9. CÜZ 1. HİZİP


07- A`RAF SÛRESİ الأعراف Aynı anda dinleyip takip edebilirsinizTIKLA
سْمِ اللَّهِ الرَّحْمَٰنِ الرَّحِيمِ BismillahirRahmânirRahiym
قَالَ الْمَلَأُ الَّذِينَ اسْتَكْبَرُوا مِنْ قَوْمِهِ لَنُخْرِجَنَّكَ يَا شُعَيْبُ وَالَّذِينَ آمَنُوا مَعَكَ مِنْ قَرْيَتِنَا أَوْ لَتَعُودُنَّ فِي مِلَّتِنَا ۚ قَالَ أَوَلَوْ كُنَّا كَارِهِينَ
88-) Kalel meleülleziynestekberu min kavmihi lenuhricenneke ya Şu`aybü velleziyne amenû me`ake min karyetina ev lete`udünne fiy milletina* kale eve lev künna karihiyn;
88-) (Şuayb`ın) halkından, kendilerini büyük gören ileri gelenler dediler ki: “Ey Şuayb! Kesinlikle, ya seni ve seninle beraber iman edenleri şehrimizden çıkaracağız ya da mutlaka bizim atalarımızın dinine döneceksiniz”… (Şuayb da): “İstemesek de mi?” dedi.
قَدِ افْتَرَيْنَا عَلَى اللَّهِ كَذِبًا إِنْ عُدْنَا فِي مِلَّتِكُمْ بَعْدَ إِذْ نَجَّانَا اللَّهُ مِنْهَا ۚ وَمَا يَكُونُ لَنَا أَنْ نَعُودَ فِيهَا إِلَّا أَنْ يَشَاءَ اللَّهُ رَبُّنَا ۚ وَسِعَ رَبُّنَا كُلَّ شَيْءٍ عِلْمًا ۚ عَلَى اللَّهِ تَوَكَّلْنَا ۚ رَبَّنَا افْتَحْ بَيْنَنَا وَبَيْنَ قَوْمِنَا بِالْحَقِّ وَأَنْتَ خَيْرُ الْفَاتِحِينَ
89-) Kadiftereyna alAllâhi keziben in udna fiy milletiküm ba`de iz neccanAllâhu minha* ve ma yekunu lena en ne`ude fiyha illâ en yeşaAllâhu Rabbüna* vesi`a Rabbüna külle şey`in ılma* alAllâhi tevekkelna* Rabbeneftah beynena ve beyne kavmina Bil Hakkı ve ente hayrul fatihıyn;
89-) “Allâh bizi, o asılsız din anlayışından kurtardıktan sonra, eğer sizin atasal dininize geri dönersek, gerçekten Allâh üzerine yalan uydurmuş oluruz… Ona dönmemiz bizim için olacak şey değildir! Rabbimiz olan Allâh`ın dilemesi hariç… Rabbimiz, ilmiyle her şeyi kuşatmıştır… Allâh`a tevekkül ettik (hakikatimizdeki El Vekiyl isminin gereğini yerine getireceğine iman ettik)… Rabbimiz, bizimle toplumumuzun arasını Hak üzere birleştir… Sen en hayırlı Fatih`sin!”
وَقَالَ الْمَلَأُ الَّذِينَ كَفَرُوا مِنْ قَوْمِهِ لَئِنِ اتَّبَعْتُمْ شُعَيْبًا إِنَّكُمْ إِذًا لَخَاسِرُونَ
90-) Ve kalel meleülleziyne keferu min kavmihi leinitteba`tüm Şu`ayben inneküm izen lehasirun;
90-) Halkından hakikat bilgisini inkâr eden ileri gelenler: “Eğer Şuayb`a tâbi olursanız, o takdirde mutlaka hüsrana uğrayanlar olursunuz” dediler.

فَأَخَذَتْهُمُ الرَّجْفَةُ فَأَصْبَحُوا فِي دَارِهِمْ جَاثِمِينَ
91-) Feehazethümürrecfetü feasbehu fiy darihim casimiyn;
91-) Onları o şiddetli sarsıntı yakaladı… Yurtlarında diz üstü çöküp kaldılar.
الَّذِينَ كَذَّبُوا شُعَيْبًا كَأَنْ لَمْ يَغْنَوْا فِيهَا ۚ الَّذِينَ كَذَّبُوا شُعَيْبًا كَانُوا هُمُ الْخَاسِرِينَ
92-) Elleziyne kezzebu Şu`ayben keen lem yağnev fiyha* elleziyne kezzebu Şu`ayben kânu hümül hasiriyn;
92-) Şuayb`ı yalanlayanlar, sanki orada hiç yaşamamış gibi (yok oldular)… Şuayb`ı yalanlayanlar, hüsrana uğrayanlar oldular.
فَتَوَلَّىٰ عَنْهُمْ وَقَالَ يَا قَوْمِ لَقَدْ أَبْلَغْتُكُمْ رِسَالَاتِ رَبِّي وَنَصَحْتُ لَكُمْ ۖ فَكَيْفَ آسَىٰ عَلَىٰ قَوْمٍ كَافِرِينَ
93-) Fetevella anhüm ve kale ya kavmi lekad eblağtüküm risalati Rabbiy ve nesahtü leküm* fekeyfe asa alâ kavmin kafiriyn;
93-) (Bunun üzerine Şuayb) onlardan yüz çevirdi ve: “Ey kavmim!.. Andolsun ki Rabbimin risâletlerini size tebliğ ettim… Size öğüt verdim… Hakikat bilgisini inkâr eden bir topluluğa (artık) nasıl üzülebilirim?”
وَمَا أَرْسَلْنَا فِي قَرْيَةٍ مِنْ نَبِيٍّ إِلَّا أَخَذْنَا أَهْلَهَا بِالْبَأْسَاءِ وَالضَّرَّاءِ لَعَلَّهُمْ يَضَّرَّعُونَ
94-) Ve ma erselna fiy karyetin min Nebiyyin illâ ehazna ehleha Bil be`sai veddarrai leallehüm yeddarra`un;
94-) Biz (hangi) bölge halkına bir Nebi irsâl ettiysek, mutlaka onun halkını (kendini beğenmişliklerinden uzaklaştırmak için) sıkıntı, hastalık ile kuşattık; belki içtenlik ve alçak gönüllülükle yönelirler (diye).

ثُمَّ بَدَّلْنَا مَكَانَ السَّيِّئَةِ الْحَسَنَةَ حَتَّىٰ عَفَوْا وَقَالُوا قَدْ مَسَّ آبَاءَنَا الضَّرَّاءُ وَالسَّرَّاءُ فَأَخَذْنَاهُمْ بَغْتَةً وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ
95-) Sümme beddelna mekanes seyyietil hasenete hatta afev ve kalu kad messe abaened darraü ves serraü feahaznahüm bağteten ve hüm lâ yeş`urun;
95-) Sonra içine düştükleri sıkıntıyı iyilik ile değiştirdik… Nihayet refaha erip (mal, evlatça) çoğaldılar ve (bu defa): “Babalarımıza da sıkıntı ve refah dolu günler gelmiştir (bunda alınacak bir ders olamaz)” dediler… Biz de onları, ne olup bittiğini fark etmeden yakaladık!
وَلَوْ أَنَّ أَهْلَ الْقُرَىٰ آمَنُوا وَاتَّقَوْا لَفَتَحْنَا عَلَيْهِمْ بَرَكَاتٍ مِنَ السَّمَاءِ وَالْأَرْضِ وَلَٰكِنْ كَذَّبُوا فَأَخَذْنَاهُمْ بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ
96-) Velev enne ehlel kura amenû vettekav le fetahna aleyhim berakatin mines Semai vel Ardı ve lâkin kezzebu feehaznahüm Bi ma kânu yeksibun;
96-) Eğer o bölgelerin halkları iman edip korunsalardı, elbette onlar üzerine semâdan ve yeryüzünden bereketler açardık… Ne var ki yalanladılar! Biz de onları yapmakta olduklarının getirisi ile yakalayıverdik!
أَفَأَمِنَ أَهْلُ الْقُرَىٰ أَنْ يَأْتِيَهُمْ بَأْسُنَا بَيَاتًا وَهُمْ نَائِمُونَ
97-) Efeemine ehlül kura en ye`tiyehüm be`süna beyaten ve hüm naimun;
97-) O bölgelerin halkları, gecenin bir vakti uyurlarken, kendilerine azabımızın gelmeyeceğinden eminler mi?
أَوَأَمِنَ أَهْلُ الْقُرَىٰ أَنْ يَأْتِيَهُمْ بَأْسُنَا ضُحًى وَهُمْ يَلْعَبُونَ
98-) Eve emine ehlül kura en ye`tiyehüm be`süna duhan ve hüm yel`abun;
98-) Yoksa o bölgelerin halkları, kuşluk vakti oynaşıp eğlenirlerken, kendilerine azabımızın gelmeyeceğinden eminler mi?
أَفَأَمِنُوا مَكْرَ اللَّهِ ۚ فَلَا يَأْمَنُ مَكْرَ اللَّهِ إِلَّا الْقَوْمُ الْخَاسِرُونَ
99-) Efeeminu mekrAllâh* fela ye`menü mekrAllâhi illel kavmül hasirun;
99-) (Yoksa) Allâh`ın mekrinden (Allâh`ın yaptıklarının sonucunu onlara hiç fark ettirmeden yaşatmak suretiyle cezalandırmasından) emin mi oldular (bu şekilde yaptığımız karşılıksız kaldı, diyerek suç fiillerine devam ederler ve gittikçe batarlar)! Hüsrana uğrayan toplumdan başkası Allâh`ın mekrinden emin olamaz.
أَوَلَمْ يَهْدِ لِلَّذِينَ يَرِثُونَ الْأَرْضَ مِنْ بَعْدِ أَهْلِهَا أَنْ لَوْ نَشَاءُ أَصَبْنَاهُمْ بِذُنُوبِهِمْ ۚ وَنَطْبَعُ عَلَىٰ قُلُوبِهِمْ فَهُمْ لَا يَسْمَعُونَ
100-) Eve lem yehdi lilleziyne yerisûnel Arda min ba`di ehliha en lev neşaü esabnahüm Bi zünubihim* ve natbe`u alâ kulubihim fehüm lâ yesme`un;
100-) Helâk olan toplumun mirasçısı olan halk (hâlâ) şu gerçeği fark etmedi mi: Eğer dilesek onların suçları yüzünden onlara musîbetler isâbet ettirir, kalplerini mühürleriz (bilinçlerini kilitleriz) de artık onlar algılayamazlar!
تِلْكَ الْقُرَىٰ نَقُصُّ عَلَيْكَ مِنْ أَنْبَائِهَا ۚ وَلَقَدْ جَاءَتْهُمْ رُسُلُهُمْ بِالْبَيِّنَاتِ فَمَا كَانُوا لِيُؤْمِنُوا بِمَا كَذَّبُوا مِنْ قَبْلُ ۚ كَذَٰلِكَ يَطْبَعُ اللَّهُ عَلَىٰ قُلُوبِ الْكَافِرِينَ
101-) Tilkel kura nekussu aleyke min enbaiha* ve lekad caethüm Rusulühüm Bil beyyinat* fema kânu li yu`minu Bi ma kezzebu min kabl* kezâlike yatbe`ullâhu alâ kulubil kafiriyn;
101-) İşte o çeşitli yerleşim alanındakiler ki onların haberlerinden sana art arda anlatıyoruz… Andolsun ki Rasûlleri, açık deliller olarak gelmişti… (Fakat) önceden yalanladıklarına (Din`e, B sırrınca) iman etmediler… İşte Allâh, hakikat bilgisini inkâr edenlerin kalplerini böyle mühürler (bilinçlerini kilitler).
وَمَا وَجَدْنَا لِأَكْثَرِهِمْ مِنْ عَهْدٍ ۖ وَإِنْ وَجَدْنَا أَكْثَرَهُمْ لَفَاسِقِينَ
102-) Ve ma vecedna liekserihim min ahd* ve in vecedna ekserehüm lefasikıyn;
102-) Onların çoğunluğunda, verdikleri söze sadakat bulamadık… Onların çoğunluğunu, Hakk`a itaatten çıkmış bulduk.
ثُمَّ بَعَثْنَا مِنْ بَعْدِهِمْ مُوسَىٰ بِآيَاتِنَا إِلَىٰ فِرْعَوْنَ وَمَلَئِهِ فَظَلَمُوا بِهَا ۖ فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُفْسِدِينَ
103-) Sümme beasna min ba`dihim Musa Bi âyâtina ila fir`avne ve meleihi fezalemu Bi ha* fenzur keyfe kâne akıbetül müfsidiyn;
103-) Sonra, onların ardından Musa`yı (Esmâ`nın açığa çıkışı olan) delillerimiz ile Firavun ve onun ileri gelenlerine bâ`settik… (Firavun ve ileri gelenleri ise) onlara (delillerimizin hakkını vermeyerek) zulmettiler… Fesat çıkaranların sonu nasıl oldu, bir bak!
وَقَالَ مُوسَىٰ يَا فِرْعَوْنُ إِنِّي رَسُولٌ مِنْ رَبِّ الْعَالَمِينَ
104-) Ve kale Musa ya fir`avnü inniy Resulün min Rabbil alemiyn;
104-) Musa dedi ki: “Ey Firavun! Muhakkak ki ben âlemlerin Rabbinden bir Rasûlüm.”
حَقِيقٌ عَلَىٰ أَنْ لَا أَقُولَ عَلَى اللَّهِ إِلَّا الْحَقَّ ۚ قَدْ جِئْتُكُمْ بِبَيِّنَةٍ مِنْ رَبِّكُمْ فَأَرْسِلْ مَعِيَ بَنِي إِسْرَائِيلَ
105-) Hakıykun alâ en lâ ekule alAllâhi illel Hakk* kad ci`tüküm Bi beyyinetin min Rabbiküm feersil me`ıye beniy israiyl;
105-) “Allâh üzerine Hak olmayanı söylememek, benim üzerime hakiki bir borçtur… Gerçekten ben size Rabbinizden apaçık bir delil ile geldim… (O hâlde) İsrailoğullarını benimle beraber gönder!”

قَالَ إِنْ كُنْتَ جِئْتَ بِآيَةٍ فَأْتِ بِهَا إِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِقِينَ
106-) Kale in künte ci`te Bi ayetin fe`ti Bi ha in künte mines sadikıyn;
106-) (Firavun): “Eğer bir mucize ile geldinse, hadi getir mucizeni; eğer sözünde sadıksan!” dedi.
فَأَلْقَىٰ عَصَاهُ فَإِذَا هِيَ ثُعْبَانٌ مُبِينٌ
107-) Feelka asahu feizâ hiye su`banün mubiyn;
107-) (Bunun üzerine Musa) asasını bıraktı, birden o asa büyük bir yılan olarak göründü!
وَنَزَعَ يَدَهُ فَإِذَا هِيَ بَيْضَاءُ لِلنَّاظِرِينَ
108-) Ve neze`a yedehu feizâ hiye beydaü linnazıriyn;
108-) Ve (Musa) elini çekip çıkardı, birden o (el) parlayan beyaz ışık hâlinde göründü!
قَالَ الْمَلَأُ مِنْ قَوْمِ فِرْعَوْنَ إِنَّ هَٰذَا لَسَاحِرٌ عَلِيمٌ
109-) Kalel meleü min kavmi fir`avne inne hazâ lesahırun `aliym;
109-) Firavun`un halkınının ileri gelenleri (rahipler): “Muhakkak ki bu çok şey bilen bir sihirbaz” dediler…
يُرِيدُ أَنْ يُخْرِجَكُمْ مِنْ أَرْضِكُمْ ۖ فَمَاذَا تَأْمُرُونَ
110-) Yüriydu en yuhriceküm min Ardıküm* fema zâ te`mürun;
110-) “Sizi arzınızdan (makamınızdan) uzaklaştırmak istiyor”… (Firavun sordu): “Öneriniz ne?”
قَالُوا أَرْجِهْ وَأَخَاهُ وَأَرْسِلْ فِي الْمَدَائِنِ حَاشِرِينَ
111-) Kalu ercih ve ehahü ve ersil fiyl medaini haşiriyn;
111-) Dediler ki: “Onu ve kardeşini alıkoy… Şehirlere de haberciler yolla.”
يَأْتُوكَ بِكُلِّ سَاحِرٍ عَلِيمٍ
112-) Ye`tuke Bi külli sahırin `aliym;
112-) “Bütün bilgili sihirbazları sana getirsinler.”
وَجَاءَ السَّحَرَةُ فِرْعَوْنَ قَالُوا إِنَّ لَنَا لَأَجْرًا إِنْ كُنَّا نَحْنُ الْغَالِبِينَ
113-) Ve caes seharetü fir`avne kalu inne lena leecren in künna nahnül ğalibiyn;
113-) O sihirbazlar Firavun`a geldi… Dediler ki: “Eğer biz galip gelirsek, muhakkak ki bize bir mükâfat var, değil mi?”
قَالَ نَعَمْ وَإِنَّكُمْ لَمِنَ الْمُقَرَّبِينَ
114-) Kale ne`am ve inneküm le minel mukarrebiyn;
114-) (Firavun): “Evet” dedi… “Muhakkak ki siz benim çok yakınlarımdan olacaksınız.”
قَالُوا يَا مُوسَىٰ إِمَّا أَنْ تُلْقِيَ وَإِمَّا أَنْ نَكُونَ نَحْنُ الْمُلْقِينَ
115-) Kalu ya Musa imma en tulkıye ve imma en nekûne nahnül mulkıyn;
115-) (Sihirbazlar): “Ey Musa… Önce sen at ya da önce biz atalım” dediler.
قَالَ أَلْقُوا ۖ فَلَمَّا أَلْقَوْا سَحَرُوا أَعْيُنَ النَّاسِ وَاسْتَرْهَبُوهُمْ وَجَاءُوا بِسِحْرٍ عَظِيمٍ
116-) Kale elku* felemma elkav seharu a`yunen Nasi vesterhebuhüm ve cau Bi sıhrin azıym;
116-) (Musa): “Siz atın” dedi… (Sihirbazlar) atınca, insanların görüşleri etkilendi ve onları dehşete düşürdüler! Büyük bir sihir oluşturdular.
وَأَوْحَيْنَا إِلَىٰ مُوسَىٰ أَنْ أَلْقِ عَصَاكَ ۖ فَإِذَا هِيَ تَلْقَفُ مَا يَأْفِكُونَ
117-) Ve evhayna ila Musa en elkı asak* feizâ hiye telkafü ma ye`fikûn;
117-) Biz de Musa`ya: “Asanı at” diye vahyettik… Bir de ne görsünler, o (asa), onların uydurdukları şeyleri kapıp yutuyor!
فَوَقَعَ الْحَقُّ وَبَطَلَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
118-) Feveka`al Hakku ve betale ma kânu ya`melun;
118-) İşte böylece Hak açığa çıktı ve onların yapmakta oldukları boşa gitti.
فَغُلِبُوا هُنَالِكَ وَانْقَلَبُوا صَاغِرِينَ
119-) Feğulibu hünalike venkalebu sağıriyn;
119-) Orada yenildiler… Küçük düştüler!
وَأُلْقِيَ السَّحَرَةُ سَاجِدِينَ
120-) Ve ulkıyes seharetü sacidiyn;
120-) Sihirbazlar secde edercesine yere kapandılar!
قَالُوا آمَنَّا بِرَبِّ الْعَالَمِينَ
121-) Kalu amenna Bi Rabbil alemiyn;
121-) Dediler ki: “İman ettik Rabb-ül âlemîn`e… “
رَبِّ مُوسَىٰ وَهَارُونَ
122-) Rabbi Musa ve Harun;
122-) “Musa ve Harun`un Rabbine!”
قَالَ فِرْعَوْنُ آمَنْتُمْ بِهِ قَبْلَ أَنْ آذَنَ لَكُمْ ۖ إِنَّ هَٰذَا لَمَكْرٌ مَكَرْتُمُوهُ فِي الْمَدِينَةِ لِتُخْرِجُوا مِنْهَا أَهْلَهَا ۖ فَسَوْفَ تَعْلَمُونَ
123-) Kale fir`avnü amentüm Bihi kable en azene leküm* inne hazâ le mekrun mekertümuhu fiyl mediyneti li tuhricu minha ehleha* fesevfe ta`lemun;
123-) Firavun: “Ben izin vermeden mi Ona iman ettiniz? Muhakkak ki bu bir mekrdir (hiledir); halkı oradan çıkarıp götürmek için, bunu şehirde tezgâhlayıp kurdunuz… (Cezanızı) yakında göreceksiniz” dedi.
لَأُقَطِّعَنَّ أَيْدِيَكُمْ وَأَرْجُلَكُمْ مِنْ خِلَافٍ ثُمَّ لَأُصَلِّبَنَّكُمْ أَجْمَعِينَ
124-) Le ukattı`anne eydiyeküm ve ercüleküm min hılafin sümme le usallibenneküm ecme`ıyn;
124-) “Mutlaka ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim… Sonra da sizin hepinizi toptan asacağım.”
قَالُوا إِنَّا إِلَىٰ رَبِّنَا مُنْقَلِبُونَ
125-) Kalu inna ila Rabbina münkalibun;
125-) (İman eden sihirbazlar da): “Doğrusu biz Rabbimize dönücüleriz” dediler.
وَمَا تَنْقِمُ مِنَّا إِلَّا أَنْ آمَنَّا بِآيَاتِ رَبِّنَا لَمَّا جَاءَتْنَا ۚ رَبَّنَا أَفْرِغْ عَلَيْنَا صَبْرًا وَتَوَفَّنَا مُسْلِمِينَ
126-) Ve ma tenkımü minna illâ en amenna Bi âyâti Rabbina lemma caetna* Rabbena efrığ aleyna sabren ve teveffena müslimiyn;
126-) “Sen bizden, Rabbimizin mucizelerindeki varlığına (Esmâ`sının açığa çıkışı olan işaretlerine) iman ettik diye intikam alıyorsun… Rabbimiz bize dayanma gücü ver ve bizi teslim olmuşlar olarak vefat ettir.”
وَقَالَ الْمَلَأُ مِنْ قَوْمِ فِرْعَوْنَ أَتَذَرُ مُوسَىٰ وَقَوْمَهُ لِيُفْسِدُوا فِي الْأَرْضِ وَيَذَرَكَ وَآلِهَتَكَ ۚ قَالَ سَنُقَتِّلُ أَبْنَاءَهُمْ وَنَسْتَحْيِي نِسَاءَهُمْ وَإِنَّا فَوْقَهُمْ قَاهِرُونَ
127-) Ve kalel meleü min kavmi fir`avne etezeru Musa ve kavmehu li yüfsidu fiyl Ardı ve yezerake ve alihetek* kale senukattilu ebnaehüm ve nestahyiy nisaehüm* ve inna fevkahüm kahirun;
127-) Firavun çevresindeki ileri gelenler: “Musa`yı ve halkını, yeryüzünde bozgunculuk yapıp, seni ve ilâhlarını terk etsinler diye mi bırakıyorsun?” dediler… (Firavun da): “Oğullarını öldürüp, kadınlarını diri bırakacağız… Biz onların üzerinde kahredici güce sahibiz” dedi.
قَالَ مُوسَىٰ لِقَوْمِهِ اسْتَعِينُوا بِاللَّهِ وَاصْبِرُوا ۖ إِنَّ الْأَرْضَ لِلَّهِ يُورِثُهَا مَنْ يَشَاءُ مِنْ عِبَادِهِ ۖ وَالْعَاقِبَةُ لِلْمُتَّقِينَ
128-) Kale Musa li kavmihiste`ıynû Billâhi vasbiru* innel Arda Lillâh* yurisüha men yeşaü min ıbadiHİ, vel akıbetü lil müttekıyn;
128-) Musa kavmine dedi ki: “Allâh`tan (Ulûhiyeti dolayısıyla hakikatinizden; benliğinizi oluşturan El Esmâ`sındaki kuvveden) yardım isteyin ve sabredin… Muhakkak ki o yeryüzü, Allâh`ındır… Kullarından dilediğini ona mirasçı kılar… Gelecek, korunanlarındır!”
قَالُوا أُوذِينَا مِنْ قَبْلِ أَنْ تَأْتِيَنَا وَمِنْ بَعْدِ مَا جِئْتَنَا ۚ قَالَ عَسَىٰ رَبُّكُمْ أَنْ يُهْلِكَ عَدُوَّكُمْ وَيَسْتَخْلِفَكُمْ فِي الْأَرْضِ فَيَنْظُرَ كَيْفَ تَعْمَلُونَ
129-) Kalu ûziyna min kabli en te`tiyena ve min ba`di ma ci`tena* kale `asa Rabbüküm en yühlike adüvveküm ve yestahlifeküm fiyl Ardı feyenzure keyfe ta`melun;
129-) (Musa`nın kavmi) dediler ki: “Senin bize gelişinden önce de eziyet edildik, gelişinden sonra da”… (Musa) dedi ki: “Umulur ki Rabbiniz, düşmanınızı helâk eder ve (onların yerine) yeryüzünde sizi halifeler kılar da, neler yapacağınıza bakar.”
وَلَقَدْ أَخَذْنَا آلَ فِرْعَوْنَ بِالسِّنِينَ وَنَقْصٍ مِنَ الثَّمَرَاتِ لَعَلَّهُمْ يَذَّكَّرُونَ
130-) Ve lekad ehazna ale fir`avne Bissiniyne ve naksın mines semerati leallehüm yezzekkerun;
130-) Andolsun ki Âl-i Firavun`u, belki nedenini düşünürler diye, senelerle (kuraklık) ve ürün kıtlığıyla bunalttık.

فَإِذَا جَاءَتْهُمُ الْحَسَنَةُ قَالُوا لَنَا هَٰذِهِ ۖ وَإِنْ تُصِبْهُمْ سَيِّئَةٌ يَطَّيَّرُوا بِمُوسَىٰ وَمَنْ مَعَهُ ۗ أَلَا إِنَّمَا طَائِرُهُمْ عِنْدَ اللَّهِ وَلَٰكِنَّ أَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ
131-) Feizâ caethümül hasenetü kalu lena hazih* ve in tusıbhüm seyyietün yettayyeru Bi Musa ve men me`ahu, elâ innema tairuhüm indAllâhi ve lâkinne ekserehüm lâ ya`lemun;
131-) Onlara bir iyilik geldiğinde: “Bu bizim getirimizdir” dediler… Onlara bir kötülük geldiğinde de, Musa ve onunla beraber olanların uğursuzluğuna yordular… Dikkat edin, onların uğursuzluk kabul ettiği, ancak Allâh indîndedir… Fakat onların çoğunluğu bunu kavrayamaz!
وَقَالُوا مَهْمَا تَأْتِنَا بِهِ مِنْ آيَةٍ لِتَسْحَرَنَا بِهَا فَمَا نَحْنُ لَكَ بِمُؤْمِنِينَ
132-) Ve kalu mehma te`tina Bihi min ayetin li tesharena Biha, fema nahnü leke Bi mu`miniyn;
132-) Ve dediler ki: “Bizi büyülemek için her ne mucize getirirsen getir, biz sana iman etmeyiz!”
فَأَرْسَلْنَا عَلَيْهِمُ الطُّوفَانَ وَالْجَرَادَ وَالْقُمَّلَ وَالضَّفَادِعَ وَالدَّمَ آيَاتٍ مُفَصَّلَاتٍ فَاسْتَكْبَرُوا وَكَانُوا قَوْمًا مُجْرِمِينَ
133-) Feerselna aleyhimüt tufane vel cerade vel kummele veddafadia veddeme âyâtin mufassalatin festekberu ve kânu kavmen mücrimiyn;
133-) Biz de onların üzerine tafsilâtlı işaretler olarak tufan, çekirge, haşerat, kurbağalar ve kan yağdırdık! (Yine de) büyüklendiler ve suçlu bir topluluk oldular.
وَلَمَّا وَقَعَ عَلَيْهِمُ الرِّجْزُ قَالُوا يَا مُوسَى ادْعُ لَنَا رَبَّكَ بِمَا عَهِدَ عِنْدَكَ ۖ لَئِنْ كَشَفْتَ عَنَّا الرِّجْزَ لَنُؤْمِنَنَّ لَكَ وَلَنُرْسِلَنَّ مَعَكَ بَنِي إِسْرَائِيلَ
134-) Ve lemma veka`a aleyhimürriczü kalu ya Mused`u lena Rabbeke Bi ma ahide `ındek* lein keşefte annerricze lenu`minenne leke ve le nursilenne me`ake beniy israiyl;
134-) Üzerlerine bu azap geldiğinde: “Ey Musa! Sözleşmene dayanarak, bizim için Rabbine dua et… Şayet bu azabı bizden kaldırırsan, muhakkak ki sana iman edeceğiz ve mutlaka İsrailoğullarını seninle beraber göndereceğiz” dediler.
فَلَمَّا كَشَفْنَا عَنْهُمُ الرِّجْزَ إِلَىٰ أَجَلٍ هُمْ بَالِغُوهُ إِذَا هُمْ يَنْكُثُونَ
135-) Felemma keşefna anhümürricze ila ecelin hüm baliğuhu izâ hüm yenküsûn;
135-) Kendilerine verdiğimiz mühlet sona erene kadar onlardan bu azabı kaldırdığımızda, bir de bakarsın ki onlar yine sözlerinden dönmüşler!
فَانْتَقَمْنَا مِنْهُمْ فَأَغْرَقْنَاهُمْ فِي الْيَمِّ بِأَنَّهُمْ كَذَّبُوا بِآيَاتِنَا وَكَانُوا عَنْهَا غَافِلِينَ
136-) Fentekamna minhüm feağraknahüm fiyl yemmi Bi ennehüm kezzebu Bi âyâtina ve kânu anha ğafiliyn;
136-) (Bu sebeple) onlara yaptıklarının sonucunu şiddetle yaşattık; mucizelerimizi – işaretlerimizi yalanlamaları ve onlardan gaflete düşmeleri dolayısıyla, onları denizde boğduk!

وَأَوْرَثْنَا الْقَوْمَ الَّذِينَ كَانُوا يُسْتَضْعَفُونَ مَشَارِقَ الْأَرْضِ وَمَغَارِبَهَا الَّتِي بَارَكْنَا فِيهَا ۖ وَتَمَّتْ كَلِمَتُ رَبِّكَ الْحُسْنَىٰ عَلَىٰ بَنِي إِسْرَائِيلَ بِمَا صَبَرُوا ۖ وَدَمَّرْنَا مَا كَانَ يَصْنَعُ فِرْعَوْنُ وَقَوْمُهُ وَمَا كَانُوا يَعْرِشُونَ
137-) Ve evresnel kavmelleziyne kânu yüstad`afune meşarikal`Ardı ve meğaribehelletiy barekna fıyha* ve temmet kelimetü Rabbikel Husna alâ beniy israiyle Bi ma saberu* ve demmerna ma kâne yasne`u fir`avnü ve kavmühu ve ma kânu ya`rişun;137-) Hor görülüp güçsüz bırakılmış topluluğu, içinde bereketler oluşturduğumuz yeryüzünün doğularına ve batılarına mirasçı kıldık… Rabbinin İsrailoğullarına olan o en güzel sözü, sabretmeleri sonucu yerine geldi. Firavun ve halkının yapageldikleri şeyleri ve dikip yükselttiklerini de yerle bir ettik!

وَجَاوَزْنَا بِبَنِي إِسْرَائِيلَ الْبَحْرَ فَأَتَوْا عَلَىٰ قَوْمٍ يَعْكُفُونَ عَلَىٰ أَصْنَامٍ لَهُمْ ۚ قَالُوا يَا مُوسَى اجْعَلْ لَنَا إِلَٰهًا كَمَا لَهُمْ آلِهَةٌ ۚ قَالَ إِنَّكُمْ قَوْمٌ تَجْهَلُونَ
138-) Ve cavezna Bi beniy israiylel bahre feetev alâ kavmin ya`küfune alâ asnamin lehüm* kalu ya Musec`al lena ilâhen kema lehüm aliheh* kale inneküm kavmün techelun;
138-) İsrailoğullarına denizi geçirttik… Kendilerine ait putlara tapınan bir topluluğa ulaştılar. Dediler ki: “Ey Musa… Onların sahip olduğu ilâhlar gibi bizim için bir ilâh oluştur”… (Musa) dedi ki: “Muhakkak ki siz çok cahilsiniz!”
إِنَّ هَٰؤُلَاءِ مُتَبَّرٌ مَا هُمْ فِيهِ وَبَاطِلٌ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
139-) İnne haülai mütebberun mahüm fiyhi ve batılün ma kânu ya`melun;
139-) “Muhakkak ki onların inanç ve uygulamaları helâkı oluşturur! Yapmakta oldukları da boştur.”
قَالَ أَغَيْرَ اللَّهِ أَبْغِيكُمْ إِلَٰهًا وَهُوَ فَضَّلَكُمْ عَلَى الْعَالَمِينَ
140-) Kale eğayrAllâhi ebğıyküm ilahen ve HUve faddaleküm alel alemiyn;
140-) “O sizi âlemlere (insanlara) üstün kılmışken (hilâfet hakikatini bildirmesi nedeniyle), sizin için Allâh`tan gayrı bir ilâh mı düşüneyim” dedi.
وَإِذْ أَنْجَيْنَاكُمْ مِنْ آلِ فِرْعَوْنَ يَسُومُونَكُمْ سُوءَ الْعَذَابِ ۖ يُقَتِّلُونَ أَبْنَاءَكُمْ وَيَسْتَحْيُونَ نِسَاءَكُمْ ۚ وَفِي ذَٰلِكُمْ بَلَاءٌ مِنْ رَبِّكُمْ عَظِيمٌ
141-) Ve iz enceynaküm min ali fir`avne yesumuneküm suel azâb* yükattilune ebnaeküm ve yestahyune nisaeküm* ve fiy zâliküm belaün min Rabbiküm azıym;
141-) Hani (şunu da hatırlayın) sizi Firavun hanedanından kurtarmıştık… (Hani onlar) azabın en kötüsünü size tattırıyorlardı; erkek çocuklarınızı öldürüyorlar, kadınlarınızı diri bırakıyorlardı… İşte bunda sizin için, Rabbiniz tarafından büyük deneme vardı.
وَوَاعَدْنَا مُوسَىٰ ثَلَاثِينَ لَيْلَةً وَأَتْمَمْنَاهَا بِعَشْرٍ فَتَمَّ مِيقَاتُ رَبِّهِ أَرْبَعِينَ لَيْلَةً ۚ وَقَالَ مُوسَىٰ لِأَخِيهِ هَارُونَ اخْلُفْنِي فِي قَوْمِي وَأَصْلِحْ وَلَا تَتَّبِعْ سَبِيلَ الْمُفْسِدِينَ
142-) Ve va`adna Musa selasiyne leyleten, ve etmemnaha Bi aşrin fetemme miykatü Rabbihi erbe`ıyne leyleten ve kale Musa liehıyhi Harunahlüfniy fiy kavmiy ve aslıh ve lâ tettebı` sebiylel müfsidiyn;
142-) Musa`ya otuz geceyi vadettik… Sonra ona on ekledik; böylece Rabbinin tayin ettiği süreç kırk geceye tamamlandı… Musa, kardeşi Harun`a: “Kavmim içinde benim yerime geç, ıslah et ve fesat çıkarmak isteyenlere uyma!” dedi.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir