9. CÜZ 2. HİZİP


07- A`RAF SÛRESİ الأعراف Aynı anda dinleyip takip edebilirsinizTIKLA
سْمِ اللَّهِ الرَّحْمَٰنِ الرَّحِيمِ BismillahirRahmânirRahiym
وَلَمَّا جَاءَ مُوسَىٰ لِمِيقَاتِنَا وَكَلَّمَهُ رَبُّهُ قَالَ رَبِّ أَرِنِي أَنْظُرْ إِلَيْكَ ۚ قَالَ لَنْ تَرَانِي وَلَٰكِنِ انْظُرْ إِلَى الْجَبَلِ فَإِنِ اسْتَقَرَّ مَكَانَهُ فَسَوْفَ تَرَانِي ۚ فَلَمَّا تَجَلَّىٰ رَبُّهُ لِلْجَبَلِ جَعَلَهُ دَكًّا وَخَرَّ مُوسَىٰ صَعِقًا ۚ فَلَمَّا أَفَاقَ قَالَ سُبْحَانَكَ تُبْتُ إِلَيْكَ وَأَنَا أَوَّلُ الْمُؤْمِنِينَ
143-) Ve lemma cae Musa limiykatina ve kellemehu Rabbuhu, kale Rabbi eriniy enzur ileyKE, kale len teraniy ve lakininzur ilelcebeli feinistekarre mekanehu fesevfe teraniy* felemma tecella Rabbuhu lilcebeli ce`alehu dekken ve harra Musa sa`ıka* felemma efaka kale subhaneKE tübtü ileyKE ve ene evvelül mu`miniyn;
143-) Musa, takdir ettiğimiz süreç tamamlandığında; Rabbi de Ona seslenince, (şöyle) dedi: “Rabbim, göster kendini, bakayım sana!”… (Rabbi) buyurdu: “Beni, asla göremezsin!.. Fakat dağa (benlik dağı) nazar et… Şayet (tecelli ettiğimde) dağ hâlâ durursa, beni görebilirsin!”… Rabbi dağa (benliğine) tecelli edince, onu yok etti… Musa da baygın (benliğini yitirmiş olarak) düştü! Kendine döndüğünde: “Subhansın sen (seni tenzih ederim)! Sana tövbe ettim… Ben iman edenlerin ilkiyim” dedi.
قَالَ يَا مُوسَىٰ إِنِّي اصْطَفَيْتُكَ عَلَى النَّاسِ بِرِسَالَاتِي وَبِكَلَامِي فَخُذْ مَا آتَيْتُكَ وَكُنْ مِنَ الشَّاكِرِينَ
144-) Kale ya Musa innistafeytüke alenNasi Bi risalatiy ve Bi kelamiy* fehuz ma ateytüke ve kün mineş şakiriyn;144-) Buyurdu ki: “Ey Musa! Muhakkak ki Ben seni, risâletlerim ve kelâmım ile insanlar üzerine seçtim… Al sana verdiğimi ve şükredenlerden (değerlendirenlerden) ol!”
وَكَتَبْنَا لَهُ فِي الْأَلْوَاحِ مِنْ كُلِّ شَيْءٍ مَوْعِظَةً وَتَفْصِيلًا لِكُلِّ شَيْءٍ فَخُذْهَا بِقُوَّةٍ وَأْمُرْ قَوْمَكَ يَأْخُذُوا بِأَحْسَنِهَا ۚ سَأُرِيكُمْ دَارَ الْفَاسِقِينَ
145-) Ve ketebna lehu fiyl`elvahı min külli şey`in mev`izaten ve tafsıylen li külli şey`in, fehuzha Bi kuvvetin ve`mür kavmeke ye`huzû Bi ahseniha* seüriyküm darel fasikıyn;
145-) Biz Musa için levhalarda, kaçınılması gereken şeyler hakkında öğüt ve yaşam için gerekli olan şeyleri detaylarıyla yazdık… “Bunları sıkıca tut ve kavmine, bunlara en güzel şekilde uyup muhafaza etmelerini emret… (Bu hükümlere uymayan) itaatten çıkmışların yurdunu göstereceğim size.”
سَأَصْرِفُ عَنْ آيَاتِيَ الَّذِينَ يَتَكَبَّرُونَ فِي الْأَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّ وَإِنْ يَرَوْا كُلَّ آيَةٍ لَا يُؤْمِنُوا بِهَا وَإِنْ يَرَوْا سَبِيلَ الرُّشْدِ لَا يَتَّخِذُوهُ سَبِيلًا وَإِنْ يَرَوْا سَبِيلَ الْغَيِّ يَتَّخِذُوهُ سَبِيلًا ۚ ذَٰلِكَ بِأَنَّهُمْ كَذَّبُوا بِآيَاتِنَا وَكَانُوا عَنْهَا غَافِلِينَ
146-) Seasrifü an âyâtiyellezine yetekebberune fiyl Ardı Bi ğayril Hakk* ve in yerav külle ayetin lâ yu`minu Biha* ve in yerav sebiyler rüşdi lâ yettehızûhu sebiyla* ve in yerav sebiylel ğayyi yettehızûhu sebiyla* zâlike Bi ennehüm kezzebu Bi âyâtina ve kânu anha ğafiliyn;
146-) Haksız olarak arzda büyüklenenleri, mucizevî kuvvelerimden uzak tutacağım; çünkü onlar hangi mucizeyi görseler, ona iman etmezler! Rüşd yolunu görseler, o yola girmezler… Sapıklık yolunu görseler, onu yol edinirler… Bu, onların (hakikate) işaretlerimizi yalanlamaları ve onlardan gâfiller olmaları dolayısıyladır.
وَالَّذِينَ كَذَّبُوا بِآيَاتِنَا وَلِقَاءِ الْآخِرَةِ حَبِطَتْ أَعْمَالُهُمْ ۚ هَلْ يُجْزَوْنَ إِلَّا مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
147-) Velleziyne kezzebu Bi âyâtiNA ve Lıkail Ahireti habitat a`malühüm* hel yüczevne illâ ma kânu ya`melun;147-) (Hakikate) işaretlerimizi ve âhiret likâsını (sonsuz gelecek yaşamın getirisini) yalanlayanların yaptıkları boşa gitmiştir… (Onlar) sadece yapmakta olduklarının sonucunu yaşamıyorlar mı?
وَاتَّخَذَ قَوْمُ مُوسَىٰ مِنْ بَعْدِهِ مِنْ حُلِيِّهِمْ عِجْلًا جَسَدًا لَهُ خُوَارٌ ۚ أَلَمْ يَرَوْا أَنَّهُ لَا يُكَلِّمُهُمْ وَلَا يَهْدِيهِمْ سَبِيلًا ۘ اتَّخَذُوهُ وَكَانُوا ظَالِمِينَ
148-) Vettehaze kavmü Musa min ba`dihi min huliyyihim `ıclen ceseden lehu huvar* elem yerav ennehu lâ yükellimühüm ve lâ yehdiyhim sebiyla* ittehazûhu ve kânu zalimiyn;
148-) Musa`nın halkı ondan sonra (yani Musa`nın Tur`a çıkışından sonra), kendilerinin değerli süs eşyalarından meydana gelen, (buzağı gibi) böğürebilen buzağı heykeli edindiler… Fark edemediler mi ki o (heykel) onlarla ne kelâm edebiliyor ne de bir yola hidâyet edebiliyor? Onu (ilâh) edindiler ve zâlimler oldular (nefslerine zulmettiler)!
وَلَمَّا سُقِطَ فِي أَيْدِيهِمْ وَرَأَوْا أَنَّهُمْ قَدْ ضَلُّوا قَالُوا لَئِنْ لَمْ يَرْحَمْنَا رَبُّنَا وَيَغْفِرْ لَنَا لَنَكُونَنَّ مِنَ الْخَاسِرِينَ
149-) Ve lemma sukıta fiy eydiyhim ve raev ennehüm kad dallu, kalu lein lem yerhamna Rabbuna ve yağfir lena lenekûnenne minel hasiriyn;
149-) Düşünüp, hakikatten sapmış olduklarını fark ederek pişman olduklarında: “Yemin olsun ki, Rabbimiz bize rahmet etmez ve bizi mağfiret etmez ise, kesinlikle hüsrana uğrayanlardan oluruz” dediler.
وَلَمَّا رَجَعَ مُوسَىٰ إِلَىٰ قَوْمِهِ غَضْبَانَ أَسِفًا قَالَ بِئْسَمَا خَلَفْتُمُونِي مِنْ بَعْدِي ۖ أَعَجِلْتُمْ أَمْرَ رَبِّكُمْ ۖ وَأَلْقَى الْأَلْوَاحَ وَأَخَذَ بِرَأْسِ أَخِيهِ يَجُرُّهُ إِلَيْهِ ۚ قَالَ ابْنَ أُمَّ إِنَّ الْقَوْمَ اسْتَضْعَفُونِي وَكَادُوا يَقْتُلُونَنِي فَلَا تُشْمِتْ بِيَ الْأَعْدَاءَ وَلَا تَجْعَلْنِي مَعَ الْقَوْمِ الظَّالِمِينَ
150-) Ve lemma race`a Musa ila kavmihi ğadbane esifen, kale bi`sema haleftümuniy min ba`diy, eaciltüm emre Rabbiküm* ve elkal`elvaha ve ehaze Bi re`si ehıyhi yecurruhu ileyh* kalebne ümme innel kavmestad`afuniy ve kâdu yaktüluneniy* fela tüşmit Biyel a`dae ve lâ tec`alniy me`al kavmiz zalimiyn;
150-) Musa halkına öfkeli ve üzgün olarak döndüğünde: “Arkam sıra ne kadar çirkin şeyler yaptınız! Rabbinizin hükmünü bekleyemediniz mi?” dedi… (Derken) levhaları yere bırakıp, kardeşinin başını tuttu ve onu kendine çekti… (Harun) dedi ki: “Anamın oğlu! Muhakkak ki bu topluluk beni zayıf – güçsüz buldu ve nerede ise beni öldüreceklerdi… Düşmanlarımı sevindirme ve beni şu zâlimler topluluğu ile bir tutma!”
قَالَ رَبِّ اغْفِرْ لِي وَلِأَخِي وَأَدْخِلْنَا فِي رَحْمَتِكَ ۖ وَأَنْتَ أَرْحَمُ الرَّاحِمِينَ
151-) Kale Rabbığfirliy ve liehıy ve edhılna fiy rahmetiKE ve ENTE Erhamür Rahiymiyn;
151-) (Musa) dedi ki: “Rabbim… Beni de kardeşimi de mağfiret et ve bizi rahmetine dâhil et… Sen, Erhamur Rahıymiyn`sin.”
إِنَّ الَّذِينَ اتَّخَذُوا الْعِجْلَ سَيَنَالُهُمْ غَضَبٌ مِنْ رَبِّهِمْ وَذِلَّةٌ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا ۚ وَكَذَٰلِكَ نَجْزِي الْمُفْتَرِينَ
152-) İnnelleziynet tehazül ıcle seyenalühüm ğadabün min Rabbihim ve zilletün fiyl hayatid dünya* ve kezâlike neczil müfteriyn;
152-) Muhakkak ki buzağıyı (tanrı) edinenlere, Rablerinden bir gazap ve dünya hayatında bir aşağılanma ulaşacaktır… Biz iftiracıları böyle cezalandırırız.
وَالَّذِينَ عَمِلُوا السَّيِّئَاتِ ثُمَّ تَابُوا مِنْ بَعْدِهَا وَآمَنُوا إِنَّ رَبَّكَ مِنْ بَعْدِهَا لَغَفُورٌ رَحِيمٌ
153-) Velleziyne amilüs seyyiati sümme tabu min ba`diha ve amenû* inne Rabbeke min ba`diha le Ğafûrun Rahıym;
153-) Ancak öyleleri (de var) ki, kötülükler yaptıktan sonra, ardından pişman olup tövbe ederek, iman ettiler… Muhakkak ki Rabbin ondan sonra elbette Ğafûr`dur, Rahıym`dir.
وَلَمَّا سَكَتَ عَنْ مُوسَى الْغَضَبُ أَخَذَ الْأَلْوَاحَ ۖ وَفِي نُسْخَتِهَا هُدًى وَرَحْمَةٌ لِلَّذِينَ هُمْ لِرَبِّهِمْ يَرْهَبُونَ
154-) Ve lemma sekete an Musel ğadabü ahazel elvah* ve fiy nüshatiha hüden ve rahmetün lilleziyne hüm liRabbihim yerhebun;
154-) Musa`nın öfkesi geçince, levhaları aldı… O yazılı metinde, Rablerinden korkanlar için hüda ve rahmet vardır.
وَاخْتَارَ مُوسَىٰ قَوْمَهُ سَبْعِينَ رَجُلًا لِمِيقَاتِنَا ۖ فَلَمَّا أَخَذَتْهُمُ الرَّجْفَةُ قَالَ رَبِّ لَوْ شِئْتَ أَهْلَكْتَهُمْ مِنْ قَبْلُ وَإِيَّايَ ۖ أَتُهْلِكُنَا بِمَا فَعَلَ السُّفَهَاءُ مِنَّا ۖ إِنْ هِيَ إِلَّا فِتْنَتُكَ تُضِلُّ بِهَا مَنْ تَشَاءُ وَتَهْدِي مَنْ تَشَاءُ ۖ أَنْتَ وَلِيُّنَا فَاغْفِرْ لَنَا وَارْحَمْنَا ۖ وَأَنْتَ خَيْرُ الْغَافِرِينَ
155-) Vahtâre Musa kavmehu seb`ıyne racülen limiykatiNA* felemma ehazethümür recfetü kale Rabbi lev şi`te ehlektehüm min kablü ve iyyaye, etühliküna Bi ma feales süfehaü minna* in hiye illâ fitnetüKE, tudıllü Biha men teşaü ve tehdiy men teşa`* ENTE Veliyyüna fağfir lena verhamna ve ENTE hayrul Ğafiriyn;
155-) Musa, tövbe etmeleri için kararlaştırılan yere gelmek üzere, halkından yetmiş adam seçti… Ne zaman ki orada onları şiddetli sarsıntı yakaladı, (Musa şöyle) dedi: “Rabbim… Eğer dileseydin (hakikati örtme suçundan dolayı) onları da beni de daha önce helâk ederdin! Aramızdaki anlayışı kıtların yaptığı yüzünden bizi helâk mi edeceksin? O ancak, senin bir fitnendir; kimi dilersen onunla saptırır ve kimi dilersen hidâyet edersin… Sen Veliyy`mizsin; bizi mağfiret et ve bize rahmet kıl… Sen Ğâfir`lerin (bağışlayanların) en hayırlısısın.”
وَاكْتُبْ لَنَا فِي هَٰذِهِ الدُّنْيَا حَسَنَةً وَفِي الْآخِرَةِ إِنَّا هُدْنَا إِلَيْكَ ۚ قَالَ عَذَابِي أُصِيبُ بِهِ مَنْ أَشَاءُ ۖ وَرَحْمَتِي وَسِعَتْ كُلَّ شَيْءٍ ۚ فَسَأَكْتُبُهَا لِلَّذِينَ يَتَّقُونَ وَيُؤْتُونَ الزَّكَاةَ وَالَّذِينَ هُمْ بِآيَاتِنَا يُؤْمِنُونَ
156-) Vektüb lena fiy hazihid dünya haseneten ve fiyl ahireti inna hüdna ileyKE, kale azâbiy usıybu Bihi men eşa`* ve rahmetiY vesiat külle şey`* feseektübüha lilleziyne yettekune ve yü`tunez Zekate velleziyne hüm Bi âyâtina yu`minun;
156-) “Bize hem şu dünyada güzellik yaz hem sonsuz gelecek yaşamında… Doğrusu biz sana yöneldik”… Buyurdu ki: “Azabımı, kime dilersem ona isâbet ettiririm… Rahmetim her şeyi kapsar! Onu, korunanlara, zekâtı verenlere ve işaretlerimizdeki hakikate iman edenlere yazacağım.”
الَّذِينَ يَتَّبِعُونَ الرَّسُولَ النَّبِيَّ الْأُمِّيَّ الَّذِي يَجِدُونَهُ مَكْتُوبًا عِنْدَهُمْ فِي التَّوْرَاةِ وَالْإِنْجِيلِ يَأْمُرُهُمْ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَاهُمْ عَنِ الْمُنْكَرِ وَيُحِلُّ لَهُمُ الطَّيِّبَاتِ وَيُحَرِّمُ عَلَيْهِمُ الْخَبَائِثَ وَيَضَعُ عَنْهُمْ إِصْرَهُمْ وَالْأَغْلَالَ الَّتِي كَانَتْ عَلَيْهِمْ ۚ فَالَّذِينَ آمَنُوا بِهِ وَعَزَّرُوهُ وَنَصَرُوهُ وَاتَّبَعُوا النُّورَ الَّذِي أُنْزِلَ مَعَهُ ۙ أُولَٰئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
157-) Elleziyne yettebi`uner Rasûlen Nebiyyel Ümmiyyelleziy yecidunehu mektuben `ındehüm fitTevrati vel` İnciyl* ye`muruhüm Bil ma`rufi ve yenhahüm anil münkeri ve yuhıllu lehümüt tayyibati ve yuharrimu aleyhimül habaise ve yeda`u anhüm ısrahüm vel ağlalelletiy kânet aleyhim* felleziyne amenû Bihi ve azzeruhu ve nasaruhu vettebeunNûralleziy ünzile me`ahu, ülaike hümül müflihun;
157-) Onlar ki ellerindeki Tevrat ve İncil`de belirtilmiş O Rasûl`e, Ümmî (asıl fıtratı bozulmamış – yaratıldığı saflık üzere) Nebi`ye tâbi olurlar… Onlara, Allâh`a göre olumlu olanları emreder ve olumsuz fiilleri yasaklar; onlara temiz şeyleri helal kılar; pis, çirkin şeyleri haram eder; onlardan sırtlarındaki ağır yükü (benliklerinin getirilerini) kaldırır ve üzerlerindeki zincirleri (yüzlerini Allâh`a döndürmelerini engelleyen tüm bağlarını) çözer… İşte O`na iman eden, O`na saygı gösteren (destekleyen), O`na yardım eden ve O`nunla birlikte inzâl olunan Nûr`a (Kur`ân) tâbi olanlar var ya, işte onlardır kurtuluşa erenlerin ta kendileri!
قُلْ يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِنِّي رَسُولُ اللَّهِ إِلَيْكُمْ جَمِيعًا الَّذِي لَهُ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ ۖ لَا إِلَٰهَ إِلَّا هُوَ يُحْيِي وَيُمِيتُ ۖ فَآمِنُوا بِاللَّهِ وَرَسُولِهِ النَّبِيِّ الْأُمِّيِّ الَّذِي يُؤْمِنُ بِاللَّهِ وَكَلِمَاتِهِ وَاتَّبِعُوهُ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ
158-) Kul ya eyyühenNasü inniy Rasûlullahi ileyküm cemiy`anilleziy leHU mülküs Semavati vel Ard* lâ ilâhe illâ HUve yuhyiy ve yümiyt* fe aminu Billâhi ve Rasûlihin Nebiyyil Ümmiyyilleziy yu`minu Billâhi ve kelimatiHI vettebi`uhu lealleküm tehtedun;
158-) De ki: “Ey insanlar… Kesinlikle ben hepinize gelmiş Allâh Rasûlü`yüm… Semâların ve arzın mülkü `HÛ`nundur! İlâh yoktur sadece `HÛ`! Diriltir, öldürür! Bu yüzden iman edin, Esmâ`sıyla nefsinizin dahi hakikati olan Allâh`a ve Ümmî Nebi olan O Rasûl`e ki O, Esmâ`sıyla nefsinin dahi hakikati olan Allâh`a ve O`nun bildirdiklerine iman eder. O`na tâbi olun ki hakikate erdirilesiniz.”
وَمِنْ قَوْمِ مُوسَىٰ أُمَّةٌ يَهْدُونَ بِالْحَقِّ وَبِهِ يَعْدِلُونَ
159-) Ve min kavmi Musa ümmetün yehdune Bil Hakkı ve Bihi ya`dilun;
159-) Musa halkından bir topluluk bulunur ki Hak olarak hakikati bildirirler ve hakikati yaşamanın gereği olarak, hakkını verirler!
وَقَطَّعْنَاهُمُ اثْنَتَيْ عَشْرَةَ أَسْبَاطًا أُمَمًا ۚ وَأَوْحَيْنَا إِلَىٰ مُوسَىٰ إِذِ اسْتَسْقَاهُ قَوْمُهُ أَنِ اضْرِبْ بِعَصَاكَ الْحَجَرَ ۖ فَانْبَجَسَتْ مِنْهُ اثْنَتَا عَشْرَةَ عَيْنًا ۖ قَدْ عَلِمَ كُلُّ أُنَاسٍ مَشْرَبَهُمْ ۚ وَظَلَّلْنَا عَلَيْهِمُ الْغَمَامَ وَأَنْزَلْنَا عَلَيْهِمُ الْمَنَّ وَالسَّلْوَىٰ ۖ كُلُوا مِنْ طَيِّبَاتِ مَا رَزَقْنَاكُمْ ۚ وَمَا ظَلَمُونَا وَلَٰكِنْ كَانُوا أَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ
160-) Ve katta`na hümüsnetey aşrete esbatan ümema* ve evhayna ila Musa izisteskahü kavmühu enıdrib Bi asakel hacer* fenbeceset minhüsneta aşrete ayna* kad alime küllü ünasin meşrabehüm* ve zallelna aleyhimül ğamame ve enzelna aleyhimül menne vesselva* külu min tayyibati ma razaknaküm* ve ma zalemuna ve lâkin kânu enfüsehüm yazlimun;
160-) Biz onları on iki gruba, topluluğa ayırdık… Halkı ondan su istediklerinde Musa`ya: “Asa olarak (kendindeki kuvvelerle asanı bütünleştirmiş olarak) taşa vur” diye vahyettik… Ondan on iki kaynak fışkırdı… Her grup kendi meşrebini (içeceği yeri) hakikaten bildi… Bulutu üzerlerine gölge yaptık ve kudret helvası ve bıldırcın inzâl ettik… (Dedik): “Sizi rızıklandırdığımız temiz – pak şeyleri yiyin”… Onlar bize zulmetmediler, nefslerine zulmetmekteydiler.

وَإِذْ قِيلَ لَهُمُ اسْكُنُوا هَٰذِهِ الْقَرْيَةَ وَكُلُوا مِنْهَا حَيْثُ شِئْتُمْ وَقُولُوا حِطَّةٌ وَادْخُلُوا الْبَابَ سُجَّدًا نَغْفِرْ لَكُمْ خَطِيئَاتِكُمْ ۚ سَنَزِيدُ الْمُحْسِنِينَ
161-) Ve iz kıyle lehümüskünu hazihil karyete ve külu minha haysü şi`tüm ve kulu hıttatün vedhulül babe sücceden nağfir leküm hatıy`atiküm* seneziydül muhsiniyn;
161-) Hani onlara: “Şu şehirde yerleşin… Ondan istediğiniz yerden yiyin. `Mağfiret et`, deyin ve kapısından secdenin anlamını yaşayarak girin ki, hatalarınızı sizin için mağfiret edelim… Muhsinlere daha da ziyade edeceğiz” denildi.
فَبَدَّلَ الَّذِينَ ظَلَمُوا مِنْهُمْ قَوْلًا غَيْرَ الَّذِي قِيلَ لَهُمْ فَأَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ رِجْزًا مِنَ السَّمَاءِ بِمَا كَانُوا يَظْلِمُونَ
162-) Febeddelelleziyne zalemu minhüm kavlen ğayrelleziy kıyle lehüm feerselna aleyhim riczen mines Semai Bi ma kânu yazlimun;
162-) Onlardan bilfiil zulmedenler, sözü, kendilerine söylenenden başka (söz) ile değiştirdiler… Bu yüzden zulümlerinin karşılığı olarak semâdan azap irsâl ettik.
وَاسْأَلْهُمْ عَنِ الْقَرْيَةِ الَّتِي كَانَتْ حَاضِرَةَ الْبَحْرِ إِذْ يَعْدُونَ فِي السَّبْتِ إِذْ تَأْتِيهِمْ حِيتَانُهُمْ يَوْمَ سَبْتِهِمْ شُرَّعًا وَيَوْمَ لَا يَسْبِتُونَ ۙ لَا تَأْتِيهِمْ ۚ كَذَٰلِكَ نَبْلُوهُمْ بِمَا كَانُوا يَفْسُقُونَ
163-) Ves`elhüm anilkaryetilletiy kanet hadıratel bahr* iz ya`dune fiys sebti iz te`tiyhim hıytanühüm yevme sebtihim şürre`an ve yevme lâ yesbitune lâ te`tiyhim* kezâlike nebluhüm Bi ma kânu yefsükun;
163-) Onlara, deniz kıyısında olan şehir halkından sor!.. Hani Sebt`te (Cumartesi gününde balık avlayarak) haddi aşmışlardı… Çünkü balıklar, Sebt gününde bollaşıp ortaya çıkardı da; diğer günler görünmezdi! Yoldan çıkmaları yüzünden, onları böyle denedik.
وَإِذْ قَالَتْ أُمَّةٌ مِنْهُمْ لِمَ تَعِظُونَ قَوْمًا ۙ اللَّهُ مُهْلِكُهُمْ أَوْ مُعَذِّبُهُمْ عَذَابًا شَدِيدًا ۖ قَالُوا مَعْذِرَةً إِلَىٰ رَبِّكُمْ وَلَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ
164-) Ve iz kalet ümmetün minhüm lime te`ızune kavmanillahu mühlikühüm ev müazzibühüm azâben şediyda* kalu ma`ziraten ila Rabbiküm ve leallehüm yettekun;
164-) Hani onlardan bir ümmet şöyle dedi: “Allâh`ın kendilerini helâk edeceği yahut şiddetli bir azapla azaplandıracağı bir kavme niçin öğüt veriyorsunuz?”… Dediler ki: “Rabbiniz indînde mesûliyetimiz kalksın diye; ayrıca belki onlar da korunurlar (diye).”
فَلَمَّا نَسُوا مَا ذُكِّرُوا بِهِ أَنْجَيْنَا الَّذِينَ يَنْهَوْنَ عَنِ السُّوءِ وَأَخَذْنَا الَّذِينَ ظَلَمُوا بِعَذَابٍ بَئِيسٍ بِمَا كَانُوا يَفْسُقُونَ
165-) Felemma nesu ma zükkiru Bihi enceynelleziyne yenhevne anissui ve ahaznelleziyne zalemu Bi azâbin beiysin Bima kânu yefsükun;
165-) Kendilerine yapılan öğütleri unuttuklarında; kötülükten engellemeye çalışanları kurtardık; zulmedenleri ise yapmakta oldukları yanlış işler dolayısıyla, çetin bir azaba düşürdük!
فَلَمَّا عَتَوْا عَنْ مَا نُهُوا عَنْهُ قُلْنَا لَهُمْ كُونُوا قِرَدَةً خَاسِئِينَ
166-) Felemma atev an ma nühu anhü kulna lehüm kûnu kıradeten hasiiyn;
166-) Ne zaman ki kibirlenip yasaklandıkları şeylerden dolayı kızıp hadlerini aştılar, kendilerine: “Aşağılık maymunlar (birbirini taklitle yaşayan, aklını kullanamayan mahlûklar) olun” dedik.
وَإِذْ تَأَذَّنَ رَبُّكَ لَيَبْعَثَنَّ عَلَيْهِمْ إِلَىٰ يَوْمِ الْقِيَامَةِ مَنْ يَسُومُهُمْ سُوءَ الْعَذَابِ ۗ إِنَّ رَبَّكَ لَسَرِيعُ الْعِقَابِ ۖ وَإِنَّهُ لَغَفُورٌ رَحِيمٌ
167-) Ve iz teezzene Rabbüke leyeb`asenne aleyhim ila yevmil kıyameti men yesumühüm suel azâb* inne Rabbeke le seriy`ul `ıkab* ve inneHU leĞafûrun Rahıym;
167-) Rabbin ilan edip bildirmiştir ki: “Kıyamet sürecine kadar, kendilerine azabın en kötüsünü yapacak kimseleri mutlaka bâ`sedecektir”… Muhakkak ki Rabbin, elbette “Seriy`ul Ikab”dır (işlenen suçun karşılığını anında oluşturan)… Muhakkak ki O elbette Ğafûr`dur, Rahıym`dir.
وَقَطَّعْنَاهُمْ فِي الْأَرْضِ أُمَمًا ۖ مِنْهُمُ الصَّالِحُونَ وَمِنْهُمْ دُونَ ذَٰلِكَ ۖ وَبَلَوْنَاهُمْ بِالْحَسَنَاتِ وَالسَّيِّئَاتِ لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ
168-) Ve katta`nahüm fiyl Ardı ümema* minhümüs salihune ve minhüm dune zâlik* ve belevnahüm Bil hasenati vesseyyiati leallehüm yerciun;
168-) Onları yeryüzünde topluluklar hâlinde parçaladık… Onlardan sâlihler vardır… Onlardan bunun mertebe olarak altında olanları da vardır… Belki hakikate dönerler diye onları iyiliklerle ve kötülüklerle denedik.
فَخَلَفَ مِنْ بَعْدِهِمْ خَلْفٌ وَرِثُوا الْكِتَابَ يَأْخُذُونَ عَرَضَ هَٰذَا الْأَدْنَىٰ وَيَقُولُونَ سَيُغْفَرُ لَنَا وَإِنْ يَأْتِهِمْ عَرَضٌ مِثْلُهُ يَأْخُذُوهُ ۚ أَلَمْ يُؤْخَذْ عَلَيْهِمْ مِيثَاقُ الْكِتَابِ أَنْ لَا يَقُولُوا عَلَى اللَّهِ إِلَّا الْحَقَّ وَدَرَسُوا مَا فِيهِ ۗ وَالدَّارُ الْآخِرَةُ خَيْرٌ لِلَّذِينَ يَتَّقُونَ ۗ أَفَلَا تَعْقِلُونَ
169-) Fehalefe min ba`dihim halfün verisül Kitabe ye`huzune arada hazel edna ve yekulune seyuğferulena* ve in ye`tihim aradun mislühu ye`huzûh* elem yü`haz aleyhim miysâkul Kitabi en lâ yekulü alAllâhi illel Hakka ve deresu ma fiyh* veddarul ahıretü hayrun lilleziyne yettekun* efela ta`kılun;
169-) Onlardan sonra, yerlerine hakikat bilgisine vâris olan, yeni nesiller geldi… Şu en sefil dünyanın zenginliğini elde etmek için yaşıyorlar, sonra da “Mağfiret olacağız nasıl olsa” diyorlardı. Şayet onlara onun misli bir dünyalık gelse, onu da alırlardı… Kendilerinden, Allâh üzerine Hak olmayanı söylemeyecekler diye hakikat bilgisi adına söz alınmamış mıydı? Onda olanı ders edinip incelemediler mi? Korunanlar için sonsuz olan gelecek yaşam ortamı daha hayırlıdır… Aklınızı kullanmayacak mısınız?
وَالَّذِينَ يُمَسِّكُونَ بِالْكِتَابِ وَأَقَامُوا الصَّلَاةَ إِنَّا لَا نُضِيعُ أَجْرَ الْمُصْلِحِينَ
<170-) Velleziyne yümessiküne Bil Kitabi ve ekamüs Salate, inna lâ nudıy`u ecral muslihıyn; 170-) Hakikat bilgisine (Kitap) sımsıkı sarılanlar ve salâtı ikame edenler (-e gelince); doğrusu biz ıslah olan ve ıslah edenleri mükâfatsız bırakmayız.

1 Comment

Talebe için bir cevap yazın Cevabı iptal et

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir