25. CÜZ 2. HİZİP


42-ŞÛRÂ SÛRESİ الشورى Aynı anda dinleyip takip edebilirsinizTIKLA
سْمِ اللَّهِ الرَّحْمَٰنِ الرَّحِيمِ BismillahirRahmânirRahiym
وَمِنْ آيَاتِهِ الْجَوَارِ فِي الْبَحْرِ كَالْأَعْلَامِ ﴿٣٢﴾
32-) Ve min âyâtiHİl cevari fiyl bahri kel a`lam;

32-) Denizde dağlar gibi akıp gidenler de (gemiler) O`nun işaretlerindendir.

إِنْ يَشَأْ يُسْكِنِ الرِّيحَ فَيَظْلَلْنَ رَوَاكِدَ عَلَىٰ ظَهْرِهِ ۚ إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَآيَاتٍ لِكُلِّ صَبَّارٍ شَكُورٍ ﴿٣٣﴾
33-) İn yeşe` yüskinirriyha feyazlelne revakide alâ zahrih* inne fiy zâlike le âyâtin likülli sabbarin şekûr;
33-) Eğer dilerse, rüzgârı durdurur da (rüzgârın gücü ile akıp gidenler, denizin) üzerinde durup kalırlar… Muhakkak ki bunda çok sabreden ve çok şükreden herkes için elbette işaretler vardır.
أَوْ يُوبِقْهُنَّ بِمَا كَسَبُوا وَيَعْفُ عَنْ كَثِيرٍ ﴿٣٤﴾
34-) Ev yubıkhünne Bima kesebu ve ya`fü an kesiyr;
34-) Yahut kazandıkları yüzünden onları helâk eder… (Allâh) birçoğunu da affediyor.
وَيَعْلَمَ الَّذِينَ يُجَادِلُونَ فِي آيَاتِنَا مَا لَهُمْ مِنْ مَحِيصٍ ﴿٣٥﴾
35-) Ve ya`lemelleziyne yücadilune fiy âyâtiNA* ma lehüm min mahıys;
35-) Tâ ki işaretlerimiz hakkında mücadele edenler, kendileri için bir kaçış yeri bulunmadığını bilsinler.
فَمَا أُوتِيتُمْ مِنْ شَيْءٍ فَمَتَاعُ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا ۖ وَمَا عِنْدَ اللَّهِ خَيْرٌ وَأَبْقَىٰ لِلَّذِينَ آمَنُوا وَعَلَىٰ رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَ ﴿٣٦﴾
36-) Fema utiytüm min şey`in femeta`ul hayatid dünya* ve ma `indAllâhi hayrun ve ebka lilleziyne amenû ve alâ Rabbihim yetevekkelun;
36-) Size verilmiş olan şeyler, dünya (dünya = en sefil, anlamında) hayatının zenginliğidir! Allâh indîndekiler ise, iman edip Rablerine tevekkül edenler için daha hayırlı ve daha kalıcıdır.
وَالَّذِينَ يَجْتَنِبُونَ كَبَائِرَ الْإِثْمِ وَالْفَوَاحِشَ وَإِذَا مَا غَضِبُوا هُمْ يَغْفِرُونَ ﴿٣٧﴾
37-) Velleziyne yectenibune kebairel ismi velfevahışe ve izâ ma ğadıbuhüm yağfirun;

37-) Onlar ki suçun büyüklerinden (şirk, iftira) ve açık çirkinliklerden kaçınırlar; öfkelendiklerinde bağışlarlar…

وَالَّذِينَ اسْتَجَابُوا لِرَبِّهِمْ وَأَقَامُوا الصَّلَاةَ وَأَمْرُهُمْ شُورَىٰ بَيْنَهُمْ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَ ﴿٣٨﴾
38-) Velleziynestecabu liRabbihim ve ekamus Salâte ve emruhüm şura beynehüm* ve mimma razaknâhüm yünfikun;
38-) Onlar ki Rablerine icabet edip salâtı ikame ederler; işleri, aralarında istişare ederek çözerler… Kendilerini beslediğimiz şeylerden de infak ederler…
وَالَّذِينَ إِذَا أَصَابَهُمُ الْبَغْيُ هُمْ يَنْتَصِرُونَ ﴿٣٩﴾
39-) Velleziyne izâ esabehümülbağyü hüm yentesırun;

39-) Onlar ki, zorbalıkla karşılaştıklarında birlikte mücadele ederek galip gelirler!

وَجَزَاءُ سَيِّئَةٍ سَيِّئَةٌ مِثْلُهَا ۖ فَمَنْ عَفَا وَأَصْلَحَ فَأَجْرُهُ عَلَى اللَّهِ ۚ إِنَّهُ لَا يُحِبُّ الظَّالِمِينَ ﴿٤٠﴾
40-) Ve cezaü seyyietin seyyietün mislüha* femen `afâ ve asleha feecruhu alAllâh* inneHU lâ yuhıbbuz zâlimiyn;

40-) Bir kötülüğün karşılığı, onun benzeri bir kötülüktür! Kim affeder ve barışırsa, onun ecri Allâh`ın üzerinedir… Muhakkak ki O, zâlimleri sevmez.

وَلَمَنِ انْتَصَرَ بَعْدَ ظُلْمِهِ فَأُولَٰئِكَ مَا عَلَيْهِمْ مِنْ سَبِيلٍ ﴿٤١﴾
41-) Ve lemenintesare ba`de zulmihi feülaike ma `aleyhim min sebiyl;
41-) Kim de zulme uğramasından sonra zâlime karşılığını verirse, işte onların suçlanacak tarafı olmaz!
إِنَّمَا السَّبِيلُ عَلَى الَّذِينَ يَظْلِمُونَ النَّاسَ وَيَبْغُونَ فِي الْأَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّ ۚ أُولَٰئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ ﴿٤٢﴾
42-) İnnemes sebiylü alelleziyne yazlimunenNase ve yebğune fiyl Ardı Bi ğayril hakk* ülaike lehüm azâbün eliym;
42-) Ancak insanlara zulmedenlerin ve haksız olarak arzda azgınlık yapanların aleyhine suçlama geçerlidir! İşte onlar için feci bir azap vardır.
وَلَمَنْ صَبَرَ وَغَفَرَ إِنَّ ذَٰلِكَ لَمِنْ عَزْمِ الْأُمُورِ ﴿٤٣﴾
43-) Ve lemen sabere ve ğafere inne zâlike lemin `azmil umûr;

43-) Kim de sabreder ve bağışlarsa, muhakkak ki bu, azmi gerektiren işlerdendir.

وَمَنْ يُضْلِلِ اللَّهُ فَمَا لَهُ مِنْ وَلِيٍّ مِنْ بَعْدِهِ ۗ وَتَرَى الظَّالِمِينَ لَمَّا رَأَوُا الْعَذَابَ يَقُولُونَ هَلْ إِلَىٰ مَرَدٍّ مِنْ سَبِيلٍ ﴿٤٤﴾
44-) Ve men yudlililahu fema lehu min Veliyyin min ba`diHİ, ve teraz zâlimiyne lemma raevül azâbe yekulune hel ila mereddin min sebiyl;
44-) Allâh kimi saptırırsa, artık bundan sonra onun için bir velî yoktur… Zâlimlerin, azabı (ölümü) gördüklerinde: “(Biyolojik beden yaşamına) geri dönecek bir yol var mı?” dediklerini görürsün.
وَتَرَاهُمْ يُعْرَضُونَ عَلَيْهَا خَاشِعِينَ مِنَ الذُّلِّ يَنْظُرُونَ مِنْ طَرْفٍ خَفِيٍّ ۗ وَقَالَ الَّذِينَ آمَنُوا إِنَّ الْخَاسِرِينَ الَّذِينَ خَسِرُوا أَنْفُسَهُمْ وَأَهْلِيهِمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ ۗ أَلَا إِنَّ الظَّالِمِينَ فِي عَذَابٍ مُقِيمٍ ﴿٤٥﴾
45-) Ve terahüm yu`redune aleyha haşi`ıyne minez zülli yenzurune min tarfin hafiyy* ve kalelleziyne amenû innel hasiriynelleziyne hasiru enfüsehüm ve ehliyhim yevmel kıyameti, ela innez zâlimiyne fiy azâbin mukıym;
45-) Onları, zilletten huşû etmişler (baş eğip pusmuşlar), gizli bakışla bakıyor oldukları hâlde ona (ateşe) arz olunurlarken görürsün… İman edenler dedi ki: “Asıl hüsrana uğrayanlar şunlardır; kıyamet sürecinde nefslerini ve yakınlarını hüsrana uğratmışlardır! Dikkat edin! Muhakkak ki zâlimler yerleşmiş bir azap içindedirler.”
وَمَا كَانَ لَهُمْ مِنْ أَوْلِيَاءَ يَنْصُرُونَهُمْ مِنْ دُونِ اللَّهِ ۗ وَمَنْ يُضْلِلِ اللَّهُ فَمَا لَهُ مِنْ سَبِيلٍ ﴿٤٦﴾
46-) Ve ma kâne lehüm min evliyâe yensurunehüm min dûnillâh* ve men yudlilillâhu fema lehu min sebiyl;

46-) Onların Allâh`tan başka kendilerine yardım edecek velîleri de yoktur… Allâh kimi saptırırsa, onun için artık bir yol yoktur.

اسْتَجِيبُوا لِرَبِّكُمْ مِنْ قَبْلِ أَنْ يَأْتِيَ يَوْمٌ لَا مَرَدَّ لَهُ مِنَ اللَّهِ ۚ مَا لَكُمْ مِنْ مَلْجَإٍ يَوْمَئِذٍ وَمَا لَكُمْ مِنْ نَكِيرٍ ﴿٤٧﴾
47-) İstecıybu liRabbiküm min kabli en ye`tiye yevmün lâ meredde lehu minAllâh* ma leküm min melcein yevmeizin ve ma leküm min nekiyr;

47-) Allâh`tan reddolunması imkânsız bir süreç gelmeden önce Rabbinize icabet edin… O süreçte ne bir sığınacak yeriniz vardır, ne de (yaptıklarınızı) inkârınız çare olur!

فَإِنْ أَعْرَضُوا فَمَا أَرْسَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ حَفِيظًا ۖ إِنْ عَلَيْكَ إِلَّا الْبَلَاغُ ۗ وَإِنَّا إِذَا أَذَقْنَا الْإِنْسَانَ مِنَّا رَحْمَةً فَرِحَ بِهَا ۖ وَإِنْ تُصِبْهُمْ سَيِّئَةٌ بِمَا قَدَّمَتْ أَيْدِيهِمْ فَإِنَّ الْإِنْسَانَ كَفُورٌ ﴿٤٨﴾
48-) Fein a`redu fema erselnake aleyhim hafiyza* in aleyke illel belağ* ve inna izâ ezâknel İnsane minNA rahmeten feriha Biha* ve in tusıbhüm seyyietün Bima kaddemet eydiyhim feinnel İnsane kefur;
48-) Eğer yüz çevirirlerse (keyifleri bilir); seni onlara bekçi olarak irsâl etmedik! Sana düşen yalnızca bildirimdir! Doğrusu insana bizden bir rahmet tattırdığımızda, onunla mutlu olur… Eğer ellerinin getirisi dolayısıyla kendilerine bir belâ isâbet ederse, muhakkak ki insan çok nankördür!
لِلَّهِ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ ۚ يَخْلُقُ مَا يَشَاءُ ۚ يَهَبُ لِمَنْ يَشَاءُ إِنَاثًا وَيَهَبُ لِمَنْ يَشَاءُ الذُّكُورَ ﴿٤٩﴾
49-) Lillâhi Mülküs Semâvati vel Ard* yahlüku ma yeşa`* yehebü limen yeşau inasen ve yehebü limen yeşaüz zükur;
49-) Semâların ve arzın mülkü (onları kendi Esmâ`sı ile yoktan yaratan) Allâh içindir! Dilediğini yaratır. Dilediğine dişiler hibe eder, dilediğine de erkekler hibe eder.
أَوْ يُزَوِّجُهُمْ ذُكْرَانًا وَإِنَاثًا ۖ وَيَجْعَلُ مَنْ يَشَاءُ عَقِيمًا ۚ إِنَّهُ عَلِيمٌ قَدِيرٌ ﴿٥٠﴾
50-) Ev yüzevvicühüm zükranen ve inasâ* ve yec`alü men yeşau `akıyma* inneHU `Aliymun Kadiyr;
50-) Yahut onlara erkekler ve dişileri eş yapar… Dilediğini de kısır kılar… Muhakkak ki O, Aliym`dir, Kaadir`dir.
۞ وَمَا كَانَ لِبَشَرٍ أَنْ يُكَلِّمَهُ اللَّهُ إِلَّا وَحْيًا أَوْ مِنْ وَرَاءِ حِجَابٍ أَوْ يُرْسِلَ رَسُولًا فَيُوحِيَ بِإِذْنِهِ مَا يَشَاءُ ۚ إِنَّهُ عَلِيٌّ حَكِيمٌ ﴿٥١﴾
51-) Ve ma kâne libeşerin en yükellimehullahu illâ vahyen ev min veraiy hıcabin ev yursile Rasûlen feyuhıye Biiznihi ma yeşa`* inneHU `Aliyyün Hakiym;

51-) Bir beşer için Allâh`ın kendisiyle konuşması mümkün değildir! Ancak vahiy yollu yahut perde arkasından ya da bir Rasûl (melek) irsâl edip izniyle dilediğini vahyetmesi hariç! Muhakkak ki O, Alîy`dir, Hakiym`dir.

وَكَذَٰلِكَ أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ رُوحًا مِنْ أَمْرِنَا ۚ مَا كُنْتَ تَدْرِي مَا الْكِتَابُ وَلَا الْإِيمَانُ وَلَٰكِنْ جَعَلْنَاهُ نُورًا نَهْدِي بِهِ مَنْ نَشَاءُ مِنْ عِبَادِنَا ۚ وَإِنَّكَ لَتَهْدِي إِلَىٰ صِرَاطٍ مُسْتَقِيمٍ ﴿٥٢﴾
52-) Ve kezâlike evhaynâ ileyke rûhan min emriNÂ* mâ künte tedriy melKitâbu ve lel iymânu ve lâkin ce`alnâhu nûren nehdiy Bihî men neşâu min `ıbadiNÂ* ve inneke le tehdiy ilâ sıratın müstekıym;
52-) Böylece sana hükmümüzden ruh (Esmâ mânâlarını şuurunda hissetmeyi) vahyettik… Sen, Hakikat ve Sünnetullâh BİLGİsi nedir, iman neyedir bilmezdin! Ne var ki, biz Onu (ruhu), kendisiyle hakikate erdirdiğimiz nûr (ilim) olarak meydana getirdik, kullarımızdan dilediğimize! Muhakkak ki sen de kesinlikle hakikate (sırat-ı müstakime) yönlendirirsin!
صِرَاطِ اللَّهِ الَّذِي لَهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ ۗ أَلَا إِلَى اللَّهِ تَصِيرُ الْأُمُورُ ﴿٥٣﴾
53-) Sıratıllâhilleziy leHU ma fiys Semâvati ve ma fiyl Ard* elâ ilAllâhi tasıyrul umûr;

53-) (O) Allâh yoluna ki, semâlarda ve arzda ne varsa (hepsi) kendisi içindir! Dikkat edin, işler Allâh`a döner

43- ZUHRUF SÛRESİ الزخرف Aynı anda dinleyip takip edebilirsinizTIKLA
سْمِ اللَّهِ الرَّحْمَٰنِ الرَّحِيمِ
BismillahirRahmânirRahiym
حم ﴿١﴾
1-) Haa, Miiiym;
1-) Ha, Miim.
وَالْكِتَابِ الْمُبِينِ ﴿٢﴾
2-) Vel Kitabil mubiyn;

2-) O hakikati apaçık açıklayan BİLGİye yemin olsun…

إِنَّا جَعَلْنَاهُ قُرْآنًا عَرَبِيًّا لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ ﴿٣﴾
3-) İnna ce`alnaHU Kur`ânen `Arabiyyen lealleküm ta`kılun;

3-) Kesinlikle biz Onu Arapça bir Kur`ân olarak meydana getirdik, tâ ki (anlayıp) aklınızı kullanarak (değerlendiresiniz)!
وَإِنَّهُ فِي أُمِّ الْكِتَابِ لَدَيْنَا لَعَلِيٌّ حَكِيمٌ ﴿٤﴾
4-) Ve inneHU fiy Ümmil Kitabi ledeyNA le `Aliyyün Hakiym;
4-) Muhakkak ki O, katımızda, Ana BİLGİde (İlmullâh), Alîy`dir, Hakiym`dir.
أَفَنَضْرِبُ عَنْكُمُ الذِّكْرَ صَفْحًا أَنْ كُنْتُمْ قَوْمًا مُسْرِفِينَ ﴿٥﴾
5-) Efenadribü ankümüz Zikre safhan en küntüm kavmen müsrifiyn;

5-) Siz (hakikatinizdeki kuvveleri) israf eden bir topluluksunuz diye, sizi uyarmaktan vaz mı geçelim?

وَكَمْ أَرْسَلْنَا مِنْ نَبِيٍّ فِي الْأَوَّلِينَ ﴿٦﴾
6-) Ve kem erselna min Nebiyyin fiyl evveliyn;

6-) Öncekiler içinde de nice Nebiler irsâl ettik.

وَمَا يَأْتِيهِمْ مِنْ نَبِيٍّ إِلَّا كَانُوا بِهِ يَسْتَهْزِئُونَ ﴿٧﴾
7-) Ve ma ye`tiyhim min Nebiyyin illâ kânu Bihi yestehziun;

7-) Onlara bir Nebi geldiğinde, mutlaka onun getirdikleriyle alay ederlerdi.

فَأَهْلَكْنَا أَشَدَّ مِنْهُمْ بَطْشًا وَمَضَىٰ مَثَلُ الْأَوَّلِينَ ﴿٨﴾
8- ) Feehlekna eşedde minhüm batşen ve meda meselül evveliyn;
8- ) Bu yüzden onlardan daha güçlü olan niceleri helâk ettik… Öncekiler ibret dolu hikâyeleriyle mazi oldu!
وَلَئِنْ سَأَلْتَهُمْ مَنْ خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ لَيَقُولُنَّ خَلَقَهُنَّ الْعَزِيزُ الْعَلِيمُ ﴿٩﴾
9-) Ve lein seeltehüm men halekas Semâvati vel Arda le yekulünne halekahünnel `Aziyzül `Aliym;
9-) Yemin olsun ki eğer onlara: “Semâları ve arzı kim yarattı?” diye sorsan, elbette: “Onları, Aziyz ve Aliym olan yarattı” diyecekler.
الَّذِي جَعَلَ لَكُمُ الْأَرْضَ مَهْدًا وَجَعَلَ لَكُمْ فِيهَا سُبُلًا لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ ﴿١٠﴾
10-) Elleziy ce`ale lekümül Arda mehden ve ce`ale leküm fiyha sübülen lealleküm tehtedun;

10-) O ki, arzı (bedeni) sizin için (içinde gelişeceğiniz) beşik kıldı ve hakikate eresiniz diye onda sizin için (düşünce akımları – meşreblere göre) yollar oluşturdu.
وَالَّذِي نَزَّلَ مِنَ السَّمَاءِ مَاءً بِقَدَرٍ فَأَنْشَرْنَا بِهِ بَلْدَةً مَيْتًا ۚ كَذَٰلِكَ تُخْرَجُونَ ﴿١١﴾
11-) Velleziy nezzele mines Semâi maen Bi kader* feenşerna Bihi beldeten meyta* kezâlike tuhrecun;

11-) O ki, semâdan ölçülü olarak bir su (ilim) indirdi… Onunla ölü bir beldeyi (bilinci) dirilttik! Böylece (kabirlerden – bedenlerden) çıkarılırsınız.

وَالَّذِي خَلَقَ الْأَزْوَاجَ كُلَّهَا وَجَعَلَ لَكُمْ مِنَ الْفُلْكِ وَالْأَنْعَامِ مَا تَرْكَبُونَ ﴿١٢﴾
12-) Velleziy halekal ezvace külleha ve ce`ale leküm minel fülki vel en`ami ma terkebun;
12-) O ki, bütün çiftleri (gen çift sarmalını) yarattı ve sizin için gemilerden (bilinçler) ve en`amdan (biyolojik beden) bindiğiniz şeyleri oluşturdu.
لِتَسْتَوُوا عَلَىٰ ظُهُورِهِ ثُمَّ تَذْكُرُوا نِعْمَةَ رَبِّكُمْ إِذَا اسْتَوَيْتُمْ عَلَيْهِ وَتَقُولُوا سُبْحَانَ الَّذِي سَخَّرَ لَنَا هَٰذَا وَمَا كُنَّا لَهُ مُقْرِنِينَ ﴿١٣﴾
13-) Li testevu alâ zuhurihi sümme tezküru nı`mete Rabbiküm izesteveytüm aleyhi ve tekulu subhânelleziy sahhare lenâ hâzâ ve mâ künnâ lehû mukriniyn;

13-) Ki, sırtlarına kurulasınız, sonra onun üzerine yerleştiğinizde Rabbinizin nimetini zikredesiniz ve: “Bunu bize kullandıran Subhândır! (Yoksa) biz bunu değerlendiremezdik” diyesiniz.

وَإِنَّا إِلَىٰ رَبِّنَا لَمُنْقَلِبُونَ ﴿١٤﴾
14-) Ve innâ ilâ Rabbinâ le münkalibûn;
14-) “Doğrusu biz (sürekli dönüşerek) Rabbimize ereceğiz!”
وَجَعَلُوا لَهُ مِنْ عِبَادِهِ جُزْءًا ۚ إِنَّ الْإِنْسَانَ لَكَفُورٌ مُبِينٌ ﴿١٥﴾
15-) Ve ce`alu leHU min ıbadiHİ cüz`a* innel İnsane lekefurun mubiyn;
15-) O`na, O`nun kullarından bir cüz kıldılar (Ehad`üs Samed oluşunu inkâr ile onu cüzlerden oluşmuş kabul ederek çocuğu olduğunu ileri sürdüler)… Muhakkak ki insan apaçık bir nankördür!
أَمِ اتَّخَذَ مِمَّا يَخْلُقُ بَنَاتٍ وَأَصْفَاكُمْ بِالْبَنِينَ ﴿١٦﴾
16-) Emittehaze mimma yahlüku benatin ve asfâküm Bil beniyn;
16-) Yoksa yarattıklarından kızlar edindi de erkek çocukları size mi bıraktı?
وَإِذَا بُشِّرَ أَحَدُهُمْ بِمَا ضَرَبَ لِلرَّحْمَٰنِ مَثَلًا ظَلَّ وَجْهُهُ مُسْوَدًّا وَهُوَ كَظِيمٌ ﴿١٧﴾
17-) Ve izâ büşşira ehadühüm Bima darebe lirRahmâni meselen zalle vechuhu müsvedden ve hüve kezıym;

17-) Onlardan biri Rahmân`a nispet ettiği kızlar ile müjdelendiğinde, dertlenip yüzü simsiyah kesilir!

أَوَمَنْ يُنَشَّأُ فِي الْحِلْيَةِ وَهُوَ فِي الْخِصَامِ غَيْرُ مُبِينٍ ﴿١٨﴾
18-) Evemen yüneşşeü fiyl hılyeti ve huve fiyl hısami ğayru mubiyn;
18-) Yoksa süs içinde yetiştirilen ve tartışmada beyan gücü olmayan diye değerlendirdiğinizi (kız çocukları) mi (Allâh`a yakıştırıyorsunuz)!
وَجَعَلُوا الْمَلَائِكَةَ الَّذِينَ هُمْ عِبَادُ الرَّحْمَٰنِ إِنَاثًا ۚ أَشَهِدُوا خَلْقَهُمْ ۚ سَتُكْتَبُ شَهَادَتُهُمْ وَيُسْأَلُونَ ﴿١٩﴾
19-) Ve ce`alül Melaiketelleziyne hüm `ıbadur Rahmâni inasâ* eşehidu halkahüm* setüktebü şehadetühüm ve yüs`elun;

19-) Onlar Rahmân`ın kulları olan melekleri dişiler olarak tanımladılar! Onların yaratılışına şahit miydiler? Onların (bu) şahitlikleri yazıldı; sorgulanacaklar!

وَقَالُوا لَوْ شَاءَ الرَّحْمَٰنُ مَا عَبَدْنَاهُمْ ۗ مَا لَهُمْ بِذَٰلِكَ مِنْ عِلْمٍ ۖ إِنْ هُمْ إِلَّا يَخْرُصُونَ ﴿٢٠﴾
20-) Ve kalu lev şaerRahmânu ma `abednahüm* ma lehüm Bi zâlike min ılm* in hüm illâ yahrusun;
20-) Dediler ki: “Eğer Rahmân dileseydi onlara kulluk yapmazdık”… Bununla ilgili onların bir ilmi (delilleri, yakînleri) yoktur… Onlar ancak tahmin üzere konuşup saçmalıyorlar.
أَمْ آتَيْنَاهُمْ كِتَابًا مِنْ قَبْلِهِ فَهُمْ بِهِ مُسْتَمْسِكُونَ ﴿٢١﴾
21-) Em ateynahüm Kitaben min kablihi fehüm Bihi müstemsikûn;

21-) Yoksa bundan önce onlara bir Bilgi (kitap) verdik de onlar Ona sarılarak mı bu iddiadalar?

بَلْ قَالُوا إِنَّا وَجَدْنَا آبَاءَنَا عَلَىٰ أُمَّةٍ وَإِنَّا عَلَىٰ آثَارِهِمْ مُهْتَدُونَ ﴿٢٢﴾
22-) Bel kalu inna vecedna abaena alâ ümmetin ve inna alâ asârihim mühtedun;
22-) Bilakis, dediler ki: “Biz atalarımızı bu din anlayışında bulduk; biz onların eserleri (şartlandırmaları – genleri) doğrultusunda doğru yolu bulanlarız.”
وَكَذَٰلِكَ مَا أَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ فِي قَرْيَةٍ مِنْ نَذِيرٍ إِلَّا قَالَ مُتْرَفُوهَا إِنَّا وَجَدْنَا آبَاءَنَا عَلَىٰ أُمَّةٍ وَإِنَّا عَلَىٰ آثَارِهِمْ مُقْتَدُونَ ﴿٢٣﴾
23-) Ve kezâlike ma erselna min kablike fiy karyetin min neziyrin illâ kale mütrefuha, inna vecedna abaena alâ ümmetin ve inna alâ asârihim muktedun;
23-) İşte böyle… Senden önce hangi topluma bir uyarıcı irsâl ettiysek, oranın zengin ileri gelenleri şöyle dediler: “Biz atalarımızı bu din anlayışı üzere bulduk ve biz onların eserlerine (şartlanmaları, genleri) uyanlarız.”
۞ قَالَ أَوَلَوْ جِئْتُكُمْ بِأَهْدَىٰ مِمَّا وَجَدْتُمْ عَلَيْهِ آبَاءَكُمْ ۖ قَالُوا إِنَّا بِمَا أُرْسِلْتُمْ بِهِ كَافِرُونَ ﴿٢٤﴾
24-) Kale evelev ci`tüküm Bi ehda mimma vecedtüm aleyhi abaeküm* kalu inna Bima ürsiltüm Bihi kâfirun;
24-) (Hz. Rasûlullâh) dedi ki: “Eğer size, atalarınızı üzerinde bulduğunuzdan daha doğruyu getirmişsem de mi?” Dediler ki: “İrsâl olunduğun bilgiyi reddederiz!”
فَانْتَقَمْنَا مِنْهُمْ ۖ فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُكَذِّبِينَ ﴿٢٥﴾
25-) Fentekamna mihüm fenzur keyfe kâne akıbetül mükezzibiyn;
25-) Bunun üzerine onlardan intikam aldık… Yalanlayanların sonu nasıl oldu bir bak!
وَإِذْ قَالَ إِبْرَاهِيمُ لِأَبِيهِ وَقَوْمِهِ إِنَّنِي بَرَاءٌ مِمَّا تَعْبُدُونَ ﴿٢٦﴾
26-) Ve iz kale İbrahiymü liebiyhi ve kavmihi inneniy beraün mimma ta`budun;
26-) Hani İbrahim babasına ve kavmine dedi ki: “Muhakkak ki ben tapındıklarınızdan berîyim… “
إِلَّا الَّذِي فَطَرَنِي فَإِنَّهُ سَيَهْدِينِ ﴿٢٧﴾
27-) İllelleziy fetareniy feinneHU seyehdiyn;

27-) “Beni (fıtratımla – varoluş programımla) yaratan müstesna! Kesinlikle, beni hakikate erdirecek O`dur!”

وَجَعَلَهَا كَلِمَةً بَاقِيَةً فِي عَقِبِهِ لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ
﴿٢٨﴾ 28-) Ve ce`aleha kelimeten bakıyeten fiy akıbihi leallehüm yerci`un;
28-) Bu sözünü kendinden sonra gelecekler için kalıcı bir fikir olarak oluşturdu, belki o gerçeğe dönerler diye
بَلْ مَتَّعْتُ هَٰؤُلَاءِ وَآبَاءَهُمْ حَتَّىٰ جَاءَهُمُ الْحَقُّ وَرَسُولٌ مُبِينٌ ﴿٢٩﴾
29-) Bel metta`tü haülai ve abaehüm hatta caehümül Hakku ve Rasûlün mubiyn;

29-) Bunları ve onların atalarını, kendilerine Hak ve apaçık bir Rasûl gelinceye kadar dünyadan yararlandırdım
وَلَمَّا جَاءَهُمُ الْحَقُّ قَالُوا هَٰذَا سِحْرٌ وَإِنَّا بِهِ كَافِرُونَ ﴿٣٠﴾
30-) Ve lemma caehümül Hakku kalu hazâ sıhrun ve inna Bihi kâfirun;

30-) Hak onlara geldiğindeyse dediler: “Bu bir büyüdür… Biz Onu kabul etmeyiz!”
وَقَالُوا لَوْلَا نُزِّلَ هَٰذَا الْقُرْآنُ عَلَىٰ رَجُلٍ مِنَ الْقَرْيَتَيْنِ عَظِيمٍ ﴿٣١﴾
31-) Ve kalu levla nüzzile hazel Kur`ânu alâ racülin minel karyeteyni `azıym;

31-) Dediler ki: “Bu Kur`ân şu iki şehrin büyük adamlarından birine niye indirilmedi?”
أَهُمْ يَقْسِمُونَ رَحْمَتَ رَبِّكَ ۚ نَحْنُ قَسَمْنَا بَيْنَهُمْ مَعِيشَتَهُمْ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا ۚ وَرَفَعْنَا بَعْضَهُمْ فَوْقَ بَعْضٍ دَرَجَاتٍ لِيَتَّخِذَ بَعْضُهُمْ بَعْضًا سُخْرِيًّا ۗ وَرَحْمَتُ رَبِّكَ خَيْرٌ مِمَّا يَجْمَعُونَ
﴿٣٢﴾ 32-) Ehüm yaksimune rahmete Rabbik* nahnu kasemna beynehüm me`ıyşetehüm fiyl hayatid dünya ve refa`na ba`dahüm fevka ba`dın derecatin li yettehıze ba`duhüm ba`dan suhriyya* ve rahmetü Rabbike hayrun mimma yecme`un;
32-) Rabbinin rahmetini onlar mı taksim ediyorlar? Dünya hayatında onların geçimlerini aralarında biz taksim ettik… Kimilerini kimilerinden (zenginlik ve etiket olarak) daha yüksek kıldık ki, bazısı bazısına boyun eğdirsin… Rabbinin rahmeti, onların toplayıp biriktirdikleri şeylerden (zenginlikten) daha hayırlıdır.
وَلَوْلَا أَنْ يَكُونَ النَّاسُ أُمَّةً وَاحِدَةً لَجَعَلْنَا لِمَنْ يَكْفُرُ بِالرَّحْمَٰنِ لِبُيُوتِهِمْ سُقُفًا مِنْ فِضَّةٍ وَمَعَارِجَ عَلَيْهَا يَظْهَرُونَ ﴿٣٣﴾
33-) Ve levla en yekûnen nasu ümmeten vahıdeten lece`alna limen yekfüru BirRahmâni li buyutihim sükufen min fiddatin ve me`arice aleyha yazherun;
33-) Eğer insanların (zenginlikleri) tek bir anlayış toplumu hâline gelmeleri sonucunu getirmeseydi (zenginlik dışa dönük yaşamı getireceği için kişiyi içe dönük zenginlikten engeller), elbette Rahmân`ın hakikatleri olduğu gerçeğini inkâr edenlerin evlerini gümüşten tavanlar ve çıkacakları gümüşten merdivenlerle donatırdık…
وَلِبُيُوتِهِمْ أَبْوَابًا وَسُرُرًا عَلَيْهَا يَتَّكِئُونَ ﴿٣٤﴾
34-) Ve libuyutihim ebvaben ve süruren aleyha yettekiun;
34-) Evlerine (gümüşten) kapılar ve üzerlerinde yaslanacakları koltuklar…
وَزُخْرُفًا ۚ وَإِنْ كُلُّ ذَٰلِكَ لَمَّا مَتَاعُ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا ۚ وَالْآخِرَةُ عِنْدَ رَبِّكَ لِلْمُتَّقِينَ ﴿٣٥﴾
35-) Ve zuhrufa* ve in küllü zâlike lemma meta`ul hayatid dünya* vel ahıretü `ınde Rabbike lil müttekıyn;
35-) Altından süs eşyaları! İşte bunların hepsi dünya hayatının geçici zevklerinden başka bir şey değildir! Sonsuz gelecek yaşam ise Rabbinin indînde korunanlar içindir.
وَمَنْ يَعْشُ عَنْ ذِكْرِ الرَّحْمَٰنِ نُقَيِّضْ لَهُ شَيْطَانًا فَهُوَ لَهُ قَرِينٌ ﴿٣٦﴾
36-) Ve men ya`şü an zikrir Rahmâni nukayyıd lehu şeytanen fehuve lehu kariyn;
36-) Kim (dünyevî – dışa dönük şeylerle) Rahmân`ın zikrinden (Allâh Esmâ`sının hakikati olduğunu hatırlayarak bunun gereğini yaşamaktan) âmâ (kör) olursa, ona bir şeytan (vehim, kendini yalnızca beden kabulü ve beden zevkleri için yaşama fikri) takdir ederiz; bu (kabulleniş), onun (yeni) kişiliği olur!H
وَإِنَّهُمْ لَيَصُدُّونَهُمْ عَنِ السَّبِيلِ وَيَحْسَبُونَ أَنَّهُمْ مُهْتَدُونَ ﴿٣٧﴾
37-) Ve innehüm leyesuddunehüm `anissebiyli ve yahsebune ennehüm mühtedun;
37-) Muhakkak ki bunlar onları (hakikate erme) yolundan alıkoyarlar da, onlar hâlâ kendilerinin doğru yolda olduklarını zannederler!

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir