5899 – MUHTELİF NEV’E GİREN HADİSLER

MUHTELİF NEV’E GİREN HADİSLER

5899 – Ebu Sa’idi ‘l-Hudri radıyallahu anh anlatıyor: “Bir gün Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bize ikindi namazı kıldırdı. Sonra bir hutbede bulundu.Bu hutbede, Kıyamet vaktine kadar olacak her şeyi bize haber verdi. Bunu belleyen belledi, unutan unuttu. Söyledikleri arasında şu da vardı:

“Dünya câziptir, tatlıdır. Allah sizi buraya halife olarak göndermiştir, nasıl amel edeceğinize bakmaktadır.

– Aman uyanık olun, dünyadan kaçının, kadından kaçının.

– Aman uyanık olun! Kimseyi, insanların korkusu, bildiği bir hakikati söylemekten alıkoymasın!”

Ravi der ki: “(Bunu söyleyince) Ebu Said merhum ağladı. Sonra sözlerine devam etti:

“Vallahi öyle şeyler gördük ki, korktuk. Resülullah’ın söyledikleri arasında şu da vardı:

– Haberiniz olsun! Kıyamet günü, her bir vefasız için vefasızlığı nisbetinde bir bayrak dikilecektir. Baş imamın (devlet reisinin) vefasızlığından daha büyük bir vefasızlık olmayacaktır. Onun bayrağı kıçının yanına dikilir.”

O günkü bellediklerimiz meyanında şu da vardı:

– Haberiniz olsun! İnsanoğlu çok çeşitli tabakalar halinde yaratılmıştır:

– Kimisi vardır, mü’min olarak doğar, mü’min olarak yaşar, kâfir olarak ölür.

– Kimisi vardır, kâfir olarak doğar, kâfir olarak yaşar, mü’min olarak ölür.

– Kimisi vardır, kâfir olarak doğar, kâfir olarak yaşar, kâfir olarak ölür.

– Haberiniz olsun kimisi vardır yavaş öfkelenir, (öfkesinden) çabuk döner; kimisi vardır çabuk öfkelenir, çabuk döner; kimisi vardır, yavaş öfkelenir, yavaş döner. İşte bunlar birbirlerini dengeler.

– Haberiniz olsun onlardan birkısmı vardır; çabuk döner, çabuk kızar. Bilesiniz bunların en hayırlısı ağır ötkelenen, çabuk dönendir; en şenlileri de çabuk ötkelenip yavaş dönendir.

– İnsanlardan borcunu iyi ödeyen, (başkasındaki alacağını) iyi talep eden vardır. Kimisi de kötü öder, iyi talep eder; kimi de kötü talep eder, iyi öder, bunlar birbirlerini dengeler. Bilesiniz birkısmı vardır kötü öder, kötü talep eder. Bilesiniz bunların en hayırlısı iyi ödeyen, iyi talep edendir; en kötüleri de kötü ödeyen, kötü talep edendir.

Bilesiniz! Öfke âdemoğlunun kalbinde bir kordur. Gözlerinin kızarmasını, avurtlarının şişmesini görmüyor musunuz! Kim, öfkeden bir başlangıç hissederse, yere yaslansın, (ötkesi geçinceye kadar öyle kalsın).”

Ebu Said dedi ki: “Biz (bu sırada) gündüzün aydınlığı devam ediyor mu diye güneşe bakmaya başladık. Bunun üzerine Aleyhissalâtu vesselâm:

“Haberiniz olsun! Dünyanın ömründen geçmiş kısmına nisbeten geri kalan kısmı, şu gününüzden geçen kısma nazaran geri kalan kısmına nisbeti gibidir.”

Tirmizi, Fiten 26, (2192).

5900 – İyâz İbnu Hımar radıyallahu anh anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“Rabbim, bugün bana öğrettiği şeylerden bilmediklerinizi size öğretmemi emretti. (Ve buyurdu ki): “Benim bir kula verdiğim her mal helaldir. Ben bütün kullarımı hanif (=müslüman, hakka taraftar) olarak yarattım. Ancak şeytanlar onlara gelip (fıtri) dinlerinden alıp götürdüler, kendilerine helal kıldığım şeyleri haram kıldılar. Kendisine bir güç vermediğim şeyi bana şirk koşmalarını emrettiler.”

Allah Teâla hazretleri arz ehline baktı ve Ehl-i kitaptan birkısmı hariç, onların Arap, Acem hepsine öfkelendi ve dedi ki:

“Ben seni, imtihan etmek ve seninle de (başkasını) imtihan etmek üzere gönderdim. Sana, suyun yıkayıp (yok edemeyeceği) bir kitap gönderdim. Ta ki sen onu uyurken de uyanıkken de okuyasın!”

Allah Teâla hazretleri bana, Kureyş’i ateşe vermemi (onlarla savaşmamı) emretti. Ben:

“Ey Rabbim, bu durumda onlar başımı yararlar ve bir ekmek parçasına çevirirler!” dedim.

“Öyleyse, seni çıkardıkları gibi sen de onları (Mekke’den) çıkar! Onlara karşı gazada bulun da biz de sana yardım edelim; infakta bulun biz de sana infak edelim. Sen bir ordu gönder, biz de sana onun beş misli (yardımcı melek ordusu) gönderelim. Sana itaat edenlerle birlik ol, asilere karşı savaş!” buyurdu. Cennetlikler üç kısımdır:

– Kuvvet sahibi, adaletli, sadaka veren ve muvaffak olanlar.

– Bütün yakınlarına ve müslümanlara karşı merhametli ve yumuşak kalpli olanlar.

– İffetli, namuslu ve çoluk çocuk sahibi olanlar.” Resulullah devamla dedi ki:

– Cehennem ehli de beş kısımdır:

– Aklı olmayan zayıflar. Bunlar, aranızda tâbi olarak bulunurlar, hiçbir ehle ve mala tâbi değildirler.

– Tamahkârlığını izhar etmeyen hâin kişiler. Böylesi, bir kapıyı çalsa mutlaka ihanet eder.

– Akşam, sabah her fırsatta malın ve ehlin hususunda seni aldatan adamlar.

– Cimrilik ve yalanı da zikretti.

– Bir de kötü huylu kaba sözlü insan.”

Resûlullah devamla buyurdular ki:

– Allah Teâla hazretleri, bana mütevazi olmanızı emretti. Öyle ki, hiç kimse hiç kimseye karşı böbürlenmesin, hiç kimse hiç kimseye karşı tecavüzde bulunmasın.”

Müslim, Cennet 63, (2865).

5901 – Ebu Ümâme radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“Allah Teâla hazretleri her hak sahibine hakkını verdi. Öyleyse varis lehine vasiyet yoktur. Çocuk yatağa aittir. Zâni için mahrumiyet vardır.

Gerçek hesapları Allah’a aittir. Kim kendisini babasından başkasına nisbet eder veya hakiki velisinden başkasını veli gösterirse, Kıyamet gününe kadar Allah’ın lâneti üzerine olsun.”

Resûlullah devamla dedi ki:

– Kadın, kocasının evinden onun izni olmadan (başkasına) infak edemez!”

Kendisine: “Ey Allah’ın Resûlü! Yiyecek de mi?” denildi.

– Bu, mallarınızın en kıymetlisidir!” buyurdular. Sonra sözlerine şöyle devam ettiler: “Ariyet (olarak alınan sahibine) ödenir. Minha (olarak alınan sahibine) geri verilir. Borç ödenir, kefil olan borçlu sayılır.”

Tirmizi, Vesâya 5, (2121); Ebu Dâvud, Büyû’ 90, (3565).

5902 – Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“Üzümü kerm diye isimlendirmeyin. “Vay şu dehrin mahrumiyet ve hüsranına!” diye kahırlı söz söylemeyin. Zira Allah’ın kendisi dehr’dir.”

Buhâri, Edeb 101; Müslim, Elfaz 516, (2246, 2247); Ebu Davud, Edeb 81, (4974); Muvatta, Kelam 3, (2, 984).

5903 – Vâil İbnu Hucr radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Kerm demeyin, fakat ıneb ve habele (asma) deyin.”

Müslim, Elfâz 12, (2248).

5904 – Abdullah İbnu Habeşi radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Kim bir sidre ağacını keserse, Allah onun başını cehenneme uzatır.”

Ebu Dâvud, Edeb 171, (5239).

Bu hadis hakkında kendisine sorulunca Ebu Dâvud şu cevabı vermiştir:

“Bu hadis muhtasardır. Manası şudur: “Kırda bayırda yolcuların ve hayvanların gölgesinden istifade ettikleri bir sidre ağacını, o ağaçta herhangi bir hak sahibi olmayan bir kimse, haksız olarak keserse Allah onun başını cehenneme uzatır” demektir.”

5905 – Hasan İbnu İbrahim anlatıyor: “Hişâm İbnu Urve’ye sidre ağacının kesilmesi hakkında (caiz mi, değil mi diye) sordum. Bu sırada Urve’nin kasrına dayalı vaziyette idi, şöyle cevap verdi:

“Şu kapıları, kapı kanatlarını hep görmüyor musun? Bunların hepsi Urve’nin sidre ağacındandır. Urve onu tarlasından kesmiş ve: “Bunda bir beis yok!” demişti.” Bir başka rivayete göre, Hişâm, soru sahibi Hasan İbnu İbrahim’e cevabında şöyle devam etmiştir: “Ey Iraklı ! Bu (yasak hikayesi, senin getirdiğin bir bid’adır.” Hasan İbnu İbrahim, Hişam’a: “Hayır bid’a sizin canibinizden geldi. Ben Mekke’de şöyle söyleyeni işittim: “Allah sidre ağacını kesen kimseye lanet etsin!)”

Ebu Dâvud, Edeb 171, (5241).

5906 – Hz. Câbir radıyallahu anh anlatıyor: “Yanlarında yüzü dağlanarak en vurulmuş bir merkep olduğu halde Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’a

uğrayanlar oldu: “Bunu böyle enleyenlere Allah lânet etsin!” buyurdular ve yüze vurmaktan ve yüzü enlemekten nehyettiler.”

Müslim, Libâs 106, (2116); Ebu Dâvud, Cihad 56, (2564); Tirmizi, Cihad 30, (1710).

5907 – İbnu Abbâs radıyallahu anhüma anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, yüzünden enlenmiş bir merkeb görmüştü, bunu uygun bulmadığını belirtti ve:

“Allah’a yemin olsun! (Ben olsaydım) eni bu hayvanın yüzünün en uzak noktasına vururdum!” buyurdu. Sonra emir verdi, kendi merkebinin sağrılarına en vuruldu. Böylece sağrıları ilk dağlayıp (en vuran) Aleyhissalâtu vesselâm oldu.”

Müslim, Libas 108, (2118).

5908 – Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: “Abdullah İbnu Ebî Talha’yı, tahnîk ediversin diye Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’a götürdüm. Onu elinde en vurma şişi olduğu halde zekat develerini enlerken buldum.”

Buhârî, Libas 22, Zekât 69, Zebâih 35; Müslim, Libâs 112, (2119); Ebu Dâvud, Cihad 57, (2563).

5909 – Hz. Câbir radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Karanlık çöktüğü zaman veya gece geldiği zaman çocuklarınızı dışarı salmayın. Çünkü şeytanlar bu esnada her tarafa yayılırlar. Yatsı vaktinden bir müddet geçince, onları serbest bırakın. Kapını kapa, Allah’ın ismini zikret. Kandilini söndür, Allah’ın ismini zikret. Yemek kabının ağzını kapa ve Allah’ın ismini zikret, (kapayacak bir şey bulamadığın taktirde (çubuk gibi) herhangi bir şeyi üzerine uzatıp koymak suretiyle de olsa (bunu yap)! Zira şeytan, kapalı kapıyı açamaz. Kandilleri söndürün, zira fasıkçık (fare), olur ki, fitili çeker de ev halkını yakar.”

Buhâri, Bed’ü’l-Halk 11, 14, Eşribe 22, İsti’zân 49, 50; Müslim, Eşribe 96, (2012); Muvatta, Sıfatu’n-Nebi 21, (2, 928, 929); Ebu Dâvud, Eşribe 22, (3731, 3732, 3733, 3734); Tirmizi, Et’ime 15, (1813).

5910 – Hz. İbnu Abbâs radıyallahu anh anlatıyor: “Bir fare gelerek çektiği bir fitili Resülullah aleyhissalâtu vesselâm’ın önüne, üzerinde oturmakta olduğu hasır minderin üstüne bırakıp gitti. Fitil, hasırdan bir dirhem kadar bir yer yaktı. Bunun üzerine Aleyhissâlatu vesselâm: “Uyuyacağınız zaman kandillerinizi söndürün. Zira şeytan, böylelerine rehberlik edip böylesi işler yaptırarak sizi yakar” buyurdular.”

Ebu Dâvud, Edeb 173, (5247).

5911 – Ebu Müsa radıyallahu anh anlatıyor: “Medine’de bir ev, geceleyin aile halkı içinde olduğu halde yandı. Durumları Aleyhissalâtu vesselâm’a haber verilmişti: “Bu ateş var ya! Sizin düşmanınızdır. Uyuduğunuz zaman onu söndürün de size zarar vermesin!” buyurdular.”

Buhâri, İsti’zân; Müslim, Eşribe 101, (2016).

5912 – Ali İbnu Ömer İbni Ali İbni’l-Hüseyn İbni Ali radıyallahu anhüm anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“Ayaklar çekildikten sonra (evlerden dışarı) çıkmayı azaltın. Çünkü Allah Teâla hazretlerinin hirkısım hayvanatı vardır, bu saatten sonra (yuvalarından çıkıp) ortalığa yayılırlar.”

Ebu Dâvud, Edeb 115, (5103).

5913 – Râfi’ İbnu Hadîc radıyallahu anh anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselâm Medine’ye geldiğinde, Medineliler hurma telkîh ediyorlardı:

“Ne yapıyorsunuz?” diye onlara sordu. Medineliler:

“Bu, eskiden beri yapmakta olduğumuz bir şey!” deyip (açıkladılar). Aleyhissalâtu vesselâm da: “Eğer bunu yapmasanız belki de sizin için daha iyi olur!” buyurdular. Bunun üzerine Medineliler o işi bıraktılar. Hurma ağaçları (o yıl çağla) döktü (ve meyve tutmadı).

Durum Aleyhissalâtu vesselâm’a haber verilince şöyle buyurdular:

“Bilin ki, ben bir beşerim. Size dininizle ilgili bir emirde bulunursam onu derhal alın. Eğer kendi re’yime dayanan bir şey emredersem, bilin ki ben bir insanım!”

Müslim, Fezail 140, (2362).

5914 – Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Horozların öttüğünü işittiğiniz vakit, AIlah’tan lütuf ve ikramını talep edin. Zira onlar bir melek görmüştür. Merkebin anırmasını işittiğiniz zaman şeytandan Allah’a sığının. Çünkü o da bir şeytan görmüştür.”

Buhârî, Bed’ü’l-Halk 15; Müslim, Zikr 82, (2729); Ebu Dâvud, Edeb 115, (5102); Tirmizi, Da’avat 58, (3455).

5915 – Hz. Câbir radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Geceleyin köpeklerin havlamasını ve merkeplerin anırmasını işittiğiniz zaman, şeytandan Allah’a sığının. Çünkü onlar, sizlerin görmediklerinizi görürler.”

5916 – İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “İyne usuluyle alış-verişte bulunur, sığırların peşine düşer ziraate razı olur ve cihadı da terkederseniz, Allah size öyle bir zillet verir ki, dininize tekrar rücü etmedikçe o zilleti kaldırmaz.”

Ebu Dâvud, Büyû’ 56, (3462).

5917 – Ebu Ümame radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın saban ve diğer bir ziraat aleti görünce: “Bunun girdiği bir eve, Allah mutlaka zillet de sokar!” dediğini işittim.”

Buhâri, Hars 2.

5918 – Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm Kisrâ’ya ve Necâşi’ye -bu Necâşî üzerine cenaze namazı kıldığı Necâşi değildir- ve bütün inatçı cebbarlara, onları aziz ve celil olan Allah’a davet eden mektuplar yazdı.”

Müslim, Cihad 75, (1774); Tirmizi, İsti’zân 23, (2717).

5919 – İbnu Abbâs radıyallahu anhüma anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm Kisra’ya memtubunu göndermişti. Kisra, mektubu okuyunca yırttı. Aleyhissalâtu vesselâm da “paramparça olmaları için” beddua etti.”

Buhârî, İlm 7.

5920 – Üsâme İbnu Zeyd radıyallahu anhüma anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm üzerinde semer bulunan bir merkebe bindi, altında Fedek kadifesi vardı. Üsâme’yi de arkasına aldı. Beni’l-Haris İbnu’I-Hazrec’te oturan Sa’d İbnu Ubâde radıyallahu anh’a, Bedir savaşından önce geçmiş olsun ziyaretine gitti: Beraberce giderken, aralarında Abdullah İbnu Ubey İbnu Selül’ün de bulundugu bir cemaate rastladılar, oturuyorlardı. Abdullah İbnu Ubey o sırada henüz müslüman olmamıştı. Cemaatte müslümanlar, müşrikler, putperest olanlar, yahudiler, müslümanlar karışık vaziyette idi. Bu cemaatte Abdullah İbnu Ravâha radıyallahu anh da vardı. Onlara Resûlullah’ın bindiği merkebin kaldırdığı toz isabet edince, Abdullah İbnu Ubey burnunu örtüsüyle sarıp: “Bizi toz içinde bırakma!” diye homurdandı. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm cemaate selam verip durdu. Merkepten inip onları Allah’a davet etti, onlara Kur’ân okudu. Abdullah İbnu Ubey, Aleyhissalâtu vesselâm’a:

“Be adam! Bundan daha güzel bir şey yok. Eğer söylediğin hak ise, bizim cemaatimizi rahatsız etme, evine dön! Kim sana gelirse ona anlat!” dedi. Bunun üzerine Abdullah İbnu Ravâha da:

“Evet ey Allah’ın Resulü! Sen bizim toplantılarımıza gel! Zira biz bunu istiyoruz!” dedi. Bundan sonra müslümanlar, müşrikler ve yahudiler aralarında atıştılar. Nerdeyse birbirleriyle kapışacaklardı. Resülullah aleyhissalâtu vesselâm onları yatıştırmak için gayret sarfetti ve sustular.

Resûlullah da bineğine atlayarak yoluna devam etti ve Sa’d İbnu Ebi Vakkâs’ın yanına gelip evine girdi. Aleyhissalâtu vesselâm ona:

“Ey Sa’d! Ebu Hubab’ın ne dediğini işittin mi?” dedi. Ebu Hubab’la Abdullah İbnu Ubey’i kastediyordu. “Şöyle şöyle söyledi” buyurdu. Sa’d İbnu Ubade:

“Ey Allah’ın Resûlü! Onu affet, Sana Kitab’ı gönderen Zat-ı Zülcelâl’e kasem olsun. Allah’ın sana indirdiği Hak geldiği zaman, bu beldenin ahalisi, ona taç giydirmeye, sarık sarmaya ittifak etmişlerdi. Allah Teâla hazretleri sana verdiği bu hakikatla onun başa geçmesini engelleyince, bu onun boğazına takıldı. İşte, şahid olduğun densizliği ona yaptıran da budur!” dedi. (Bu açıklama üzerine) Resûlullah onu bağışladı.

Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm ve ashabı, müşrikleri ve Ehl-i Kitabı Allah’ın emrettiği üzere bağışlıyorlar, onların eza ve cefalarına sabrediyorlardı. Allah Teâla hazretleri şöyle buyurmuştu: “Muhakkak siz, malınızda ve canınızda imtihan olunacaksınız ve sizden önce kendilerine kitap verilmiş olanlardan ve Allah’a ortak koşanlardan pek çok incitici sözler işiteceksiniz. Eğer sabreder ve takvaya sarılırsanız, işte bu, uğrunda azim ve sebat edilmeye değer işlerdendir” (ÂI-i İmran 186). Rab Teâla bir başka ayet-i kerimede de şöyle buyurmuştur: “Kitap ehlinden çoğu, imanınızdan sonra sizi tekrar inkâra döndürmek isterler. Bu, kendilerine hak iyice belli olduktan sonra nefislerinde duydukları kıskançlık yüzündendir. Allah’ın emri gelinceye kadar onlara aldırış etmeyin ve onları kınamayın. Muhakkak ki, Allah her şeye hakkıyla kâdirdir” (Bakara 109).

Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, Allah’ın buradaki emrini afla te’vil ediyordu. Bu hal Allah’ın onlarla (savaşa) izin vermesine kadar devam etti. (İzin gelince) Aleyhissalâtu vesselâm Bedir gazvesini yaptı. (Bu savaşta) Allah Teâla hazretleri Kureyş’in ileri gelenlerinin canlarını aldı. Aleyhissalâtu vesselâm ve ashabı zafer ve ganimet elde ederek ve Kureyş’in ileri gelenlerini de esir alarak döndüler. Abdullah İbnu Ubey İbni Selül ve beraberindeki putperest müşrikler:

“Bu (İslam) hadisesinin artık talihi döndü!” dediler. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’a İslâm üzere biat ettiler ve müslüman oldular.”

Buhâri, Cihâd 127, Tefsir, Al-i İmrân 15, Mardâ 15, Libâs 98, Edeb 115, İsti’zân 20, Müslim, Cihâd 116, (1798).

5921 – Halid İbnu Ma’dân anlatıyor: “Muâviye İbnu Ebi Süfyan radıyallahu anhümâ’ya (hilafeti esnasında) Mikdâm İbnu Ma’dikerb, Amr İbnu’I-Esved ve Kınnesrin ahalisinden Beni Esedli bir adam bir heyet halinde geldiler.

Hz. Muâviye, Mikdâm’a:

“Hasan İbnu Ali radıyallahu anhümâ’nın vefat ettiğini biliyor musun?” dedi. Haberi işiten Mikdam “İnnâ lillah ve inna ileyhi râciûn!” diyerek (üzüntüsünü ifade) etti). Ona falan (Muâviye):

“Bunu bir musibet mi addediyorsun?” dedi. Mikdâm:

“Niye musibet addetmiyeyim? Resülullah aleyhissalâtu vesselâm onu kucağına almış, “Bu bendendir. Hüseyin ise Ali radıyallahu anhümâ’dandır!” buyurmuştu dedi. Beni Esed’den olan adam da (Hz. Muaviye’ye yaranmak için, Hz. Hasan’ın ölümünü bir fitnenin sönmesine teşbihen):

“Allah bir ateşi söndürdü!” diye söze karıştı. Mikdâm:

“Bugün ben, seni kızdırmaya ve hoşlanmadığın şeyleri sana duyurmaya devam edeceğim!” dedi. Sonra şöyle seslendi: “Ey Muaviye! Eğer doğru söylersem beni tasdik et, yalan söylersem beni tekzib et!” Hz. Muâviye radıyallahu anh: “Pekala öyle yapacağım” dedi. Mikdâm:

“Allah aşkına söyle! Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın altın takınmayı sakladığını işittin mi?” dedi. Hz. Muâviye: “Evet!” dedi. Mikdâm:

“Allah aşkına söyle! Resûlullah’ın ipek giymeyi yasakladığını biliyor musun?” diye sordu. Hz. Muâviye: “Evet biliyorum!” dedi. Mikdâm tekrar sordu:

“Allah aşkına söyle! Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın vahşi hayvan derisini giymeyi, üzerlerine binmeyi yasakladığını biliyor musun?” Muâviye yine:

“Evet biliyorum!” diye cevapladı. Hz. Muâviye’nin bu sözü üzerine Mikdâm dedi ki:

“Allah’a kasem olsun ey Muâviye, bütün bunları ben senin evinde gördüm.

Hz. Muâviye şu cevabı verdi:

“Ey Mikdâm, anladım ki senin elinden bana kurtuluş yok (söylediklerin hep doğru)!”

Halid (İbnu Velid) der ki: “Hz. Muâviye, Mikdâm radıyallahu anhümâ ya diğer iki arkadaşına (Amr İbnu’I-Esved ve Esedli adam) nazaran daha çok ihsan ve atâda bulunulmasını emretti. Ayrıca (Mikdam’ın) oğluna (beytû’I- mal’den) ikiyüz (dirhem) tahsisatta bulundu. Mikdâm ise (Hz. Muaviye’nin verdiği) ihsanları arkadaşlarına dağıttı. Esedli ise aldıklarından kimseye birşey vermedi.

Bu durum Hz. Muaviye’ye ulaşınca.. “Mikdam kerem sahibi cömert birisidir. Elini açmıştır. Esedli adam ise mâlik olduğu şeyi iyi tutan birisidir” dedi.”

Ebu Dâvud, Libâs 43, (4131 ); Nesâi, Fere’ve’l-Atîre 12, (7, 176).

5922 – Abdullah İbnu Amr el-Huzâî, babası radıyallahu anh’tan naklediyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselâm, Fetih’ten sonra beni çağırdı ve benimle, Mekke’ye Ebu Süfyân’a, Kureyşliler arasında dağıtması için, biraz mal göndermek istedi. Bana: “Kendine bir arkadaş ara!” buyurdu. Derken bana Amr İbnu Ümeyye ed-Damri geldi ve: “Duydum ki, sen Mekke’ye gidecekmişsin ve yanına bir arkadaş arıyormuşsun!” dedi.

“Evet!” dedim.

“Ben sana arkadaşım!” dedi. Ben hemen Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’a gelip:

“Kendime bir arkadaş buldum!” dedim.

“Kim?” buyurdular.

“Amr İbnu Ümeyye’dir!” dedim.

“O, kavminin yöresine gelince ona karşı muteyakkız ol! Çünkü evvel adam şöyle demiş: “Bekri arkadaşına güvenme!” buyurdular! Derken yola çıktık, Ebva’ya kadar geldik. Amr: “Benim, kavmimle bir işim var. Beni burada biraz beklemeni arzu ediyorum!” dedi. Ben de: “İşin rast gelsin!” dedim. Ayrılınca, Resülullah aleyhissalâtu vesselâm’ın sözünü hatırlayıp devemi hızlandırdım, (Ebva’dan) çıkıp deveyi hızlı yürümeye zorladım. Ezâfir’e gelince, Amr’ın bir grup adamla karşımdan geldiğini gördüm. Devemi daha da hızlandırdım ve onu geçtim. Kendine hedef olmaktan kurtulduğumu anlamıştı, yanındakiler geri döndü. Amr (tek başına) bana yetişti ve:

“Kavmimle bir işim vardı! (İşimi görüp bitirdim)” dedi. Ben de:

“Pekala!” dedim. Yolumuza devam edip Mekke’ye geldik. Ben emanet malı Ebu Süfyân radıyallahu anh’a teslim ettim.”

Ebu Dâvud, Edeb 34, (4861). (Hadisin senedi zayıftır).

5923 – Hemmâm İbnu Münebbih anlatıyor: “Ebu Hureyre radıyallahu anh bize pekçok hadis söylemişti. (Bir defasında) şöyle dedi: “Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“Sizden öne yaşayanlardan bir adam, bir kimseden bir akâr satın aldı. Bu akârı satın alan kimse, orada, içinde altın bulunan bir küp buldu. Satana gelip: “Altınını al! Ben senden akârı satın aldım, altını satın almadım!” dedi. Satan da: “Ben sana araziyi içinde bulunan herşeyiyle birlikte sattım!” dedi. (Anlaşamayınca) bir adamı hakem tayin ettiler. Adam (onları dinledikten şonra): “Sizin çocuklarınız var mı?” dedi. Onlardan biri: “0ğlum var”, diğeri de “kızım var!” dedi. Hakem:

“Oğlanla kızı evlendirin! Bu paradan ikisi için harcayın ve tasaddukta bulunun” dedi.”

Buhâri, Enbiya 50; Müslim, Akdiye 21, (1721).

5924 – İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “İnsanları, içinde binmeye mahsus tek hayvan olmayan yüz develik bir sürü gibi, bulursun.”

Buhâri, Rikâk 35; Müslim, Fedâilu’s-Sahabe 232, (2547); Tirmizî, Emsâl 7, (2876).

5925 – Hz. Câbir radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“Mürâr yoluna kim çıkacak? Gerçekten ondan, günah olarak, Benî İsrail’den affedilen kadar günah affedilecek!”

Oraya ilk çıkan Beni Hazrec’ten bizim süvarimiz oldu. Sonra herkes peşpeşe oraya geldi. Aleyhissalâtu vesselâm:

“Kızıl devenin sahibi (olan bedevi hariç hepiniz mağfirete erdiniz!” buyurdular. Biz adamın yanına gelip: “Gel! Sana da Resûlullah istiğfarda bulunuversin!” dedik. O ise bir yitiğini arıyordu.

“Yitiğimi bulmam, benim için, arkadaşınızın istiğfarından hayırlıdır!” dedi.”

Müslim, Münafık 12, (2880).

5926 – İbnu Mes’ud radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“İslâm’ın değirmeni otuzbeş veya otuzaltı veya otuzyedi (yıl) döner. Eğer, (dini terkederek kendilerini) helak ederlerse, daha önce helak olanların yolunu tutmuş oturlar. Dinleri ayakta kalırsa, onlar için yetmiş yıl ayakta kalır!”

Ben dedim ki: “(Bu yetmiş yıllık müddet) zikri geçen (otuzbeş yıllık müddet)ten sonra mı başlayacak, yoksa geçen kısım buna dahil mi?”

“Mezkür müddet buna dahildir!” buyurdular. ”

Ebu Dâvud, Fiten 1, (4254).

5927 – Sâd İbnu Ebî Vakkâs radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“Ümid ederim ki Allah, ümmetimi Rabbinin nezdinde yarım gün tehirden âciz kılmayacaktır.”

Sa’d’a: “Yarım gün ne kadardır?” diye sorulmuştu: “Beşüz yıl” diye cevap verdi.”

Ebu Dâvud, Melâhim 18, (4350).

5928 – İsa İbnu Vâkid radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Yüzseksen (hicrî) yılı gelmiş olsaydı, ümmetime bekârlık ve dağların başlarında ruhbanlığı helâl kılardım.”

Rezin tahric etmiştir.

5929 – Ümmü Seleme radıyallahu anhâ anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm fareye fuveysika der ve şunu ilave ederdi:

“Ben bunu meshe uğramışlardan biliyorum. Çünkü o, kendisine (içmesi için) deve sütü konulsa onu içmez. Ama koyun sütü verilse onu içer.”

Rezin tahriç etmiştir. Buhâri’de kaydedilmiştir (Bed’ü’l-Halk 15; Müslim, Zühd 62, (2997).

5930 – İbnu Mes’ud radıyallahu anh anlatıyor: “Ey Allah’ın Resulü! Maymun ve domuzlar Allah Teâla’nın mesh ettiği insanlardan mı?” diye sorulmuştu. Şu cevabı verdi: “Allah Teâla hazretleri bir kavmi helak etti mi ona nesil (devam) vermez. Maymun ve domuzlar daha önce de vardı.”

Müslim, Kader 33, (2663).

5931 – Hz. Aişe radıyallahu anhâ anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselâm (bir gün): “Aranızda muğarribler görüldü mü?” diye sordu. Ben:

“Muğarribler de ne?” dedim.

“Onlar kendilerine cinlerin iştirak ettikleri kimselerdir!” buyurdular.”

Ebu Dâvud, Edeb 116, (5107).

5932 – İbnu Abbâs radıyallahu anhüm anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Bâdiyede (kırda, sahrada, köyde) yaşayan kabalaşır, av peşinde koşan gaflete düşer. Sultanın kapısına gelen fitneye düşer. Kişi sultana yakınlığını artırdığını nisbette Allah’tan uzaklaşır.”

Ebu Dâvud, Sayd 4, (2859, 2860); Tirmizi, Fiten 69, (2257); Nesâi, Sayd 24, (7,195).

5933 – Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Ömrün biraz uzarsa ellerinde sığır kuyruğu gibi birşeyler taşıyan birtakım insanları çok geçmeden göreceksin. Onlar Allah’ın gadabına uğrayarak sabaha ererler, Allah’ın neşetine uğrayarak akşama ererler.”

Resûlullah bir başka rivayette de: “Ateş ehlinden iki sınıf vardır, henüz onları görmedim: Yanlarında sığır kuyruğu gibi birşeyler taşıyıp onu insanlara vuran insanlar; giyinmiş, çıplak kadınlar ki bunlar Allah’a taatten dışarı çıkmışlardır. Bunlar, başkalarını da baştan çıkarırlar. Başları deve hörgücü gibidir. Bu kadınlar cennete girmek şöyle dursun, kokusunu dahi almazlar. Halbuki onun kokusu şu şu kadar uzak mesafeden duyulur” buyurdular.”

Müslim, Cennet 53, (2857), 52, (2128).

5934 – Semüre İbnu Cündüb radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm derinin iki parmak arasında dilinmesini yasakladı.”

Ebu Dâvud, Cihad 74.

5935 – Hz. Aişe radıyallahu anhâ anlatıyor: “Ben Resûlullah’ın kimseyi dinden başka bir şeye nisbet ettiğini görmedim.”

Ebu Dâvud, Edeb 86, (4987).

5936 – İbnu Abbâs radıyallahu anh anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselâm (namazda) emrolunduğu yerde açıktan okudu, emrolunduğu yerde sükût etti (gizli okudu). “Ve senin Rabbin unutkan değildir” (Meryem 64); “Andolsun ki, Allah’ın Resulünde sizin için (her hususta) güzel bir örnek vardır” (Ahzab 21).

Buhari, Ezân 105.

5937 – Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“Ben size (kendiliğimden) ne bir şey veriyor, ne de sizi bir şeyden menediyorum: Ben sadece bir memurum (Allah’ın emrine göre veriyorum).”

Bir rivayette de şöyle demiştir: “Ben (sadece, emre uygun şekilde) taksim ediyicim, emredildiğim yere koyarım.”

Buhâri, Humus 7; Ebu Dâvud, Harac 13, (2949).

5938 – İbnu Abbâs radıyallahu anhüma anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselâm (Allah’ın emir ve yasaklarını tebliğ eden) me’mur bir kul idi. Bize (Al-i Beytine) insanlardan ayrı olarak üç şey dışında hiçbir tefrikte bulunmadı. O üç şey de şunlardır:

– Abdesti mükemmel yapmamızı emretti.

– Sadaka yemememizi emretti.

– Merkebi at üzerine aşırmamamızı emretti.”

Tirmizi, Cihad 23, (1701); Nesâî, Taharet 106, (1, 89).

5939 – Abdullah İbnu Amr İbni’l-As radıyallahu anhüma anlatıyor:

“Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bize (bazan) sabah oluncaya kadar Beni İsrail kıssası anlatırdı. Anlatma işini farz namaz için kalkınca bırakırdı.”

Ebu Dâvud; İlm 11, (3663).

5940 – Alkame İbnu Abdillah babasından naklediyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm müslümanlar arasında (tedâvülü) câiz olan sikke (dökülmüş paraların) bir kusur olmadan kırılmasını yasakladı.”

Ebu Davud, Büyü’ 50, (3449).

5941 – Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: “Bir adam Resûlullah aleyhissalâtu vesselam’a gelerek: “Hayvanımı bağlayarak mı yoksa serbest bırakarak mı Allah’a tevekkül edeyim?” diye sormuştu. Ona: “Bağla ve tevekkül et!” buyurdu.”

Tirmizi, Kıyamet 61, (2519).

5942 – İbrahim Nehâi anlatıyor: “Dahhâk İbnu Kays, Mesrük’u işçi olarak kullanmak istemişti. Umâre tu’bnu Ukbe ona:

“Hz. Osman radıyallahu anh’ın katillerinden bâki kalmış bir adamı isti’mal mi edeceksin?” dedi. Mesruk rahimehullah da ona:

“Abdullah İbnu Mes’ud radıyallahu anh bana rivayet etti ki: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm baban Utbe’yi öldürmek istediği zaman; (baban):

“Çocuklara kim hâmi olacak?” dedi. Aleyhissalatu vesselam da: “Ateş!” buyurdular. Ben senin için Resûlullah’ın (münasib görüp) razı olduğuna ben de razıyım!” dedi.”

Ebu Davud, Cihad 128, (2686).

5943 – Huzeyfe radıyallahu anh anlatıyor: “Necrân’ın iki sahibi Seyyid ve Âkıb, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’a geldiler. Onunla mülâane yapmak istiyorlardı.

Bunlardan biri arkadaşına:

“Bunu yapma! Eğer (Muhammed gerçek) bir peygamberse ve bize lanette bulunursa biz bir daha felah bulamadığımız gibi, bizden sonra gelecek nesiller de iflâh olmazlar!” dedi. Resûlullah’a gelip:

“Biz sana istediğini vereceğiz, bizimle emin birini gönder. Bizimle emin olmayanı gönderme!” dediler. Aleyhissalâtu vesselam:

“Ben sizinle gerçekten hakkıyla emin bir adam göndereceğim” buyurdu. Bunun üzerine Resûlullah’ın ashabı (bu övülen şahıs olabilmek için) ona yaklaştı. Aleyhissalâtu vesselâm: “Ey Ebu Ubeyde İbnu’l-Cerrâh, sen kalk!” emretti. Ebu Ubeyde kalkınca, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm: “İşte şu bu ümmetin eminidir!” buyurdular.”

Buhâri, Fedâilu’l-Ashâb 21, Meğazi 72, İcazetu Haberi’l-Vahid 1.

5944 – Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“Şeytanlar için develer vardır. Şeytanlar için evler vardır. Şeytanlara ait develere gelince, ben, onları gördüm. (Şöyle ki): Biriniz, yedeğinde, iyi beslediği seçkin develerle (yola) çıkar, bunlardan hiçbirine binmez. Yol esnasında yürümekten kesilmiş (bir din) kardeşine rastlar, devesine onu da almaz (işte bu develer şeytana aittir, çünkü gösteriş ve tefâhur için beslenmiştir). Şeytana ait evlere gelince, onların, (müreffeh) insanlar tarafından (seyahata çıkınca kullanılan ve) ipeklerle örtülmüş kafeslerden (hevdeç) başkası olmadığını zannediyorum”

Ebu Dâvud, Cihad 62, (2568).

5945 – Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“(Kıtlık) senesi, yağmurun yağmadığı (sene) değildir. Asıl kıtlık senesi, yaşmur bol bol yağdığı halde yerin hiçbir şey bitirmeyiği senedir.”

Müslim, Fiten 44, (2904).

5946 – Mutarraf İbnu Abdillah İbni’ş-Şıhir, babasından naklen diyor ki: “Resşlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“Ademoğlunun misali, yanıbaşında doksandokuz tane (öldürücü) belanın bulunmasına benzer: Bu belalardan kurtulmuş olsa bile, sonunda ölünceye kadar çekeceği düşkünlük hali yakalayacaktır.”

Tirmizi, Kader 14, (2151).

5947 – İbnu Abbas radıyallahu anhümâ anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “İki (büyük) nimet vardır. İnsanların çoğu onlar hususunda aldanmıştır:

– Sıhhat,

– Ve boş vakit!”

Buhâri, Rikâk 1; Tirmizi, Zühd 1, (2305).

5948 – Yine İbnu Abbas radıyallahu anh anlatıyor: “Müseylime-i Kezzâb, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm zamanında (Medine’ye) gelip ve: “Eğer Muhammed bu işi (hilafeti) kendinden sonra bana bırakırsa ben ona tabi olurum” demeye başladı. Sonra kavminden kalabalık bir cemaatle Medine’ye geldi. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm da Sâbit İbnu Kays İbni Şemmâs ile birlikte ona uğradı. Bu sırada Aleyhissalâtu vesselâm’ın elinde bir dal parçası vardı. Arkadaşlarının arasında oturmakta olan Müseylime’ye yaklaştı ve:

“Sen benden şu parçayı istemiş olsan dahi bunu sana vermem! Sen, Allah’ın senin hakkındaki emrini asla tecavüz edemeyeceksin. (Şayet bana itaatten) yüz çevirecek olursan Allah mutlaka senin hakkından gelecektir. Öyle zannediyorum ki, sen, hakkında banna ne gösterilmiş ise, o gösterilmiş olan kimsesin! (İşte Sâbit, bana bedel sana cevap verecek!” buyurup, oradan ayrıldı.)

İbnu Abbas der ki: “Ben, Resülullah aleyhissalâtu vesselâm’ın: “Öyle zannediyorum ki, sen, hakkında bana ne gösterilmiş ise, o gösterilmiş olan kimsesin” sözü ile neyi kastettiğini sordum. Ebu Hureyre radıyallahu anh bana şu hususu haber verdi: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurmuştu ki:

“Ben bir gün rüyamda, elimde iki altın bilezik gördüm. Yine rüyamda onlara fazla bir ilgi göstermiştim. Allah Teâla hazretleri: “Onlara üfle!” diye vahyetti, ben de üfledim, derken uçup gittiler. Ben bunları, benden sonra çıkacak iki yalancı ile yorumladım”

Ravi, Ubeydullah der ki: “Bunlardan biri, San’a’nın sahibi el-Anesi, diğeride Yemâme’nin sahibi Müseylime’dir.

Buhari, Menâkıb 25, Megâzi 70, 71, Tevhid 29; Müslim, Rü’ya 21, (2273).

5949 – Seleme İbnu Nu’aym İbni Mes’ûd el-Eşca’i, babası radıyallahu anh’tan anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselâm’ın, Müseylime’nin kendisine yazdığı mektubu okuyunca, mektubu getiren iki elçiye şöyle söylediğini işitmiştir: “Bu yazdığı meselede siz ne diyorsunuz?” Elçiler:

“Biz de onun söylediğini söyleriz!” dediler. Bunun üzerine Aleyhissalâtu vesselâm: “Eğer elçileri öldürmemek kaide olmasaydı boyunlarınızı muhakkak uçururdum!” buyurdular.”

Ebu Dâvud, Cihad 166, (2761).

5950 – İbnu Amr İbnu’l-As radıyallahu anhüma anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, beraberinde Tâif’e giderken bir kabre uğrayınca şunu söylemişti: “Bu kabir, Ebu Riğâl’in kabridir. Şu Harem mıntıkası sebebiyle (kavmine gelen musibetten) mâsum kalmıştı. (Harem’den hârice) çıkınca kavmini çarpan bela onu da burada yakaladı ve buraya defnedildi. Söylediğimin delili, altından bir dalın beraberinde gömülmüş olmasıdır. Eğer kabri açacak olsanız, onu bulup çıkarırsınız!”

Bunun üzerine halk, alelacele orayı kazıp mezkur altın dalı çıkardı.”

Ebu Dâvud, Harac 41, (3088).

5951 – Ali İbnu Ebi Talib radıyallahu anh anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselâm’ın son sözü: “Namaz! Namaz! Sağ ellerinizin sahip olduğu (köleler) hakkında Allah’tan korkun!” olmuştu.”

Ebu Dâvud, Edeb 133, (5156); ibnu Mâce, Vesâya 1, (2698).