582 – MAİDE SURESİ

MAİDE SURESİ

582 – Târık İbnu Şihab anlatıyor: “Yahudiler, Hz. Ömer (radıyallahu anh)’e şöyle dediler: “Siz bir âyet okuyorsunuz ki o, şâyet bize inseydi o günü bayram ittihaz eder (her yıl kutlardık).”

Hz. Ömer (radıyallahu anh) diyor ki: Ben onun indiği anı ve yeri, indiği sırada Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın bulunduğu noktayı biliyorum: Arafe günü inmişti. O zaman ben de Arafat’ta idim ve bir cuma günüydü. Kasteddikleri ayet de: “Size bugün dininizi tamamladık” (Maide 3) ayeti idi.”

Buhari, İman 33; Meğazi 77; Tefsir, Maide 2; İ’tisam giriş; Müslim, Tefsir 3, (3017); Tirmizi, Tefsir Maide (3046); Nesai, İman 18, (8, 114); Hac 194, (5, 251).

583 – İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ) dedi ki: “Allah ve Peygamberiyle savaşanların ve yeryüzünde bozgunculuğa uğraşanların cezası öldürülmek veya asılmak yahut çarpraz olarak el ve ayakları kesilmek ya da yerlerinden sürülmektir. Onlara ahirette büyük azab vardır. Şu kadar ki, siz kendileri üzerine kâdir olmazdan (kendilerini ele geçirmezden evvel) tevbe eden (muhâriblerle yol kesen)ler müstesnâdırlar. Bilin ki Allah, çok affedici ve çok merhamet sahibidir” (Maide 33-34) ayeti müşrikler hakkında indi. Kendileri mağlub edilmezden önce, kim gelip teslim olursa bu, ona işlediği suç sebebiyle had cezası uygulamaya mani değildir.”

Ebu Dâvud, Hudud 3, (4372); Nesâî, Tahrimü’d-Dem 9, (7, 101).

584 – Hz. Berâ (radıyallahu anh) anlatıyor: “Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’in yanına yürür kömürle karartılmış ve dayak atılmış bir Yahudi getirdiler. Bunun üzerine Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Yahudileri çağırarak: “Kitabınızda zina haddini (cezasını) böyle mi buluyorsunuz? diye sordu.

“Evet” dediler.

Sonra Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) onların alilerinden birini çağırdı ve “Musa’ya, Tevrat’ı indiren Allah aşkına soruyorum, zina edenin haddini kitabınızda böyle mi buluyorsunuz?” dedi. Alim:

-Hayır! Eğer bana böyle yemin vererek sormasa idin sana haber vermezdim. Kitapta recm buluyoruz. Fakat, zina vak’aları eşrafımız arasında çoğaldı. Artık şerefli birini bu suçla yakalarsak onu bırakır olduk. Ancak biçare birisini yakalarsak ona haddi tatbik ediyoruz. Kendi aramızda şöyle dedik: “Gelin aramızda öyle bir ceza şeklinde anlaşalım ki o, eşraftan olsun, halktan olsun herkese tatbik edilsin. Sonunda recm yerine suratın kömürle boyanıp dayak atılmasında ittifak ettik.”

Bunun üzerine Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): “Allahım, onların öldürdüğü emr-i şerifini ilk ihya edip dirilten ben olayım” dedi ve had cezasının tatbikini emretti, zâni hemen recmedildi. Bunun üzerine şu âyet indi: “Ey Peygamber! Kalbleri inanmamışken ağızlarıyla “inandık diyenler, Yahudilerden yalana kulak verenler ve başka bir topluluk hesabına casusluk edenlerden inkara koşanlar seni üzmesin. Sözleri asıl yerlerinden değiştirirler de “Böyle bir (fetva) size verilirse alın, verilmezse kaçının” derler…” (Maide 41). Az sonra Allah Teâla şu ayeti indirdi: “Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler, işte onlar kâfirlerdir…” “Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler işte onlar zâlimlerdir…” “…Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler, işte onlar fâsıklardır!” (Maide 44, 45, 47).

Bu ayetlerin hepsi kâfirler hakkında nazil olmuştur.”

Müslim, Hudud 28, (1700); Ebu Dâvud, Hudud, 26 (4448).

585 – Ebu Dâvud’un İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ)’dan kaydettiği bir başka rivayette şöyle demiştir: “Bu üç ayet hassaten Kureyza ve en-Nadir Yahudileri hakkında nâzil oldu.”

Ebu Dâvud, Diyât 2, (356).

586 – İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: Kureyza ve en-Nadir, Medine’de yaşayan Yahudilerden iki kabile idi. Bunlardan en-Nadir kabilesi Kureyza kabilesinden daha şerefli kabul ediliyordu. Sözgelimi, Kureyza kabilesine mensup birisi, en-Nadir’den birini öldürecek olsa kısas olarak katil öldürülürdü, ama en-Nadir’den bir kimse Kureyza’dan birisini öldürecek olsa, yüz vask hurma ile fidye ödenirdi (katil öldürülmezdi). Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın peygamberliğinden sonra en-Nâdir’den birisi Kureyza’dan bir adam öldürdü. Kureyzalılar: “Katili bize teslim edin, onu öldüreceğiz” dediler. Öbür taraf “Sizinle bizim aramızda Muhammed hakem olsun” dediler ve Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’a geldiler. Bunun üzerine şu ayet indi: “…Eğer hükmedersen, aralarında adaletle hüküm ver. Allah âdil olanları sever” (Maide 43). Adaletle hükümden maksat “cana mukabil can”dı. Daha sonra şu ayet indi: “Cahiliye devri hükmünü mü istiyorlar? Yakinen bilen bir millet için Allah’tan daha iyi hüküm veren kim vardır?” (Maide, 50).

Ebu Davud, Diyat 1, (4494), Akdiye 10, (3591); Nesâî, Kasâme 7, (8, 18).

587 – İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) Ebu Davud’un kaydettiği bir diğer rivayette şu açıklamayı yapar: “Eğer sana gelirlerse aralarında hükmet, yahut onlardan yüz çevir, yüz çevirirsen sana bir zarar vermezler” (Maide 42) ayeti neshedildi ve şu emir geldi: “…Allah’ın indirdiği ile aralarında hükmet!…” (Maide 48).

Ebu Davud, Akdiye 10, (3590).

Yine Ebu Dâvud ve Nesâî’de gelmiş olan bir diğer rivayette şöyle denir: “Benu’n-Nadirliler Kureyza’dan birini öldürecek olsalar diyet olarak normal bedelin yarısını öderlerdi. Buna mukabil Benu Kureyzalılar Benu’n-Nadirliler Kureyza’dan birini öldürecek olsalar diyet olarak normal bedelin yarısını öderlerdi. Buna mukabil Benu Kureyzalılar Benu’n-Nadir’den birisini öldürecek olsalar kan bedeli olarak tam diyet öderlerdi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bu farklılığı kaldırdı ve aralarını eşitledi.”

Ebu Davud, Diyat 1, (4494), Akdiye 10, (3591); Nesâî, Kasâme 7, (8, 18).

588 – Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) geceleyin beklenerek korunuyordu. Ancak: “…Allah seni insanlardan korur” (Maide 67), ayeti inince Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) başını çadırdan çıkarıp: “Ey insanlar dağılın, artık beni Allah koruyor” diye seslendi.

Tirmizi, Tefsir, Mâide, (3049).

589 – İbnu Abbas (radıyallahu anh) anlatıyor: “Bir adam Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’a gelerek: “Ben et yediğim zaman kadınlara karşı zaafım artıyor ve bende şehvet galebe çalıyor. Bu sebeple et yemeyi nefsime haram ettim” dedi. Bunun üzerine şu ayet indi: “Ey iman edenler! Allah’ın size helal ettiği temiz şeyleri haram kılmayın, hududu da aşmayın. Doğrusu Allah, aşırı gidenleri sevmez. Allah’ın size verdiği rızıktan temiz ve helal olarak yiyin. İnandığınız Allah’tan sakının” (Maide 87-88).

Tirmizi, Tefsir, Maide, (3052).

590 – İbnu Mes’ud (radıyallahu anh) anlatıyor: “İnananlara ve faydalı iş işleyenlere, -sakınırlar, inanırlar, faydalı işler işlerler, sonra haramdan sakınıp inanırlar ve sonra isyandan sakınıp iyilik yaparlarsa- daha önceleri tatmış olduklarından dolayı bir sorumluluk yoktur…” (Maide 93) ayeti indiği zaman Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) bana dedi ki: “Bana senin onlardan olduğun söylendi.”

Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe 109, (2459). Tirmizi, Tefsir, Maide, (3056).

591 – Yine Müslim’in bir başka rivayetinde Bera (radıyallahu anh) şunu anlatıyor: “Şarap haram edilmezden önce, Ashab (radıyallahu anhüm)’tan bazıları vefat etmişti. Şarap haram edilince birçok kimse: “Arkadaşlarımız şarap içerek öldüler, onların hali ne olacak?” dediler. Bunun üzerine ayet indi: “İnananlara, ve faydalı iş yapanlara… daha önceleri tatmış olduklarından dolayı bir sorumluluk yoktur” (Maide 93) ayeti indi.”

Tirmizi, Tefsir Maide, (3054). Tirmizi bu hadisin sahih olduğunu söyledi.

592 – Ömer İbnu’l-Hattâb (radıyallahu anh) anlatıyor: Ömer: “Allah’ım, şarap hakkında bize tatminkâr bir açıklamada bulun” diye dua etmişti ki Bakara suresinde bulunan şu ayet indi: “Sana içki ve kumarı sorarlar de ki: “İkisinde hem büyük günah ve hem insanlara bazı faydalar vardır. Günahları faydasından daha büyüktür.” (Bakara 219).

Bunun üzerine Ömer (radıyallahu anh) çağırıldı ve ayet kendisine okundu. Ömer yine: “Allah’ım şarap hakkında bize tatminkâr bir açıklamada bulun” dedi. Bir müddet sonra Nisa suresindeki: “Ey iman edenler! Sarhoşken ne dediğinizi bilene kadar, cünübken, -yolcu olan müstesna- gusledene kadar namaza yaklaşmayın…” (Nisa, 43) ayeti nazil oldu. Ömer (radıyallahu anh) çağırıldı ve ayet kendine okundu. Ömer yine: “Allah’ım şarap hakkında bize tatminkar bir açıklamada bulun” dedi.

Bir müddet sonra, Maide suresindeki ayet indi: “Ey iman edenler! İçki, kumar, putlar ve fal okları şüphesiz şeytan işi pisliklerdir. Bunlardan kaçının ki saadete eresiniz. Şeytan şüphesiz içki ve kumar yüzünden aranıza düşmanlık ve kin sokmak ve sizi Allah’ı anmaktan alıkoymak ister. Artık bunlardan vazgeçersiniz değil mi?” (Maide 90-91). Ömer yine çağırılıp ayet kendisine okundu. Bu sefer “Evet Rabbimiz vazgeçtik, vazgeçtik” dedi.

Tirmizi, Tefsir, Maide (3053); Ebu Davud, Eşribe 1, (3670); Nesâi, Eşribe 1, (8, 286, 287). Tirmizi hadisin sahih olduğunu söyledi.

593 – Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: “Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’e sorular sordular. Soruda öylesine aşırı gittiler ki, birgün minbere çıkıp (öfkeyle): “Sorun, her sorunuza cevap vereceğim” dedi. Cemaat bu sözü işitince, korkuyla başlarını öne eğdiler. Başlarına mühim bir hadise gelmekte olmasından korktular.

Enes (radıyallahu anh) devamla dedi ki: “Ben sağıma soluma bakmaya başladım. Bir de ne göreyim, herkes elbisesini başına sarmış ağlıyordu. (Kimseden ses çıkmıyordu). Derken, münakaya falan ettiği zaman, babasından başka birisine nisbet edilen bir kimse ilk konuşan oldu: “Ey allah’ın Resûlü! Babam kimdir?” dedi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): “Baban Hüzâfedir” buyurdu. Hz. Ömer (radıyallahu anh) de: “Rabb olarak Allah’tan, din olarak İslâm’dan, peygamber olarak da Muhammed’den razıyız. Fitnelerden Allah’a sığınırız” dedi. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) de: “Hayır ve şer her ikisinin de bugünkü kadar bol indiğini hiç mi hiç görmedim. Bana cennet ve cehennem gözle görülecek hale getirildi ve onları şu duvarın önünde gördüm.” dedi.

Buhari, Tefsir, Maide 12; Rikâk 27; İ’tisam 3; Müslim, Fedail 134- 138, (2359); Tirmizi, Tefsir, Maide (3058).

Bir rivayette şu ziyade var: “…Bunun üzerine şu ayet indi: “Ey iman edenler! Size açıklanınca hoşunuza gitmeyecek şeyleri sormayın. Kur’ân indirilirken onları sorarsanız size açıklanır, (ama üzülürsünüz). Allah sorduğunuz şeyleri affetmiştir. Allah bağışlayandır, halimdir. Sizden önce bir millet onları sormuştu. Sonra da onları inkâr etmişlerdi” (Maide 101-102).

594 – Tabiin’den İbnu’l-Müseyyeb anlatıyor: “el-Bahira, cahiliye Araplarınca, sütü putlara bağışlanan, bu sebeple hiç kimse tarafından sağılmayan deveye denirdi. Es-Sâibe; ilahları için salıverilen, üzerine hiçbir yük vurulmayan deveye denir. El-Vasile; İlk doğumunu dişi yapıp sonra ikinci doğumunu da dişi yapan ve araya erkek doğum girmeyen devedir, bu da putlar için salıverilir, hiçbir şekilde istifade edilmezdi. El-Hâm; dölünden muayyen batın yavruya ulaşılan erkek devedir, bu da putlara adanır, yükte kullanılmazdı.”

İbnu’l-müseyyib, Ebu Hüreyre’den şu sözü nakleder: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdu ki: “Amr İbnu Âmir el-Huzâ’iyi, cehennemde barsaklarını sürürken gördüm. Bu adam, hayvanları putlara adak olsun diye ilk salıveren (sâibe bırakan) kimse idi.”

Buhari, Menakıb 9, Tefsir, Maide 13; Müslim, Cennet 51, (2856).

595 – İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: Benu Sehm’den bir kişi, Tecîmüd’-Dâri ve Adiy İbnu Bedda ile birlikte yola çıktı. Es-Sehmi, hiç Müslüman bulunmayan bir yerde vefat etti. Terikesini Temin ve Adiyy getirdiler. Ancak (Sehmî’nin yakınları vasiyette adı geçen) gümüş işlemeli bir kabı (teslim edilen mallar arasında) bulamadılar. (Şikayet üzerine) Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bu hususta ikisine (Temim ve Adiyy’e) yemin ettirdi. Sonra kap Mekke’de bulundu. Kabın yanlarında bulunduğu kişiler: “Biz bunu Temin ve Adiyy’den aldık” diye yemin ettiler. Sehmî’nin yakınlarından iki kişi de kalkıp Allah’a yemin ederek: “Bizim şahitliğimiz o ikisinin şehadetinden daha doğrudur, kap da arkadaşımıza aittir” dediler.

İbnu Abbas der ki şu ayet bunlar hakkında nazil oldu: “Ey iman edenler! Ölüm birinize geldiği zaman vasiyet ederken içinizden iki adil kimseyi, şayet yoklukta olup başınıza da ölüm müsibeti gelmişse, namazdan sonra alıkoyacağınız, -şüpheleniyorsanız, “Akraba bile olsa yeminle hiçbir değeri değiştirmeyeceğiz, Allah’ın şahidliğini gizlemiyeceğiz, yoksa şüphesiz günahkârlardan oluruz” diye yemin eden- sizden olmayan iki kişiyi şâhid tutun. Eğer bu şâhidlerin günah işlemiş oldukları ortaya çıkarsa ölene kadar yakın hak sahibi diğer kişi bunların yerine geçer ve “bizim şâhidliğimiz ikisininkinden de daha doğrudur, biz aşırı gitmedik, yoksa şüphesiz zulmedenlerden oluruz” diye Allah’a yemin ederler. Bu, şahitliği gerektiği gibi yapmalarını veya yeminlerinden sonra yeminlerin kabul edilmesinden korkmalarını daha iyi sağlar. Allah’tan sakının, dinleyin, Allah fâsık kimselere yol göstermez” (Mâide, 106-108);

Buhari, Vesâya 35; Tirmizi, Tefsir, Maide (3062); Ebu Dâvud, Akdiye 19, (3606).

596 – Ammâr İbnu Yâsir (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: (Kur’ân-ı Kerim’de zikri geçen) sofra gökten ekmek ve et olarak indirildi. Bu mucizeye mazhar olanlara, ihanet etmemeleri ve ertesi gün için, o yiyeceklerden ayırmamaları emredildi. Ancak onlar bunu dinlemediler, hem ihânet ettiler hem de yemeklerinden ayırıp ertesi gün için sakladılar. Bunun üzerine ceza olarak maymun ve hınzır suretine çevrildiler.”

Tirmizi, Tefsir, Maide (3063).