534 – NİSA SURESİ

NİSA SURESİ

534 – Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Bir adamın yanında yetime bir kız vardı. Onu kendisine nikâhladı. Kızın meyve veren bir hurma ağacı vardı. Kız, o hurma ağacında olsun, adamın başka malında olsun ona artaktı. Adam kızı kendisi için tutuyor, kıza kendisinden (mehir olarak) bir şey vermiyordu. Bunun üzerine şu âyet indi: “Eğer velisi olduğunuz mal sâhibi yetim kızlarla evlenmekle onlara haksızlık yapmaktan korkarsanız, onlarla değil, hoşunuza giden başka kadınlarla iki, üç ve dörde kadar evlenebilirsiniz…” (Nisa, 3),

Buhârî, Vesaya 21, Tefsir, Nisa 1, 23, Nikâh 1, 16, 19, 37; Hiyel 8; Müslim, Tefsir 6, 3018; Ebu Davud, Nikâh 13, 2068; Nesâî, Nikâh 66 (6, 115, 116).

535 – Bir rivayette hadis şöyledir: “Yetime kız velisinin terbiyesindedir. Velisi, kızın güzelliğine ve malına tamâh etmekte (evlenmek istemekte)dir. Ancak mehrini tam değil, eksik vermeyi düşünmektedir. Böyle veliler, yetimlere, mehri hususunda adaletli davranmadıkça, yetimle evlenmeleri yasaklanmış, başka kadınlarla evlenmeleri emredilmiştir.”

536 – Bir diğer rivayette, Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) şöyle demektedir: “Cenâb-ı Hakk’ın şu ayette: “Ey Muhammed! Kadınlar hakkında senden fetva isterler, de ki: “Onlar hakkında fetvayı size Allah veriyor: Bu fetva kendilerine yazılan şeyi vermediğiniz ve kendileriyle evlenmeyi arzuladığınız yetim kadınlara ve bir de zavallı çocuklara ve yetimlere doğrulukla bakmanız hususunda Kitab’ta size okunandır..” (Nisa 127) ayetinde atıfta bulunan bahis, önceki ayettir ki orada şöyle denmektedir: “Eğer velisi olduğunuz mal sahibi yetim kızlarla evlenmekle onlara haksızlık yapmaktan korkarsanız, onlarla değil, hoşunuza giden başka kadınlarla iki, iç ve dörde kadar evlenebilirsiniz.”

Hz. Aişe (radıyallahu anha) devamla şunu söyledi: “Sonraki ayette yani, “…kendileriyle evlenmeyi arzuladığınız yetim kadınlara…” (Nisa, 127) ifadesinin geçtiği ayette, Cenab-ı Hakk’ın mevzubahis ettiği arzu, kişinin terbiyesi altında bulunan yetimenin malı ve güzelliği az olması halındeki arzudur. Bu durumda onunla evlenmek istememektedir.

537 – Bir başka rivayette “Ey Muhammed! Kadınlar hakkında senden fetva isterler…” (Nisa 127) ayeti ile ilgili Hz. Aişe şu açıklamayı yapar: “Burada sözkonusu edilen, kişinin terbiyesi altında bulunan vemalından kendisine ortak olan yetime kızdır. Adam bu yetime ile evlenmeyi düşünmediği gibi, başkasıyla evlendirip, yabancıyı malına ortak kılmak da istememekte, yetimeyi ortada tutmaktadır. Cenâb-ı Hakk, mezkur ayetle bu durumu yasaklamaktadır.”

Ebu Dâvud merhum şu ilavede bulunur: Rebî’a, Cenâb-ı Hakk’ın “Eğer velisi olduğunuz mâl sahibi yetim kızlarla evlenmekte onlara haksızlık yapmaktan korkarsanız…” sözü hakkında şu açıklamayı yaptı: “Burada Allah Teâla şunu söylüyor: “Korkuyorsanız bu yetimeleri serbest bırakın, (arada tutmayın), ben size dört tanesini helal kıldım.”

538 – Yine Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) “Yetimleri, evlenme çağına gelene kadar deneyin, onlarda olgunlaşma görürseniz mallarını kendilerine verin, büyüyecekler de geri alacaklar diye onları israf ederek ve tez elden yemeyin. Zengin olan iffetli olmağa çalışsın, yoksul olan uygun bir şekilde yesin…” (Nisa, 6), ayeti hakkında şu açıklamayı yaptı: “Bu âyet, yetime bakan velinin fakir olması halinde, bakım hizmetine mukabil, yetimin malından uygun şekilde yiyebileceğini beyân için nâzil olmuştur.”

Bir başka rivayette şöyle denir: “Velî, muhtaçsa, çocuğun malından, malın miktarına göre uygun şekilde alır.”

Buhârî, Büyû 95, Vesâya 23, Tefsir, Nisa 2; Müslim, Tefsir 10, 3019.

539 – İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ), “Taksimde yakınlar yetimler ve düşkünler bulunursa, ondan onlara da verin, güzel sözler söyleyin” (Nisa, 8) ayeti hakkında şu açıklamayı yaptı: “Bu ayet muhkemdir ve mensuh da değildir. Bazıları bunun mensuh olduğunu zanneder. Hayır, Allah’a kasem olsun mensuh değildir. Ancak, bu ayet halkın hükmüyle amel etmemek suretiyle kadrini idrak edemediği ayetlerdendir. Terekede tavarrufta bulunan ve tereke ile ilgili işleri üzerine alan veli iki kısımdır:

1. Mala varis olan mutavarrıf veli, (mesela asabe gibi). İşte bu veli (taksim sırasında hazır bulunan yakınlara, yetimlere ve düşkünlere onların gönüllerini hoş edecek birşeyler) verir.

2. Mala varis olmayan veli (yetimin velisi gibi ki taksimde hayır bulunanlara maldan bağışta bulunmak gibi tasarrufta bulunamaz. Onlara bazı) tatlı sözü bu veli söyler. Mesela şöyle de: Benim, sizlere birşeyler verme yetkim yok.”

Buhari, Vesâya 18, Tefsir, Nisa 3.

540 – Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: “Hastalanmıştım. Geçmiş olsun demek üzere, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) ve Hz. Ebu Bekir (radıyallahu anh) yaya olarak bana uğradılar. Bize geldikleri sırada baygınmışım. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) abdest aldılar ve abdest suyundan üzerime serptiler. Bunun üzerine ayıldım. Karşımda Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ı görmez miyim! Hemen sordum: “Ya Resûlullah (görüyorsunuz ölmek üzereyim) malımı ne yapayım?”

Bana cevap vermede acele etmedi. Derken miras âyeti geldi: “(Ey Muhammed!) Senden fetva isterler, de ki: “Allah size ikinci dereceden mirascılar hakkında fetva veriyor: Şayet çocuğu olmayıp bir kız kardeşi bulunan kimse ölürse, bıraktığının yarısı kız kardeşe kalır. Fakat kız kardeşinin çocuğu yoksa, kendisi ona tamamen varis olur. Eğer kız kardeşi kalmışsa, bıraktığının üçte ikisi onlaradır. Eğer mirasçılar erkek ve kadın kardeşlerse, erkeğe, iki kadının hissesi kadar vardır. Doğru yoldan saparsınız diye Allah size açıklıyor. Allah her şeyi bilir” (Nisa, 176).

Bir rivayette şöyle denmektedir: “…(Sorum üzerine) feraiz ayeti indi.” Bir başka rivayette de: “Allah çocuklarınız hakkında erkeğe, iki kızın hissesi kadar tavsiye eder…” (Nisa11) ayeti indi” denir.

Tirmizi’nin rivayetinde Câbir hazretleri (radıyallahu anh) şöyle der: “Benim yedi tane kızkardeşim vardı…”

Ebu Dâvud’un rivayetinde şu ayetin nazil olduğu belirtilir: ” Senden fetva isterler, de ki: Allah size ikinci derece mirascılar hakkında fetva veriyor…” ikinci derece mirascılar: Kendisinin çocuğu olmayıp kız kardeşleri olan kimse.

Buhâri, Vudû 44, Tefsir Nisa 4, Marda5, 15, 21, Feraiz, giriş kısmı, 13, İ’tisam 8, Müslim, Feraiz 5, 1616; Tirmizi, Feraiz 7, 2098; Tefsir, Nisa 3019 H; Ebu Davud, Feraiz 2, 2886; 3, 2887.

541 – Yukarıdaki Câbir (radıyallahu anh) hadisi, bir rivayette şöyle gelmiştir: “Rahatsızlanmıştım. Tam o sırada yedi kızkardeşim vardı, benim yanımda idiler. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) yanıma girdiler. Girince ilk iş yüzüme (okuyup) üfledi. Hemen ayıldım. Ayılır ayılmaz: “Ey Allah’ın Resûlü, kızkardeşlerim için malımın üçte ikisini vasiyet edeyim mi?” dedim. Bana: “İhsanda bulun!” dedi. Ben: Öyleyse yarısını? dedim. Resûlullah “İhsanda bulun” dedi. Sonra beni bıraktı ve çıkarken şöyle dedi: “Bu ağrıdan ölmeyeceksin. Allah Teâla kızkardeşlerine vermen gereken miktar hususunda açıklayıcı ayet indirdi. Onların hissesini üçte iki kıldı.”

Câbir (radıyallahu anh) şu âyet benim hakkımda indi derdi: “Senden fetva isterler, de ki Allah size ikinci dereceden mirasçılar hakkında fetva veriyor…” (Nisa 176).

542 – Yine Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: “Bir kadın iki kızıyla gelerek: “Ey Allah’ın Resûlü, bu iki kız Sâbit İbnu Kays’ın kızlarıdır. Babaları Uhud’da seninle beraber cihâd ederken şihid oldu. Kızların amcası, babalarından kalan malların ve miraslarının tamamını aldı ve kızlara hiçbir şey bırakmadı. Bu hususta ne dersiniz ey Allah’ın Resûlü. Allah’a yemin ederim bunlar malları olmadıkça asla evlenemezler de!” dedi.

Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): “Bunlar hakkında Allah hükmeder” cevabını verdi. Arkadan Nisa suresi nazil oldu: “Allah çocuklarınız hakkında erkeğe, iki kızın hissesi kadar tavsiye eder…” (Nisa 11).

Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): “Bana kadını ve sahibini çağırın!” emretti. Çocukların amcasına: “Babalarından kalan malın üçte ikisini kızlara, sekizde birini kızların annesine ver, geriye kalan da senindir” dedi.

Ebu Davud, Ferâiz 4, 2891. Metin Ebu Davud’a aittir. Tirmizi, Ferâiz 3, (2093).

543 – Ubâdetu’bnu’s-Sâmit (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’a bir vahiy geldiği zaman, vahiy sebebiyle onu bir gam ve keder alır, yüzünün rengi uçardı. Bir gün Cenab-ı Hakk yine vahiy indirmişti ki aynı han onu sardı. Keder hali açılınca: “(Zina haddiyle ilgili hükmü) benden alın. Allah onlar hakkında yol kıldı (yani çok açık şekilde had beyan etti): Bekâr bekârla zina yapmışsa cezası yüz sopa ve bir yıl sürgündür. Dul dilla zina yaparsa yüz sopa ve recm’dir.”

Müslim, Hudud 13, 1690. H. Ebu Davud, Hudud 23, 4415; Tirmizi, Hudud 8, 1434.

544 – İbnu Abbas: “Ey iman edenler! kadınlara zorla mirasçı olmaya kalkmanız size helal değildir. Apaçık hayasızlık etmedikçe onlara verdiğinizin bir kısmını alıp götürmeniz için onları sıkıştırmayın…” (Nisa 19) ayeti hakkında şu açıklamayı yaptı: “Cahiliye devrinde bir erkek ölünce, karısı üzerinden en ziyade onun yakınları hak sahibi idiler: Onlardan biri dilerse onunla evlenir, dilerse kadını bir başkasıyla evlendirirlerdi, dilemedikleri takdirde de evlenmesine mâni olurlardı. Erkeğin yakınları bu hususta, kadını akrabalarından da çok hak sahibi idiler. Yukarıdaki ayet bu durumla ilgili olarak indi.”

Buhari, Tefsir, Nisa 6, İkrah 5; Ebu Davud, Nikah 23, 2089 H.

545 – Ebu Dâvud’da gelen bir diğer rivayette şöyle denir: “Erkek, akrabasının hanımına varis olur, kadın ölünceye veya mehrini kendisine iade edinceye kadar müşkülat çıkarırdı. Cenâb-ı Hakk buna mani oldu ve kadına uygulanan engeli yasakladı.”

Ebu Davud, Nikah 23 (2090).

546 – Yine İbnu Abbas (radıyallahu anhüma), “Ey iman edenler, birbirinizin mallarını haram sebeplerle yemeyin. Meğer ki, (o mallar) sizden karşılıklı bir rızadan (doğan) bir ticaret (malı) ola…” (Nisa 29) ayetiyle ilgili olarak şu açıklamayı yaptı: “Bu ayet indiği zaman kişi, bir başkasının yanında yemeyi nefsine haram etti. Sonra Cenâb-ı Hakk bu âyeti Nûr suresinde yer alan şu ayetle neshetti: “…Evlerinizde veya babalarınızın evlerinde veya annelerinizin evlerinde veya erkek kardeşlerinizin evlerinde veya kızkardeşlerinizin evlerinde veya amcalarınızın evlerinde veya halalarınızın evlerinde veya dayılarınızın evlerinde, veya teyzelerinizin evlerinde veya kahyası olup anahtarlar elinde olan evlerde, ya da dostlarınızın evlerinde izinsiz yemek yemenizde bir sorumluluk yoktur. Bir ara veya ayrı ayrı yemenizde bir sorumluluk yoktur” (Nur 61). Bundan önce zengin kişi, ehlinden olan kimseyi yemeğe davet ederdi de çağrılan kimse:

-(Nisa suresindeki ayeti gözönüne alarak): Benim bundan yemem günahtır, zira fakirin bundan yeme hakkı benden fazladır” derdi. (Nur suresindeki) bu ayetle, Müslümanlara (ayette sayılan kimselere ait olmak üzere) üzerine Allah’ın ismi zikredilen yemeklerinden yemeleri helal kılındığı gibi, ehl-i kitabın yiyecekleri de helal kılındı.”

Ebu Dâvud, Et’ime 6, (3753).

547 – İbnu Mes’ud (radıyallahu anh) anlatıyor: “Beş ayet vardır ki onları bütün dünya ve içindekilerle değişmem. Bunlar şunlardır:

1. “Size yasak edilen büyük günahlardan kaçınırsanız, kusurlarınızı örter ve sizi şerefli bir yere yerleştiririz” (Nisa 31)

2. “Allah şüphesiz zerre kadar haksızlık yapmaz, zerre kadar iyilik olsa onu kat kat artırır ve yapana büyük ecir verir” (Nisa 4).

3. “Biz her peygamberi ancak, Allah’ın izniyle, itaat olunması için gönderdik. Onlar, kendilerine yazık ettiklerinde, sana gelip Allah’tan mağfiret dileseler ve Peygamber de onlara mağfiret dileseydi, Allah’ın tevbeleri dâima kabul ve merhamet eden olduğunu görürlerdi” (Nisa 64).

4. “Allah kendisine ortak koşmayı elbette bağışlamaz, bundan başkasını dilediğine bağışlar. Allah’a ortak koşan kimse, şüphesiz büyük bir günahla iftira etmiş olur” (Nisa 18).

5. “Kim kötülük işler veya kendine yazık eder de, sonra Allah’tan bağışlanma dilerse, Allah’ı mağfiret ve merhamet sâhibi olarak bulur” (Nisa 110).

Rezin tahric etmiştir.

548 – Ümmü Seleme (radıyallahu anhâ) validemiz anlatıyor: “Ey Allah’ın Resûlü, dedim, erkekler cihâda çıkıyorlar, kadınlar cihâd yapmıyor, biz kadınlara mirasdan da yarım veriliyor.” Bunun üzerine Rabb Teâla şu ayeti inzal buyurdu: “Allah’ın sizi birbirinizden üstün kıldığı şeyleri özlemeyin. Erkeklere kazandıklarından bir pay, kadınlara da kazandıklarından bir pay vardır. Allah’tan bol nimet isteyin. Doğrusu Allah herşeyi bilir” (Nisa 32).

Mücahid der ki: “Cenab-ı Hakk şu ayeti de Ümmü Seleme hakkında inzal buyurdu: “Doğrusu erkek ve kadın Müslümanlar, erkek ve kadın mü’minler, boyun eğen erkekler ve kadınlar; doğru sözlü erkekler ve kadınlar, sadaka veren erkekler ve kadınlar, oruç tutan erkekler ve kadınlar, iffetlerini koruyan erkekler ve kadınlar, Allah’ı çok anan erkekler ve kadınlar, işte Allah bunların hepsine mağfiret ve büyük ecir hazırlamıştır” ( Ahzâb 35). Ümmü Seleme Medine’ye hicretle gelen ilk kadındır.”

Tirmizi, Tefsir, Nisa (3025).

549 – İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ): “Ana-babanın ve yakınların bıraktıklarından herbirini mevâliye kıldık…” (Nisa, 33) ayetindeki mevaliye tabirini varisler olarak tefsir etmiştir. Keza ayetin devamında geçen “yeminlerinizin bağladığı kimselere haklarını verin” ibaresindeki “yeminlerinizin bağladığı kimseler” tabiriyle ilgili olarak da şu açıklamayı yapmıştır: “Mekkeli muhacirler Medine’ye geldikleri vakit, muhacir bir kimse Medineli bir ensari’ye -Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın aralarında tesis ettiği kardeşlik sebebiyle- kendi kan yakınlarından önce varis olurdu. Ancak: “Ana babanın ve yakınların bıraktıklarından, her birine varisler kıldık…” (Nisa 33) ayetiyle bu muamele neshedildi. Kelâm-ı ilâhi’de geçen “yeminlerinizin bağladığı” tabiriyle ifade edilen “muâhattan gelen kardeşlik hukuku” birbirinize yardım, rifâde (hacılara toplanan yardım, destek), bir de nasihat ve hayırhahlığa münhasırdır. Artık hukuki olan tevarüs kalkmıştır. Ancak kişi ihtiyari olarak vasiyette bulunabilir.”

Buhari, Tefsir, Nisa 7, Kefalet 2, Feraiz 16; Ebu Davud, Feraiz 16, (2921, 2922).

550 – Ebu Dâvud’un bir başka rivayetinde şu açıklama vardır: “Yeminlerinizin bağladığı kimseler” (tabirine gelince bununla şu kastediyor: İslâm’ın bidâyetinde) kişi, aralarında hiçbir neseb bağı bulunmayan bir başkası ile anlaşma yoluyla hukuki bir bağ kurup biri diğerine vâris olabiliyordu. Bu müessese, Enfal suresinde gelen şu ayetle neshedildi: “…Ve zevil erham (birbirine mirasçı olan akraba), Allah’ın Kitabı’na göre birbirine daha yakındır…” (Enfal 75).

Ebu Davud, Feraiz 16 (2921).

551 – Dâvud İbnu’l-Husayn anlatıyor: Ümmü Sa’d Binti Rebî’ye Kur’ân’dan okuyordum. Bu kadın Hz. Ebu Bekir es-Sıddîk (radıyallahu anh)’in terbiyesinde yetişen bir yetime idi. Ben Nisa suresinin 33. ayetini “vellezîne âkadet eymânukum” diye okuyunca müdahele edereke: “Öyle okuma fakat “vellezîne akadet eymânukum” diye oku. Bu âyet Hz. Ebu Bekir ve oğlu Abdurrahmân hakkında nazil oldu. Oğlu, İslâm’ı kabul etmeyince Hz. Ebu Bekir, ona miras bırakmayacağım diye yemin etmişti. Bilâhare Abdurrahman Müslüman olunca, Cenâb-ı Hakk, mirasdan nasibini ayırması için Hz. Ebu Bekir’e bu âyetle emir buyurdu” dedi.

Bir rivayette şu ilave açıklama yapılmıştır: “Abdurrahman’ın İslâm’a girişi Müslümanların maddi galebesine kadar gecikti.”

Ebu Dâvud, Ferâiz 16. (2923).

552 – Hz. Enes (radıyallahu anh) “Allah, şüphesiz zerre kadar haksızlık etmez, zerre kadar iyilik olsa onu kat kat artırır ve yapana büyük ecir verir” ayeti ile ilgili olarak Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın şöyle dediğini rivayet etti: “Allah hiçbir mü’mine, yaptığı tek hayrın bile karşılığını ihmal etmek suretiyle zulümde bulunmaz. Yaptığı her hasenenin karşılığı hem dünyada hem de ahirette kendisine verilir. Kâfir ise, yaptığı hayır sebebiyle dünyada öylesine yedirilir ki, ahirete varınca, karşılığı verilecek tek hayrı kalmaz.”

Müslim, Sıfatu’l-Münâfıkin 56, (2808).

553 – İmam Mâlik’e ulaştığına göre, Hz. Ali (radıyallahu anh): “Karı-kocanın arasının açılmasından endişelenirseniz, erkeğin ailesinden bir hakem ve kadının ailesinden bir hakem gönderin, bunlar düzeltmek isterlerse, Allah onların aralarını buldurur” (Nisa 35) ayetinde temas edilen iki hakem hakkında “karı-kocanın ayrılma veya birleşme kararları bu iki hakemin vereceği hükme kalmıştır” diye beyanda bulunmuştur.

Muvatta, Talâk 72 (2, 584).

554 – Ebu Hürre er-Rakkâşî, amcasından (radıyalluhu anh) naklen Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): “Şerlerinden, serkeşliklerinden yıldığınız kadınlara gelince: Onlara (evvela) öğüt verin, (vazgeçmezlerse) kendilerini yataklarında yalnız bırakın…” (Nisa, 34) ayeti hakkında şunu söylemiştir: “Kadınların serkeşlik etmelerinden yılarsanız yatakta onları yalnız bırakın.”

Hammâd merhûm, yatakta yalnız bırakmayı “cinsi teması terketmek” olarak anlamıştır.

Ebu Dâvud, Nikah 43 (2145).

555 – Hz. Ali (radıyallahu anh) anlatıyor: “İbnu Avf (radıyallahu anh) bizim için yemek hazırlayarak bizi davet etti, gittik, yemeği yedik. Arkadan şarap ikram etti, içtik. Bu ziyafet şarabın haram edilmesinden önce idi. Şarab beni sarhoş etmişti. Namaz vakti gelince imam olmamı istediler. Namazda Kâfirûn suresini okudum. Ancak “sizin taptığınıza ben tapmam” diyecek yerde “biz, sizin taptığınıza taparız” şeklinde yanlış okudum. Bunun üzerine: “Ey iman edenler! Sarhoşken, ne dediğinizi bilene kadar, cünübken -yolcu olan müstesna- gusledene kadar namaza yaklaşmayın…” ayeti nazil oldu.”

Ebu Davud, Eşribe 1, (3671); Tirmizi, Tefsir, Nisa (3029). Tirmizi hadisin sahih olduğunu belirtir.

556 – Ebu Dâvud’da şu rivayet de var: Ensârdan bir zat kendisine (Hz. Ali’yi) ve Abdurrahmân İbnu Avf’ı yemeğe çağırdı. “Rivâyet, Hz. Ali’nin icabet ettiğini, akşam namazında cemaate imamlık yaptığını belirtir ve hadisi(n devamını yukarıdaki gibi) zikreder.

Ebu Dâvud, Eşribe 1, (3671).

557 – Yine Hz. Ali (radıyallahu anh) buyuruyor: “Kur’ân-ı Kerîm’de en çok sevdiğim ayet şudur: “Allah, kendisine ortak koşmayı elbette bağışlamaz, bundan başkasını dilediğine bağışlar…” (Nisa, 48).

Tirmizi, Tefsir, Nisa, (3040).

558 – İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Ey iman edenler, Allah’a itaat edin, Peygambere ve sizden buyruk sâhibi olanlara itaat edin” (Nisa 59) ayeti, Abdullah İbnu Huzâfe İbni Kays İbni Adiy es-Sehmî hakkında, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) onu bir seriyyeye gönderdiği esnada nâzil oldu.”

Buhâri, Tefsir, Nisa 11; Müslim, İmâret 31, (1834); Ebu Dâvud, Cihad 96, (2624); Tirmizi, Cİhâd 3, (1672); Nesâî, Bey’at 28 (7, 154, 155).

559 – Yine İbnu Abbas (radıyallahu anh): “Size ne oluyor da: “Rabbimiz! Bizi halkı zalim olan bu şehirden çıkar, katından bize bir sahip çıkan gönder, katından bize bir yardımcı lutfet” diyen zavallı çocuklar, erkekler ve kadınlar uğrunda ve Allah yolunda savaşmıyorsunuz?” (Nisa 75) ayetiyle ilgili olarak şunu söyledi: “Annem ve ben burada ifade edilen “zavallılar” arasında idik.”

Buhari, Tefsir, Nisa 14, 20; Cenâiz 80

560 – Buhari’nin bir rivayetinde şöyle denmiştir: İbnu Abbas (radıyallahu anh):

“Çaresiz kalan, yol bulamayan zavallı erkek, kadın ve çocuklar müstesna” (Nisa 98), ayetini tilavet buyurduktan sonra: “Ben ve annem Allahu Teâla’nın mazur addettiklerindendik, ben çocuklardan, annem kadınlardan mâzurdu” dedi.

Buhari, Tefsir Nisa 14, 20.

561 – Yine İbnu Abbas (radıyallahu anh) anlatıyor: “Abdurrahmân İbnu Avf ve bir kısım arkadaşları, Mekke’de Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’e gelerek şöyle dediler: “Biz müşrik iken izzet ve itibarı olan kimselerdik. Müslüman olduktan sonra zelil duruma düştük. (Müsaade edin müşriklere karşı koyalım). Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) onlara: “Ben affetmekle emrolundum. Sakın müşriklerle mücâdeleye kalkmayın” dedi. Ancak, Medine’ye hicretten sonra Cenab-ı Hakk cihad emretti. Bu sefer onlar durakladılar. Bunun üzerine şu âyet nazil oldu: “Kendilerine: “Elinizi savaştan çekin, namaz kılın, zekat verin” denenleri görmedin mi? Onlara savaş farz kılındığında, içlerinden bir takımı hemen, insanlardan, Allah’tan korkar gibi hatta daha çok korkarlar ve “Rabbimiz! bize savaşı niçin farz kıldın, bizi yakın bir zamana kadar te’hir edemez miydin?” derler. Ey Muhammed de ki: “Dünya geçimliği azdır, ahiret, allah’a karşı gelmekten sakınan için hayırlıdır, size zerre kadar zulmedilmez” (Nisa, 77).

Nesâî, Cihâd 1, (6, 3).

562 – Hârice İbnu Zeyd (radıyallahu anh) anlatıyor: “Zeyd İbnu Sâbit (radıyallahu anh)’i şöyle derken dinledim: “Kim bir mü’mini kasden öldürürse cezâsı, içinde temelli kalacağı cehennemdir. Allah ona gazab etmiş, lânetlemiş ve büyük azab hazırlamıştır” (Nisa, 93) ayeti, Furkân suresindeki “Onlar, allah’ın yanında başka tanrı tutup ona yalvarmazlar. Allah’ın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar…” (Furkân 68) ayetinden altı ay kadar sonra nâzil oldu.”

Nesâî merhumun bir rivayetinde şu ziyade mevcuttur: “Kim bir mü’mini kasden öldürürse cezası, içinde ebedi kalacağı cehennemdir” ayeti indiği zaman (ayette ifade edilen şiddet sebebiyle) çok korktuk. Bunun üzerine (bize rahatlık getiren) Furkân suresindeki “Onlar, Allah’ın yanında başka tanrı tutup ona yalvarmazlar, Allah’ın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar…” ayeti nazil oldu.”

Ebu Dâvud, Fiten 6, (4272); Nesâî, Tahrimu’d-Dem 2, (7, 87, 88).

563 – Sa’îd İbnu Cübeyr (radıyallahu anh) anlatıyor: “İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ)’a: “Bir mü’mini kasden öldürenin tevbesi makbul olur mu?” diye sordum da bana “Hayır!” diye cevap verdi. Ben de kendisine, Furkân suresindeki: “Onlar ki Allah’ın yanında başka tanrı tutup ona yalvarmazlar, Allah’ın haram kıldığı cana kıymazlar… Ancak tevbe eden, inanıp, yararlı iş işleyenlerin, işte Allah onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah bağışlar ve merhamet eder” (Furkan, 68-70) ayetini okudum. Bana şu cevabı verdi. “Senin okuduğun ayet Mekke’de nâzil olmuştur. Onu Medine’de nazil olan: “Kim bir mü’mini kasden öldürürse, cezası, içinde ebedî kalacağı cehennemdir…” (Nisa, 93) ayeti neshetmiştir.”

Buhari, Menâkıbu’l-Ensar 29, Tefsir, Nisa 16, Tefsir, Furkan 2, 3, 4; Müslim, Tefsir 16, (3023); Ebu Davud, Fiten 6, (4273, 4274, 4275); Nesâî, Tahrimü’d-Dem 2, (7, 85, 86).

564 – İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Şu âyet: “Onlar Allah’ın yanında başka tanrı tutup ona yalvarmazlar, Allah’ın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar, zina etmezler. Bunları yapan, günaha girmiş olur. Kıyamet günü azabı kat kat olur, orada alçaltılarak ebedî kalır” (Furkan 68-69) ayeti Mekke’de nazil olduğu zaman müşrikler şöyle dediler: “İslâmiyet bize ne bahşediyor? (Hep azab vaad etmekte. Zira) biz Allah’a şirk günahını işledik. Allah’ın haram ettiği cana kıydık, diğer bir çok kötülüklere bulaştık.” Bunun üzerine Cenâb-ı Hakk şu ayeti indirdi: “Ancak tevbe eden, inanıp yararlı iş işleyenler var ya, işte Allah onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah bağışlar ve merhameteder” (Furkan 70).

Bir rivayette şu ziyade var. “Kim İslâm’a girer ve onu idrak eder, sonra da katil olursa onun tevbesi kabul olmaz.”

565 – Ebu Dâvud’dan gelen bir rivayette de şöyle denmektedir. “Kim kasıtlı olarak bir mü’mini öldürürse, onun günahını hiçbir şey ortadan kaldırmaz.”

Fiten 6, 4275.

566 – Nesâî ve Tirmizi’den gelen bir rivayette şöyle denir: “İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ)’a bir mü’mini kasıtlı olarak öldürüp sonra tevbe edip, imana giren, güzel ameller işleyen ve hidayete eren bir kimse hakkında soruldu. Şu cevabı verdi: “Buna nasıl tevbe olur? Ben Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’i şöyle söylerken işittim: “Maktûl, avurtları kana bulanmış olan kâtile asılı olarak getirilir. Kâtili şöyle şikayet eder: “Ey Rabbim, buna sor bakalım beni niçin öldürdü, suçum ne idi?”

İbnu Abbas (radıyallahu anh) ilave etti: “Allah’a kasem olsun, Allah bu hükmü indirdi, fakat neshetmedi.”

Bu Nesâî’nin rivayetidir. Nesâî, Tahrîmu’d-Dem 2, (85-87).

merhum, “Kim bir mü’mini kasden öldürürse cezası içinde ebedî kalacağı cehennemdir” ayeti hakkında şöyle söylemiştir: “Evet, bu cürmün cezası budur. Ancak, Allah dilerse onun bu cezasını affeder.”

Ebu Dâvud, Fiten 6, (4276).

568 – İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: Müslümanlardan bir grup, (gazve sırasında) sürüsünü otlatan bir kimseye rastladılar. Adam, onlara es-selamu aleyküm diyerek (İslâmî âdaba uygun) selam verdi. Ama onlar adamı yakalayıp öldürdüler ve sürüsüne elkoydular. Bunun üzerine şu ayet indi: “Ey iman edenler: Allah yolunda cihâda çıktığınız zaman (meselelerin) tam bir açıklanmasını bekleyin. Size (Müslümanca) selam verene, dünya hayatının (geçici) menfaatini arayarak, “sen mü’min değilsin” demeyin. İşte Allah’ın katında birçok ganimetler vardır. Evvelce siz de böyle iken Allah size lutfetti…” (Nisa, 94).

İbnu Abbâs ayeti okudu ve ayette geçen ve Nafi kıraatına göre esselem olan kelimeyi es-selâm olarak kıraat buyurdu.

Buhâri, Tefsir Nisa 17; Müslim, Tefsir 22, (3025); Ebu Davud, Huruf ve’l-Kıraat 1 (3974). Yukarıdaki metin Sahiheyn’e aittir.

569 – Tirmizi’den gelen rivayette şöyle denir: “Benu Süleym’den bir kimse, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın ashabından bir gruba uğradı. Adamın beraberinde sürüsü vardı. Gruba selam verdi. Ancak onlar: “Bu adam kendisini size karşı emniyete almak için böyle (İslâmca) selam verdi. (Bu Müslüman değildir) dediler ve kalkıp adamı öldürüp sürüsüne el koydular. Sürüyle birlikte Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’a geldiler. Ancak haklarında Cenab-ı Hakk vahiy inzal buyurdu.”

570 – Yine İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Hz. Mikdâd (radıyallahu anh)’a: “Bir kimse içinde yaşadığı kafirlere karşı imanını gizler, (sen karşılaştığın zaman) imânını açığa vurursa (sakın öldürme. Bu hayatını kurtarmak için mü’minim dedi, diyerek onu) öldürecek olursan (cinayet işlemiş olursun). Nitekim, Mekke’de iken, bir zamanlar sen de imanını gizlemiştin”

Buhârî, Diyât 1.

571 – Yine İbnu Abbâs (radıyallahu anhüma): “Mü’minlerden özür sahibi olmaksızın (evlerinde) oturanlarla Allah yolunda mallarıyla canlarıyla savaşanlar bir olmaz” (Nisa, 95) ayetini Bedir savaşına katılanlara uygulayarak şöyle demiştir: “Bedir savaşına gitmeyip (evlarinde) oturanlarla ona katılanlar bir olmaz” (Bu rivayet Buhâri’ye aittir).

Tirmizi’nin rivayetinde şu ziyade var:

Bedir Gazvesi olduğu zaman Abdullah İbnu Cahş ve İbnu Ümmi Mektum: “Ey Allah’ın Resûlü, biz âmâyız, bize bir ruhsat var mı?” dediler. Bunun üzerine şu ayet indi: “İnsanlardan özürsüz olarak yerlerinde oturanlar ile, mal ve canlarıyla Allah yolunda cihad edenler birbirine eşit değildir. Allah, mal ve canlarıyla cihad edenleri, mertebece, oturanlardan üstün kılmıştır. Allah hepsine de cenneti vaadetmiştir, ama Allah, cihad edenleri oturanlara, büyük ecirler, dereceler, mağfiret ve rahmetle üstün kılmıştır. Allah bağışlar ve merhamet eder.” (Nisa, 95-96).

Buhari, Meğazi 4; Tefsir, Nisa 18; Tirmizi, Tefsir, Nisa, (3035).

572 – el-Berâ (radıyallahu anh) anlatıyor: “Mü’minlerden oturanlarla Allah yolunda mallarıyla canlarıyla savaşanlar bir olmaz” (Nisa, 95) ayeti nazil olduğu zaman Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) Zeyd (radıyallahu anh)’i çağırdı. Zeyd bir kürek kemiği ile, ayeti yazmaya geldi. Bu sırada İbnu Mektum gözlerinin âmâ oluşundan yakınıyordu. Bunun üzerine âyetin devamında özür sahipleri istisna edildi: “Mü’minlerden, özür sahibi olmaksızın (evlerinde) oturanlarla Allah yolunda mallarıyla canlarıyla savaşanlar bir olmaz..”

Buhari, Cihad 31, Tefsir, Nisa 18, Fezâilu’l-Kur’ân 4; Tirmizi, Cihad 1 (1670), Tefsir, Nisa (3034); Nesai, Cihad 4, (6, 10).

573 – Etbauttâbiin’den Muhammed İbnu Abdirrahman anlatıyor: (Abdullah İbnu Zübeyr’in hilâfeti sırasında Şamlılara karşı gönderilmek üzere) Medine halkından askeri bir birlik teşkili kararlaştırıldı. Birliğe de yazıldım. Bu esnada İbnu Abbas (radıyallahu anhüma)’ın azadlısı İkrime ile karşılaştım, durumu ona anlatmıştım. Bu sefere katılmayı bana şiddetle yasakladı. Sonra da şunu anlattı: “İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) bana haber verdi ki: “Müslümanlardan bir grup (Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) devrinde) müşriklerle berâberdi ve onların sayılarını artırıyorlardı. Müşriklere atılan ok, bazan gelip onlardan birine isabet etip öldürdüğü oluyordu. Kılıç darbeleriyle hayatlarını kaybedenler de vardı. Bunun üzerine Cenâb-ı Hak şu ayeti indirdi: “Kendilerine yazık edenlerin canlarını melekler aldıkları zaman onlara: “Ne yaptınız bakalım? deyince, “Biz yeryüzünde zavallı kimselerdik” diyecekler, melekler de: “Allah’ın arzı geniş değil miydi? Hicret etseydiniz ya!” cevabını verecekler, onların varacakları yer cehennemdir. Orası ne kötü dönülecek yerdir” (Nisa, 97).

Buhari, Tefsir, Nisâ 19; Fiten 12.

574 – İbnu Abbas (radıyallahu anh) “…Yağmurdan zarar görecekseniz veya hasta olursanız, silahlarınızı bırakmanıza engel yoktur. Fakat bütün ihtiyat tedbirlerini alın…” (Nisa 102) ayeti Abdurrahman İbnu Avf (radıyallahu anh) hakkında, o yaralı iken nâzil oldu” demiştir.

Buhari, Tefsir, Nisa 22.

575 – Ya’la İbnu Ümeyye anlatıyor: “Ömer İbnu’l-Hattab (radıyallahu anh)’a: “Ayet-i kerime’de: “Yerzüzünde sefere çıktığınız zaman, kâfirlerin size fenalık yapacağından endişe ederseniz, namazdan kısaltmanızda üzerinize bir vebal yoktur” (Nisa, 101) buyuruluyor. Şimdi ise halk emniyet içerisinde, buna rağmen, sefer hâlinde niye namaz kasrediliyor (kısaltılıyor)” diye sordum. Bana şu cevabı verdi:

“Senin gibi, ben de aynı şekilde merak ederek, bu meselede Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’a sormuştum. Bana şu açıklamayı yapmıştı: “Namazın kısaltılması, Allah’ın sizlere yaptığı bir sadakadır. Rabbinizin sadakasını kabul edin.”

Müslim, Salatu’l-Müsafirin 4, (686); Tirmizi, Tefsir, Nisa (3037); Ebu Dâvud, Salat 270, (199); Nesâî, Taksiru’s-Salat 1 (3, 116).

576 – Ümeyye İbnu Abdillah İbnu Hâlid merhumun anlattığına göre Abdullah İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ)’e şöyle demiştir:

“-Cenâb-ı Hakk âyeti kerimede: “Kafirlerin size fenalık yapacağından endişe ederseniz, namazdan kısaltmanızda üzerinize bir vebal yoktur” (Nisâ, 101) diyerek (savaş ve korku halinde) kısaltmaya izin verdiği halde, seferde namaz neye dayanılarak kısaltılır?”

İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) şu cevabı verdi:

“- Ey kardeşimoğlu! Bizler hep dalâlette iken Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bize geldi ve dinimizi öğretti. Bize öğrettikleri arasında namazı sefer sırasında iki rekat kılmak da var.”

Nesai’de yer alan rivayet (Taksiru’s-Salât Fi’s-Sefer 1 (3, 117)) bu manadadır. Hadisin lafzen bu şekli Nesâî’nin es-Sünenü’l-Kübra’da yer almış olabilir.

577 – Katâde İbnu’n-Nu’mân (radıyallahu anh) anlatıyor: “Kendilerine Benu Übeyrik denen bizden bir âile halkı vardı. Ferdlerinin isimleri Bişr, Büşeyr ve Mübeşşir idi.

Büşeyr münâfık bir kimseydi. Şiir düzer, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın ashâbını (radıyallahu anh) hicveder, sonra da bu şiiri bir Arab’a nisbet edip: Falanca şöyle dedi, fişmakanca böyle dedi (diye onlardan naklederek kendi yazdığı hicviyeleri okurdu). Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın ashabı bu şiirleri duyunca tanırlar ve: “Allah’a kasem olsun bu şiiri şu habis heriften başkası söylemez -ravi şüphe ediyor: “şu habis herifi” mi derlerdi, yoksa “şu herif” mi derlerdi diye- “onu mutlaka İbnu’l- Übeyrik söyledi” derlerdi.

Bu aile, cahiliye devrinde de İslâm döneminde de hep fakir ve ihtiyaç içinde kaldı. O zaman Medine’de halkın gıdasını hurma ve arpa teşkil ediyordu. Kişi zenginse, beyaz un tüccarı geldiği vakit, o undan satın alır, böylece zenginliğini izhâr ederdi. Fakirlerin yiyecekleri ise hurma ve arpa idi.

Bir seferinde Şam’dan bir tüccar geldi. Amcam Rifâ’a İbnu Zeyd bir yük beyaz un aldı. Onu meşrübe denen tenezzüh odasına koydu. Meşrübesinde silah, zırh ve kılınç vardı. Bir gece evine giren hırsızlar meşrübeyi yarıp yiyecek, silah orada ne varsa alıp götürdüler. Sabah olunca amcam Rifa’a bana uğradı ve: “Ey yeğenim, geceleyin evime hırsız girmiş, meşrübemizi yardılar, silah, yiyecek ne varsa götürdüler” dedi. Biz de mahallede bir araştırma yaptık, soruşturduk. Bize: “Bu gece Benu Ubeyrik’leri gördük, ateş yakıyorlardı. Gördüklerimizin bir kısmı mutlaka sizin yiyecekleriniz idi” dediler.

Biz mahallede soruşturma yaparken, Benu Übeyrik de: “Allah’a kasem olsun, biz (bu işin faili olarak) dostunuz Lebid İbnu Sehl’i görüyoruz” dediler.

Lebid İbnu Sehl bizden birisiydi, sâlih ve Müslüman bir kimseydi. Lebid onların sözünü işitince kılıncını çekti: “Yani ben mi çaldım? Allah’a yemin olsun ya bu hırsızlığı açıklayacaksınız ya da bu kılınçla sizi deşeliyeceğim” dedi.

Onlar: “Be adam senden bize ne, sen kim, hırsızlık kim” diye lafı çevirdiler.

Mahallede iyice soruşturuyorduk. Sonunda hırsızlığı bunların yaptığı hususunda şüphemez kalmadı. Amcam bana: “Ey yeğenim, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’a kadar gidip, durumu anlatmaz mısın?” dedi. Ben de O’na gelip: “Bizden bir aile zalimlik yaptı, amcam Rifa’a’yı hedef kılıp meşrübesini yardılar. İçinde silah, yiyecek ne varsa aşırdılar. Hiç olmazsa silahımızı iade etsinler, yiyeceğe ihtiyacımız yok, onu istemiyoruz” dedim. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): “Ben bunu emredeceğim” dedi.

Benü Übeyrik bunu duyunca, Esîr İbnu Urve adındaki adamlarına gelip bu hususta kendisiyle konuştular.

Mahalle halkından bir grup bu meselede ittifak edip: “Ey Allah’ın Resûlü, Katâde ve amcası bizden salih ve Müslüman bir aile halkını hedef alıp hiçbir delil ve hüccete dayanmadan iftira atıp hırsız diyor” dediler.

Katâde: “Ben de Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’a gidip kendisiyle konuştum. Bana: “Müslüman ve sâlih oldukları söylenen bir aileyi hedef yapıp delil ve hüccet olmadan hırsızlıkla mı itham ediyorsun?” dedi. Ben de oradan ayrılıp eve döndüm. “Keşke bir çok malım gitseydi de bu hususta Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’a söylememiş olsaydım” diye içten temenni ettim. Derken amcam geldi ve “Yeğenim ne yaptın?” diye sordu. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın bana söylediklerini anlattım. Amcam bana: “Allah yardımcımızdır” dedi. Aradan çok geçmeden şu âyet indi: “(Ey Muhammed!) Doğrusu insanlar arasında Allah’ın sana gösterdiği gibi hükmedesin diye Kitab’ı sana hak olarak indirdik; hakkı gözet, hainlerden taraf (yani Benû Übeyrik tarafında) olma. (Katâde’ye söylediğin söz için) Allah’tan mağfiret dile. Allah bağışlar ve mağfiret eder. Kendilerine hainlik edenlerden yana uğraşmaya kalkma. Allah hainlikte direnen suçluyu sevmet. Allah’ın razı olmadığı sözü gece kurarlarken onu insanlardan gizliyorlar da kendileriyle beraber olan Allah’tan gizlemiyorlar. Allah işlediklerinin hepsini bilmektedir. İşte siz, dünya hayatında onları müdafaa ediyorsunuz, ama kıyamet günü onları Allah’a karşı kim müdafaa edecek? Veya onların vekaletini kim üzerine alacak? Kim kötülük işler, kendine yazık eder de sonra da Allah’tan bağışlanma dilerse Allah’ı mağfiret ve merhamet sahibi olarak bulur” (yani “Eğer onlar tevbe ederse Allah onları bağışlayacaktır”). “Kim günah işlerse bunu ancak kendi aleyhine yapmış olur. Allah bilendir, Hakimdir. Kim yanılır veya suç işlerde sonra onu bir suçsuzun üzerine atarsa, şüphesiz iftira etmiş, apaçık bir günah yüklenmiş olur” (Lebid’e söyledikleri söz). “Ey Muhammed! (Eğer sana Allah’ın bol nimeti ve rahmeti olmasaydı onlardan birtakımı seni sapıtmaya çalışırdı. Halbuki onlar kendilerinden başkasını saptıramazlar. Sana da bir zarar veremezler. Allah sana Kitap ve hikmet indirmiş, sana bilmediğini öğretmiştir. Allah’ın sana olan nimeti ne büyüktür. Ancak sadaka vermeyi yahut iyilik yapmayı ve insanların arasını düzeltmeyi gözeten kimseler müstesna, onların gizli toplantılarının çoğunda hayır yoktur. Bunları Allah’ın rızasını kazanmak için yapana büyük ecir vereceğiz” (Nisa 104-114).

Bu ayetler nazil olunca Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’a silahlar getirildi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) onları Rifâa’ya geri verdi.

Katâde devamla dedi ki: “Ben silahı amcama getirip verdim. Amcam cahiliye devrinde yaşlanmış veya (ravilerden Ebû İsa’nın tereddüdüne göre) gözleri çok zayıf gören bir ihtiyardı. Bu sebeple ben onun Müslümanlığını biraz karışık görüyordum. Ne var ki silâhı kendisine teslim ettiğim zaman bana: “Ey yeğenim, bunu Allah için bağışladım” dedi. O zaman anladım ki, imanı sağlammış.

Yukarıdaki ayetler inince Büşeyr, müşriklere iltihak etti. Gidip Sülâfe Bintu Sa’d İbni Sümeyye’ye misafir oldu. Bunun üzerine Cenab-ı Hakk şu ayeti indirdi: “Doğru yol kendisine apaçık belli olduktan sonra, Peygamberden ayrılıp, inananların yolundan başkasına uyan kimseyi, döndüğü yöne döndürür ve onu cehenneme sokarız. Orası ne kötü bir dönüş yeridir. Allah kendisine ortak koşulmasını elbette bağışlamaz, bundan başkasını dilediğine bağışlar. Allah’a ortak koşan derin bir sapıklığa sapmış olur.” (Nisa, 115-116).

Büşeyr, Sülâfe’nin yanına misafir olarak inince, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın şairi Hassân İbnu Sâbit (radıyallahu anh) kadını taşlayıcı şiirler yazdı. Bunlar kulağına gelince, Sülafe, Büşeyr’in havıdını başının üzerine koyup götürdü ve sel yatağına fırlattı. Sonra kendisine şunu söyledi: “Defol! Bana Hassân’ın şiirini hediyeden başka bir hayır getirmedin”

Tirmizi, Tefsir, Nisa (3039).

578 – Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Kim fenalık yaparsa cezasını görür. Kendisine Allah’tan başka ne dost ne de yardımcı bulur” (Nisa 123) meâlindeki ayet nazil olduğu zaman, Müslümanları çok ciddi bir kedere sevketti. Bunun üzerine Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle tavsiye etti: “Amellerinizde orta yolu ve doğruyu bulmaya çalışın. Mü’mine musibet nevinden her ne ulaşır ise günahlarına bir kefaret olur. Musibet, beklenmedik bir hadise olmuş, ayağına batan bir diken olmuş farketmez.”

Müslim, Birr (2574). Bu metin Müslim’in metnidir. Tirmizi, Tefsir, Nisa (3041).

Tirmizi’nin rivayetinde şu ziyade var: “Ayet(in hükmü) Müslümanları çok üzdü. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’a şikayet ettiler. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şunu söyledi…”

579 – Ebu Bekir es-Sıddik (radıyallahu anh) buyurdu ki: “Ben Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın yanında oturuyor idim. O’na şu ayet indirildi: “Kim fenalık yaparsa cezasını görür. Kendisine Allah’tan başka ne dost ne de yardımcı bulur” (Nisa, 123). Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): “Bana inen bir ayeti sana okutayım mı?” dedi. Ben: “Pek tabii” dedim. Bana onu okuttu. Sanki belimin ayrıldığını hissettim ve o yüzden gerindim. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): “Neyin var, ne oldu Ey Ebu Bekr?” diye sordu. “Annem babam sana feda olsun Ey Allah’ın Resûlü, dedim, hangimiz kötü amelde bulunmaz ki, demek hepimiz işlediklerimiz yüzünden cezalandırılacağız ha?” diye üzüntümü ifade ettim.

Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şu açıklamayı yaptı: “Ey Ebu Bekr, sen ve mü’minler, bunlar sebebiyle dünyada cezalandırılıyorsunuz. Öyle ki Allah’a kavuştuğunuz zaman sizde günah kalmaz. Diğerlerine gelince onlarınkiler biriktirilir, kıyamet günü cezaları toptan verilir.

Tirmizi, Tefsir, Nisa (3042).

580 – Ali İbnu Zeyd annesinden anlatıyor: Annesi Hz. Aişe (radıyallahu anhâ)’ye Cenab-ı Hakk’ın şu ayetinden: “…İçinizdekini açıklasanız da gizleseniz de Allah sizi onunla hesâba çeker ve dilediğini bağışlar” (Bakara, 284) ve keza: “Kim fenalık yaparsa cezasını görür” (Nisa 123) ayetinden sordu. Hz. Aişe şu cevabı verdi: “Benim Resûllullah (aleyhissalâtu vesselâm)’tan bu hususta sorduğum günden bu yana kimse meseleyi bana sormadı. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle cevap vermişti: “Bu, Allah’ın hastalık ve kazadan tut, cebine koyduğu basit bir eşyanın kaybıyla duyduğu üzüntüye varıncaya kadar mâruz kaldığı musibetlerle kulunu (dünyada) cezalandırmasıdır. Böylece kul, peyderpey günahlarından arınmış olarak çıkar, tıpkı ham altının körükten saf kızıl çıktığı gibi.”Tirmizi, Tefsir, Bakara (2993).

581 – İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Sevde validemiz (radıyallahu anhâ) Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın kendisini boşayacağından korkarak: “Beni boşama, nikâhın altında tut, benim sıramı Aişe alsın” dedi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) da öyle yaptı. Bunun üzerine şu ayet nazil oldu: “Eğer kadın, kocasının serkeşliğinden veya aldırışsızlığından endişe ederse, aralarında anlaşmaya çalışmalarında kendilerine bir engel yoktur. Anlaşmak daha hayırlıdır…” (Nisa, 128). “Her ne üzerine anlaşılırsa o câizdir.”

Tirmizi, Tefsir, Nisa, (3043).