330 – HAYVAN VS. İLE İLGİLİ

HAYVAN VS. İLE İLGİLİ TEFERRUAT

330 – Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: “Bir köle gelerek Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’e hicret etmek üzere biat etti, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) onun köle olduğunu sezemedi. Arkadan efendisi onu aramaya geldi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ona: “Onu bana sat” buyurdu ve köleyi iki siyah köle mukabilinde satın aldı.”

Müslim, Musâkât 123, (1602); Tirmizî, Siyer 36, (1596); Ebu Dâvud, Büyû 17, (3358); Nesâî Bey’a 66, (7, 292-293); İbnu Mâce, Cihad 41.

331 – Abdullah İbnu Amr İbni’l-Âs (radıyallahu anh)’ın anlattığına göre, “Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) kendisine bir ordu hazırlamasını emretmiştir. Mevcut develer (askerlere) yetmedi. Bunun üzerine Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) (devesi olamayanlar için, bilâhere) hazine develerinden ödenmek üzere deve te’min etmesini emretti. (Böylece Abdullah) zekat yoluyla hazineye gelecek develerden iki adedi karşılığında bir deve temin ediyordu.”

Ebu Dâvud, Büyû 16, (3357).

332 – Ali İbnu Ebî Tâlib (radıyallahu anh)’in anlattığına göre, “Devesini yirmi küçük dev mukabilinde veresiye olarak satmıştır”

Muvatta, Büyû 59, (2, 652).

333 – İbnu Ömer (radıyallahu anh)’in anlattığına göre, “Kendisi, satıcının zimmetinde bulunan bir binek devesini, Rebeze’de bulunan dört küçük deve mukabilinde satın almıştır.”

Buhârî, bu hadisi bab başlığında (senetsiz olarak) kaydetmiştir. (Büyû 108); Muvatta, Büyû 60, (2, 652).

334 – Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: “Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurdular: “İki hayvan, veresiye olarak bir hayvana mukabil satılamaz. Peşin satılırsa bunda bir beis yok.”

Tirmizî, Büyû 21, (1238); İbnu Mâce, Ticârât 56.

335 – Semüre İbnu Cündeb (radıyallahu anh) anlatıyor: “Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) hayvanın hayvanla veresiye satışını yasaklamıştır.”

Tirmizî, Büyû 21, (1237); Ebu Dâvud, Büyû 15; Nesâî, Büyû, 65, (7, 292); İbnu Mâce, Ticârât 56, (2271). Tirmizî, hadisin sahih olduğunu belirtmiştir.

336 – İbnu Şihâb anlatıyor: “Saîd İbnu’l-Müseyyeb derdi ki: “Hayvanda ribâ yoktur.

Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) hayvan satışını üç hususta yasakladı: el-Mezâmin, el-Melâkih ve

Habelu’l-habele.

Mezâmin: Dişi devenin karnındaki yavru demektir.

Melâkih: Erkek devenin belinde bulunan (ve dişiyi dölleyen) şey demektir.

Habelu’l-habele: “Hâmile develerin hâmile kalması yani, dişi develerin karnındaki ceninin doğuracağı yavrunun satımı.

Muvatta, Büyû 63, (2, 654).

İmam Mâlik, bu tâbirleri, yukarıdaki gibi açıklamıştır. Ancak garib kelimeleri açıklayan lugatci vefakihler nezdinde, mezâmin ve melâkih kelimeleri aksi mânaları ifade etmektedir.

337 – İmam Mâlik’e ulaştığına göre, bir adam İbnu Ömer (radıyallahu anh)’e gelerek: “Ben birisine bir borç verdim. Bana, bunu daha üstün bir şekilde iadesini şart koştum” dedi ve hükmünü sordu. İbnu Ömer (radıyallahu anh): “Bu ribâdır” diye cevap verdi ve şu açıklamada bulundu: “Borç verme işi üç şekilde cereyan eder.

1. Borç vardır, bunu vermekle sâdece Allah’ın rızasını düşünürsün. Karşılığında sana rıza-yı ilâhi vardır.

2. Borç vardır, bununla arkadaşını memnun etmek istersin.

3. Borç vardır, temiz bir malla pis bir şey almak için bu borcu verirsin. İşte bu ribâdır.”

Adam: Öyleyse bana ne emredersiniz, ey Abu Abdirrahman? diye sordu.

İbnu Ömer şu açıklamada bulundu: “Akdi yırtmanı tavsiye ederim. Borçlu, verdiğin miktarı aynen iade ederse alırsın. Verdiğinden daha az iade eder, sen de alırsan sevap kazanırsın. Eğer sana, daha iyi birşeyi gönül hoşluğu ile verirse, bu sana bir teşekkürdür, böylece teşekkürünü ifade ediyor demektir. Sana ayrıca, ona vâde tanıdığın için sevap vardır.”

Muvatta, Büyû 92, (2, 681-682).

338 – Mücahid’in anlattığına göre, “İbnu Ömer (radıyallahu anh) bir miktar borç para aldı. Bunu sâhibine daha iyi bir şekilde ödedi. Borç veren adam: “Bu verdiğimden efdaldir (fazladır) diyerek almak istemedi. İbnu Ömer adama: “Biliyorum, ancak için bu şekilde rahat edecek” dedi.

Muvatta, Büyû 90, (2, 681).

339 – Salim (radıyallahu anh) anlatıyor: “İbnu Ömer (radıyallahu anh)’e belli bir vâde ile bir başkasında alacağı bulunan adam, parasını daha çabuk alabilmek için bir kısmından vaz geçecek olsa? diye sordular. İbnu Ömer bunu hoş görmedi ve bu davranışı yasakladı.”

Muvatta, Büyû 82, (2, 672).

340 – Ubeyd İbnu Ebi Sâlih anlatıyor: “Ben, bilâhere ödenmek üzere Dar-ı Nahle ehline bez sattım. Bir müddet sonra Kûfe’ye gitmek istedim. Borçlular bana gelerek fiyattan biraz inmem hâlinde peşin ödeyeceklerini söylediler. Bunu Zeyd İbnu Sâbit’e sordum. Bana: “Hayır, bu işi yapmana cevaz veremem, bunu (ribâyı) ne senin yemeni, ne de (satın alanlara) yedirmeni emredemem” dedi.

Muvatta, Büyû 81, (2, 671).

341 – Ümmü Yunus (radıyallahu anh) anlatıyor: “Zeyd İbnu Erkam (radıyallahu anh)’ın Ümmü Velet’i (çocuk doğurmuş cariyesi), Hz. Aişe (radıyallahu anha)’ya uğradı ve dedi ki: “Zeyd’in bir cariyesini el-Âta’ya sekiz yüz dirheme sattım. Sonra aynı cariyeyi ondan, ödeme zamanı dolmazdan önce altı yüz dirheme satın aldım. Ayrıca ben kendisine, bunu satacak olursan senden ben satın alacağım diye şart koşmuştum.” Hz. Aişe (radıyallahu anha): “Şart koşman da uygunsuz, satın alman da uygunsuz olmuş. Zeyd İbnu Erkam’a söyle ki, bu iş sebebiyle tevbe etmezse, Resulullah aleyhissalatu vesselam’la birlikte yaptığı cihadı iptal etmiştir” dedi.

Kadın: “Zeyd na yaptı ki (böyle hükmediyorsun?)” diye sorunca Hz. Aişe cevap olarak şu ayeti okudu: “Kime Rabb’inden bir öğüt gelir de fâizcilikten geri durursa, geçmişi kendisinedir, onun işi Allah’a aittir…” (Bakara, 275). Ashab’tan pek çoğu hayatta olduğu halde, kimse bu hükümden dolayı Hz. Aişe’yi reddetmedi.”

342 – Zeyd İbnu Eslem anlatıyor: “Cenab-ı Hakk’ın terketmeyenler için harb etmeye izin verdiği ribâ, câhiliye devrinde iki şekilde cereyan ederdi:

1. Bir kimsenin diğer bir kimsede, vâdeli bir alacağı bulunurdu. Vâde dolunca alacaklı: “Ödeyecek misin yoksa fâizlesin mi?” derdi. Borçlu öderse öbürü alırdı. Ödemezse, ölçeklenen, tartılan, ekilen veya sayılan çeşitten ise alacak katlanırdı.

2. Yaşla ölçülen bir mal ise, daha üst mertebeye kaydırılır, vâde de uzatılırdı. İslâm gelince Cenab-ı Hakk şu âyeti indirdi: “Ey iman edenler! Allah’tan sakının, inanmışsanız fâizden arta kalan hesaptan vazgeçin. Böyle yapmazsanız, bunun Allah’a ve Peygamberine karşı açılmış bir savaş olduğunu bilin. Eğer tevbe ederseniz sermayeniz sizindir. Böylece haksızlık etmemiş ve haksızlığa uğramamış olursunuz” (Bakara 278-279).

Bu rivayeti Rezîn tahric etti.