İsrail 13, İ’tisam 3, Tevhid 28, 29; Müslim, Münafıkûn 32, (2794); Tirmizi, Tefsir (3140).

687 – Hz. İbnu Abbas (radıyallahu anhüma)’tan gelen, Tirmizi’nin bir diğer rivayeti şöyledir:

“…Yahudiler: “Bize çok ilim verildi, bize Tevrat verildi. Kime Tevrat verilmişse ona çok ilim verilmiş demektir” dediler. Bunun üzerine şu ayet indi: “De ki Rabbimin sözlerini yazmak için denizler mürekkep olsa ve bir o kadarını da katsak, Rabbimin sözleri tükenmeden denizler tükenirdi” (Kehf, 109).

Tirmizi, Tefsir, Benû İsrail, (3139).

688 – Saffân İbnu Assâl (radıyallahu anh) anlatıyor: “İki Yahudi konuşuyorlardı, biri arkadaşına: “Gel seninle şu Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’e gidelim ve birşeyler soralım” dedi. Arkadaşı: “Ona peygamber deme” diye müdahale edip ekledi: “Şayet o, kendisinden “peygamber” diye bahsettiğini duyacak olursa sevincinden gözleri dört olur.”

Beraberce gidip Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’a imtihan niyetiyle dokuz açık ayetten soru sordular. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) onlara “Allah’a hiç bir şeyi ortak kılmayın, hırsızlık yapmayın, zina fazihasını işlemeyin. Allah7ın haram kıldığı cana kıymayın, mâsum kişiyi öldürtmek içinsultana gammazlamayın, sihir yapmayın, fâiz yemeyin, günahsız kadına zinâ iftirası atmayın, savaş sırasında cepheyi koyup kaçmayın, ey Yahudiler, bilhassa sizin için söylüyorum, cumartesi günü yasağını ihlâl etmeyin” dedi.

Saffân der ki: “Bu cevap üzerine Yahudiler, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın el ve ayaklarını öptüler ve: “Şehâdet ederiz ki, sen peygambersin” dediler.

Saffan diyor ki: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) onlara: “Öyleyse niye bana uymuyorsunuz?” diye sordu. Onlar:

“Davud (aleyhisselam), neslinden peygamber kesilmesin diye dua etti. Biz, sana uyduğumuz takdirde Yahudilerin bizi öldürmesinden korkuyoruz” cevabını verdiler.”

Tirmizi, İsti’zan 33, (2734), Tefsir, Benû İsrail (3143); Nesâî, Tahrim 18, (7, 111); İbnu Mace, Edeb 16, (3705).

689 – İbnu Abbas (radıyallahu anhüma), “… Ey Muhammed namaz kılarken sesini yükseltme, gizli de okuma, ikisi ortasında bir yol tut” (İsra, 110) ayeti hakkında şu açıklamayı yaptı:

“Bu ayet, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın gizli (tebligatta) bulunduğu sırada nazil olmuştur. O zaman sesini yükseltince müşrikler işitiyor ve Kur’ân’a onu indirene, onu getirene küfrediyorlardı. Allah Teâla Hazretleri, “Namazını açıktan yapma.” yani “açıktan, yüksek sesle okuma, ta ki müşrikler duymasın, ashabın işitmeyecek kadar da kısma” buyurarak ikisi arası, yâni seslilikle sessizlik ortası bir yol tutmasını emretti.”

Buhari, Tefsir, Benû İsrail 14, Tevhid 34, 44, 52; Müslim, Salat 145, (446); Tirmizi, Tefsir, Benû İsrail, (3144); Nesâî, Salat 80, (2, 177).

690 – Hz. Aişe (radıyallahu anha) diyor ki: “Şu ayet dua hakkında nazil olmuştur: “(Ey Muhammed) namaz kılarken sesini yükseltme, gizli de okuma…” (İsra, 110).

Buhari, Tefsir, Benû İsrail 14, Da’avât 17, Tevhid 44; Müslim, Salât 146, (447); Muvatta, Kur’ân 39, (1, 218).