23. CÜZ 3. HİZİP


37-SÂFFÂT SÛRESİ الصافات Aynı anda dinleyip takip edebilirsinizTIKLA
سْمِ اللَّهِ الرَّحْمَٰنِ الرَّحِيمِ BismillahirRahmânirRahiym
۞ فَنَبَذْنَاهُ بِالْعَرَاءِ وَهُوَ سَقِيمٌ
145-) Fenebeznahu Bil `arai ve huve sakıym;
145-) Biz Onu hasta (yıpranmış – sağlıksız) olarak çıplak arazide (kuvvelerin bilinmediği bir ortamda) bıraktık
وَأَنْبَتْنَا عَلَيْهِ شَجَرَةً مِنْ يَقْطِينٍ
146-) Ve enbenta aleyhi şecereten miy yaktıyn;
146-) Üzerine kabak türünden (gövdesi olmayan bitki cinsi) bir ağaç bitirdik (Onda ilâhî marifet meyveleri açığa çıkardık).
وَأَرْسَلْنَاهُ إِلَىٰ مِائَةِ أَلْفٍ أَوْ يَزِيدُونَ
147-) Ve erselnahu ila mieti elfin ev yeziydun;
147-) Onu (Yunus`u) yüz bin (kişiye) yahut daha da fazlasına irsâl ettik.
فَآمَنُوا فَمَتَّعْنَاهُمْ إِلَىٰ حِينٍ
148-) Feamenû femetta`nahüm ila hıyn;
148-) (Onlar) iman ettiler de, biz onları bir süre mutlu yaşattık.
فَاسْتَفْتِهِمْ أَلِرَبِّكَ الْبَنَاتُ وَلَهُمُ الْبَنُونَ
149-) Festeftihim eliRabbikel benatü ve lehümül benun;
149-) O hâlde sor görüşlerini onlara (o müşriklere): “Kız çocukları Rabbinin, erkek çocukları onların mı?”
أَمْ خَلَقْنَا الْمَلَائِكَةَ إِنَاثًا وَهُمْ شَاهِدُونَ
150-) Em halaknel Melaikete inâsen ve hüm şahidun;
150-) Yoksa biz, onlar seyrederken mi melekleri dişiler olarak, yarattık?
أَلَا إِنَّهُمْ مِنْ إِفْكِهِمْ لَيَقُولُونَ
151-) Ela innehüm min ifkihim leyekulun;
151-) Dikkat edin, muhakkak ki onlar iftira atarak şöyle derler:
وَلَدَ اللَّهُ وَإِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ
152-) VeledAllâhu, ve innehüm le kâzibun;
152-) “Allâh doğurdu (Allâh`ın oğlu dediler)! Muhakkak ki onlar kesinlikle yalancılardır!”
أَصْطَفَى الْبَنَاتِ عَلَى الْبَنِينَ
153-) Astafel benati alelbeniyn;
153-) (Allâh) kızları oğullara tercih mi etmiş?
مَا لَكُمْ كَيْفَ تَحْكُمُونَ
154-) Ma leküm* keyfe tahkümun;
154-) Ne oluyor size? Nasıl hüküm veriyorsunuz?
أَفَلَا تَذَكَّرُونَ
155-) Efela tezekkerun;
155-) Hatırlayıp düşünemiyor musunuz?
أَمْ لَكُمْ سُلْطَانٌ مُبِينٌ
156-) Em leküm sultanün mubiyn;
156-) Yoksa apaçık bir deliliniz mi var?
فَأْتُوا بِكِتَابِكُمْ إِنْ كُنْتُمْ صَادِقِينَ
157-) Fe`tu Bi Kitabiküm in küntüm sadikıyn;
157-) Eğer doğru söylüyorsanız bildiğinizi koyun ortaya!
وَجَعَلُوا بَيْنَهُ وَبَيْنَ الْجِنَّةِ نَسَبًا ۚ وَلَقَدْ عَلِمَتِ الْجِنَّةُ إِنَّهُمْ لَمُحْضَرُونَ
158-) Ve ce`alu beynehu ve beynel cinneti neseba* ve lekad alimetil cinnetü innehüm lemuhdarun;
158-) O`nunla (Allâh ile) cinler (normal insan duyularının algılayamadığı bilinçli varlıklar) arasında bir bağ oluşturdular! (Onlara Allâh dûnunda tanrısallık atfettiler)… Andolsun cinler de bilir ki, muhakkak onlar muhdarîndir (zorunlu olarak huzurda hazır tutulacaklardır)!
سُبْحَانَ اللَّهِ عَمَّا يَصِفُونَ
159-) SubhanAllâhi amma yesıfun;
159-) Allâh onların vasıflandırmalarından münezzehtir!
إِلَّا عِبَادَ اللَّهِ الْمُخْلَصِينَ
160-) İlla `ıbadAllâhil muhlesıyn;
160-) Sadece Allâh`ın ihlâsa (samimiyete, saflığa) erdirilmiş kulları müstesna (gerisi “muhdarîn” olarak anlatılan sınıftandır).
فَإِنَّكُمْ وَمَا تَعْبُدُونَ
161-) Feinneküm ve ma ta`budun;
161-) Muhakkak ki siz ve tapındıklarınız,
مَا أَنْتُمْ عَلَيْهِ بِفَاتِنِينَ
162-) Ma entüm aleyhi Bi fatiniyn;
162-) O`nun aleyhine (kimseyi) ayartıp kandıramazsınız!
إِلَّا مَنْ هُوَ صَالِ الْجَحِيمِ
163-) İlla men huve salil cahıym;
163-) Ancak cehennemî yanışa gidecekler müstesna.
وَمَا مِنَّا إِلَّا لَهُ مَقَامٌ مَعْلُومٌ
164-) Ve ma minna illâ lehü mekamun ma`lum;
164-) (Bütün açığa çıkan melekî Esmâ kuvveleri): “Bizden, bilinen bir işlevi olmayan yoktur!”
وَإِنَّا لَنَحْنُ الصَّافُّونَ
165-) Ve inna le nahnus saffun;
165-) “Muhakkak ki biz, evet biziz o saf saf dizilenler (varlıkta boyutları ve içindekileri meydana getirenler).”
وَإِنَّا لَنَحْنُ الْمُسَبِّحُونَ
166-) Ve inna lenahnul müsebbihun;
166-) “Muhakkak ki biz, evet biziz o tespih edenler (işlevlerini yerine getirmek suretiyle kulluğunu ifa edenler {tespihin anlamı}).”
وَإِنْ كَانُوا لَيَقُولُونَ
167-) Ve in kânu le yekulun;
167-) Muhakkak ki (o müşrikler) şöyle de diyorlardı:
لَوْ أَنَّ عِنْدَنَا ذِكْرًا مِنَ الْأَوَّلِينَ
168-) Lev enne `ındeNA zikren minel evveliyn;
168-) “Eğer bizim yanımızda da atalarımızdan bize ulaşmış bir bilgi olsa idi… “
لَكُنَّا عِبَادَ اللَّهِ الْمُخْلَصِينَ
169-) Lekünna `ıbadAllâhil muhlesıyn;
169-) “Elbette biz de Allâh`ın ihlâsa (samimiyete, saflığa) erdirilmiş kulları olurduk.”
فَكَفَرُوا بِهِ ۖ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ
170-) Fekeferu BiHİ, fesevfe ya`lemun;
170-) Şimdiyse hakikat bilgisini inkâr ettiler… Yakında anlayacaklar!
وَلَقَدْ سَبَقَتْ كَلِمَتُنَا لِعِبَادِنَا الْمُرْسَلِينَ
171-) Ve lekad sebekat kelimetüna li `ıbadinel murseliyn;
171-) Andolsun ki irsâl olunan kullarımıza (şu) sözümüz geçerli olmuştur:
إِنَّهُمْ لَهُمُ الْمَنْصُورُونَ
﴿١٧٢﴾ 1172-) İnnehüm lehümül mansurun;
172-) Muhakkak ki onlar, elbette onlar zafere erdirilmişlerdir.
وَإِنَّ جُنْدَنَا لَهُمُ الْغَالِبُونَ
173-) Ve inne cündena lehümül ğalibun;
173-) Muhakkak ki bizim ordumuz, onlar galiptirler!
فَتَوَلَّ عَنْهُمْ حَتَّىٰ حِينٍ
174-) Fetevelle `anhüm hattâ hıyn;
174-) Artık bir süre onlardan yüz çevir!
وَأَبْصِرْهُمْ فَسَوْفَ يُبْصِرُونَ
175-) Ve ebsırhüm fesevfe yubsırun;

175-) Onları seyret… Yakında görecekler!
أَفَبِعَذَابِنَا يَسْتَعْجِلُونَ
176-) Efe Biazâbina yesta`cilun;
176-) Azabımızın varlıklarında açığa çıkışını (ölümü) acele mi istiyorlar? (Ölüm, hakikati inkâr eden için azabın başlaması, iman eden içinse rahmete ermektir.)
فَإِذَا نَزَلَ بِسَاحَتِهِمْ فَسَاءَ صَبَاحُ الْمُنْذَرِينَ
177-) Feizâ nezele Bi sâhatihim fesae sabâhul münzeriyn;
177-) Onların alanına indiğinde, uyarılanların uyanışı ne kötü olur!
وَتَوَلَّ عَنْهُمْ حَتَّىٰ حِينٍ
178-) Ve tevelle anhüm hattâ hıyn;
178-) Artık bir süre onlardan yüz çevir.
وَأَبْصِرْ فَسَوْفَ يُبْصِرُونَ
179-) Ve ebsır fesevfe yubsırun;
179-) Onları seyret… Yakında görecekler.
سُبْحَانَ رَبِّكَ رَبِّ الْعِزَّةِ عَمَّا يَصِفُونَ
180-) Subhane Rabbike Rabbil ızzeti `amma yasifun;
180-) Senin Rabbin, İzzet sahibi Rab olarak, onların tanımlamalarından münezzehtir!
وَسَلَامٌ عَلَى الْمُرْسَلِينَ
181-) Ve Selâmun alel murseliyn;
181-) İrsâl olunanlara Selâm olsun!
وَالْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ
182-) Vel Hamdu Lillâhi Rabbil `alemiyn;
182-) Hamd, Rabb-ül âlemîn Allâh`a aittir.
38- SÂD SÛRESİ ص Aynı anda dinleyip takip edebilirsinizTIKLA
سْمِ اللَّهِ الرَّحْمَٰنِ الرَّحِيمِ
BismillahirRahmânirRahiym
ص ۚ وَالْقُرْآنِ ذِي الذِّكْرِ
1-) Saaad, vel Kur`âni zizZikr;
1-) Sâd… Hakikatini hatırlatıcı Kur`ân!
بَلِ الَّذِينَ كَفَرُوا فِي عِزَّةٍ وَشِقَاقٍ
2-) Belilleziyne keferu fiy `ızzetin ve şikak;
2-) Bak kendilerini şerefli sanan o hakikat bilgisini inkâr edenler, hakikatlerinden kopuk bir yaşam içindedirler!
كَمْ أَهْلَكْنَا مِنْ قَبْلِهِمْ مِنْ قَرْنٍ فَنَادَوْا وَلَاتَ حِينَ مَنَاصٍ
3-) Kem ehlekna min kablihim min karnin fenadev ve late hıyne menas;
3-) Onlardan önce, nice nesilleri feryat figan içinde helâk ettik! Artık kurtulmaları mümkün değildi!
وَعَجِبُوا أَنْ جَاءَهُمْ مُنْذِرٌ مِنْهُمْ ۖ وَقَالَ الْكَافِرُونَ هَٰذَا سَاحِرٌ كَذَّابٌ
4-) Ve `acibu en caehüm münzirun minhüm* ve kalel kafirune hazâ sahırun kezzab;
4-) O hakikat bilgisini inkâr edenler, kendi aralarından bir uyarıcının kendilerine gelmesine şaştılar da: “Bu yalancı bir büyücüdür” dediler.
أَجَعَلَ الْآلِهَةَ إِلَٰهًا وَاحِدًا ۖ إِنَّ هَٰذَا لَشَيْءٌ عُجَابٌ
5-) Ece`alel alihete İlâhen Vahıda* inne hazâ le şey`ün `ucab;
5-) “Tanrıları, tek bir tanrıya mı indirgedi (diye anladılar)? Muhakkak ki bu çok acayip bir şeydir!”
وَانْطَلَقَ الْمَلَأُ مِنْهُمْ أَنِ امْشُوا وَاصْبِرُوا عَلَىٰ آلِهَتِكُمْ ۖ إِنَّ هَٰذَا لَشَيْءٌ يُرَادُ
6-) Ventalekal meleü minhüm enimşu vasbiru alâ alihetiküm* inne hazâ le şey`ün yurad;
6-) Onların ileri gelenleri: “Hadi yolunuza devam edin ve tanrılarınıza bağlı kalın! Muhakkak ki olması gereken budur!” diyerek yürüdü.
مَا سَمِعْنَا بِهَٰذَا فِي الْمِلَّةِ الْآخِرَةِ إِنْ هَٰذَا إِلَّا اخْتِلَاقٌ
7-) Ma semı`na Bihazâ fiyl milletil ahireti, in hazâ illahtilak;
7-) “Bunu önceki milletlerden işitmedik! Bu (TEKLİK anlayışı) ancak bir uydurmadır!”
أَأُنْزِلَ عَلَيْهِ الذِّكْرُ مِنْ بَيْنِنَا ۚ بَلْ هُمْ فِي شَكٍّ مِنْ ذِكْرِي ۖ بَلْ لَمَّا يَذُوقُوا عَذَابِ
8- ) Eünzile aleyhiz Zikru min beynina* bel hüm fiy şekkin min ZikrİY* bel lemma yezûku azâb;
8- ) “Hem Zikir (hakikati hatırlatma), aramızdan O`na mı inzâl olundu?”… Hayır! Onlar Zikrimden (hakikati hatırlatmamdan) kuşku içindeler! Hayır, onlar benim (gerçeği fark ettiren) azabımı (ölümü) henüz tatmadılar!
أَمْ عِنْدَهُمْ خَزَائِنُ رَحْمَةِ رَبِّكَ الْعَزِيزِ الْوَهَّابِ
9-) Em `ındehüm hazainu rahmeti Rabbikel Aziyzil Vehhâb;
9-) Yoksa Aziyz, Vehhâb olan Rabbinin rahmet hazineleri (nimetleri) onların indînde mi?
أَمْ لَهُمْ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا ۖ فَلْيَرْتَقُوا فِي الْأَسْبَابِ
10-) Em lehüm mülküs Semavati vel Ardı ve ma beynehüma* felyerteku fiyl esbab;
10-) Yoksa semâların, arzın ve ikisi arasındakilerin mülkü onların mı? Eğer öyle düşünüyorlarsa, sebepler oluşturup yükselsinler (bakalım ne geçecek ellerine)!
جُنْدٌ مَا هُنَالِكَ مَهْزُومٌ مِنَ الْأَحْزَابِ
11-) Cündün ma hünalike mehzumün minel ahzab;
11-) Onlar, inkâr fikrinde birleşenlerden arta kalmış, hezimete uğratılmış bir ordudur.
كَذَّبَتْ قَبْلَهُمْ قَوْمُ نُوحٍ وَعَادٌ وَفِرْعَوْنُ ذُو الْأَوْتَادِ
12-) Kezzebet kablehüm kavmü Nuhın ve `Adün ve fir`avnü zül evtad;
12-) Bunlardan önce Nuh`un halkı, Ad (Hud`un halkı) ve sütunlar (üzerine kurulu saraylar) sahibi Firavun yalanladı.
وَثَمُودُ وَقَوْمُ لُوطٍ وَأَصْحَابُ الْأَيْكَةِ ۚ أُولَٰئِكَ الْأَحْزَابُ
13-) Ve Semudü ve kavmü Lutın ve ashabül Eyketi, ülaikel ahzab;
13-) Semud (Sâlih`in toplumu), Lût`un toplumu (bedensellik şehveti ile helâk olanlar) ve Ashab-ı Eyke (orman halkı, Şuayb`ın toplumu) de… İşte onlar inkâr fikrinde birleşenlerdi!
إِنْ كُلٌّ إِلَّا كَذَّبَ الرُّسُلَ فَحَقَّ عِقَابِ
14-) İn küllün illâ kezzeber Rusule fehakka `ıkab;
14-) Hepsi de sadece Rasûlleri yalanladılar… Bu yüzden de yaptıklarının kötü sonucunu yaşamayı hak ettiler!
وَمَا يَنْظُرُ هَٰؤُلَاءِ إِلَّا صَيْحَةً وَاحِدَةً مَا لَهَا مِنْ فَوَاقٍ
15-) Ve ma yenzuru haülai illâ sayhaten vahıdeten ma leha min fevak;
15-) Bunlar sadece gecikmesi olmayan bir tek sayhayı (sesi – ölümü) beklemektedir.
وَقَالُوا رَبَّنَا عَجِّلْ لَنَا قِطَّنَا قَبْلَ يَوْمِ الْحِسَابِ
16-) Ve kalu Rabbena `accillena kıttanâ kable yevmil hisab;
16-) (Alayla) dediler ki: “Rabbimiz! Hak ettiğimizi, yapılanların sonuçlarının açıkça görüleceği süreçten önce, hemen ver!”
اصْبِرْ عَلَىٰ مَا يَقُولُونَ وَاذْكُرْ عَبْدَنَا دَاوُودَ ذَا الْأَيْدِ ۖ إِنَّهُ أَوَّابٌ
17-) Isbir alâ ma yekulune vezkür abdeNA Davude zel` eyd* innehu evvab;
17-) Onların dediklerine sabret ve kuvvet sahibi Davud`u zikret (hatırla)… Muhakkak ki O, evvab (hakikatine dönen) idi.
إِنَّا سَخَّرْنَا الْجِبَالَ مَعَهُ يُسَبِّحْنَ بِالْعَشِيِّ وَالْإِشْرَاقِ
18-) İnna sahharnel cibale meahu yüsebbıhne Bil `aşiyyi vel işrak;
18-) Doğrusu biz, akşam ve Güneş doğduğu vakit tespih eder (işlevlerini yerine getirir) hâlde, dağları (benlik sahiplerini) Ona boyun eğdirdik.
وَالطَّيْرَ مَحْشُورَةً ۖ كُلٌّ لَهُ أَوَّابٌ
19-) Vettayre mahşureten, küllün lehu evvab;
19-) Toplanmış kuşları da (kendisine iman etmiş kimseler)… Hepsi Ona evvab (hakikatini yaşayan) idi.
وَشَدَدْنَا مُلْكَهُ وَآتَيْنَاهُ الْحِكْمَةَ وَفَصْلَ الْخِطَابِ
20-) Ve şededna mülkehu ve ateynahül hıkmete ve faslel hıtab;
20-) Onun mülkünü (hükümranlığını) kuvvetlendirdik ve Ona Hikmet (sebepler ilmi) ve Fasl-ul Hitab (doğruyla yanlışı en mantıklı şekilde hemen ayıran muhakeme kuvvesi) verdik.
۞ وَهَلْ أَتَاكَ نَبَأُ الْخَصْمِ إِذْ تَسَوَّرُوا الْمِحْرَابَ
21-) Ve hel etake nebeül hasm* iz tesevverul mihrab;
21-) Sana o tartışmanın haberi geldi mi? Hani duvarı tırmanıp mabede ulaştılar.
إِذْ دَخَلُوا عَلَىٰ دَاوُودَ فَفَزِعَ مِنْهُمْ ۖ قَالُوا لَا تَخَفْ ۖ خَصْمَانِ بَغَىٰ بَعْضُنَا عَلَىٰ بَعْضٍ فَاحْكُمْ بَيْنَنَا بِالْحَقِّ وَلَا تُشْطِطْ وَاهْدِنَا إِلَىٰ سَوَاءِ الصِّرَاطِ
22-) İz dehalu alâ Davude fefezi`a minhüm kalu lâ tehaf* hasmani beğa ba`duna alâ ba`dın fahküm beynena Bil Hakkı ve lâ tüştıt vehdina ila sevais sırat;
22-) Hani ansızın Davud`un yanına girmişlerdi de bu yüzden onlardan ürkmüştü… Dediler ki: “Korkma, biz iki davacıyız: Bazımız bazımıza (çoğul kapsamlı ifade) zulmetti… O hâlde aramızda HAKK olarak hükmet, haksızlık etme ve bizi yolun tam ortasına yönlendir.”
إِنَّ هَٰذَا أَخِي لَهُ تِسْعٌ وَتِسْعُونَ نَعْجَةً وَلِيَ نَعْجَةٌ وَاحِدَةٌ فَقَالَ أَكْفِلْنِيهَا وَعَزَّنِي فِي الْخِطَابِ
23-) İnne hazâ ehıy lehu tis`un ve tis`une na`ceten ve liye na`cetün vahıdetün fekale ekfilniyha ve azzeniy fiyl hıtab;
23-) “Muhakkak ki şu benim kardeşimdir… Onun doksan dokuz koyunu var, benim ise bir tek koyunum var… Böyle iken `Onu bana ver` dedi ve dediğini yaptırdı!”
قَالَ لَقَدْ ظَلَمَكَ بِسُؤَالِ نَعْجَتِكَ إِلَىٰ نِعَاجِهِ ۖ وَإِنَّ كَثِيرًا مِنَ الْخُلَطَاءِ لَيَبْغِي بَعْضُهُمْ عَلَىٰ بَعْضٍ إِلَّا الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَقَلِيلٌ مَا هُمْ ۗ وَظَنَّ دَاوُودُ أَنَّمَا فَتَنَّاهُ فَاسْتَغْفَرَ رَبَّهُ وَخَرَّ رَاكِعًا وَأَنَابَ ۩
24-) Kale lekad zalemeke Bi süali na`cetike ila ni`acih* ve inne kesiyren minel huletai leyebğıy ba`duhüm alâ ba`dın ilelleziyne amenû ve amilüs salihati ve kaliylün mahüm* ve zanne Davudu ennema fetennahu festağfere Rabbehu ve harre raki`an ve enab;
24-) (Davud) dedi ki: “Yemin olsun ki senin bir tek koyununu kendi koyunlarına katmakla sana zulmetmiş… Muhakkak ki çok yakın olanların birçoğu, birbirlerinin benzeri davranışlarda bulunurlar… Ancak iman edip imanın gereğini uygulayanlar böyle değildir… Fakat onlar da ne kadar azdır!” Davud kendisini imtihan ettiğimizi zannetti; bundan dolayı Rabbinden mağfiret diledi ve boyun eğerek yere kapandı ve O`na yöneldi! (24. âyet secde âyetidir.)

فَغَفَرْنَا لَهُ ذَٰلِكَ ۖ وَإِنَّ لَهُ عِنْدَنَا لَزُلْفَىٰ وَحُسْنَ مَآبٍ
25-) Feğaferna lehu zâlik* ve inne lehu `ındeNA lezülfa ve husne meab;
25-) Bunun üzerine onu, Onun için mağfiret ettik… İndîmizde Onun için yakınlık ve dönüşün güzeli var.
يَا دَاوُودُ إِنَّا جَعَلْنَاكَ خَلِيفَةً فِي الْأَرْضِ فَاحْكُمْ بَيْنَ النَّاسِ بِالْحَقِّ وَلَا تَتَّبِعِ الْهَوَىٰ فَيُضِلَّكَ عَنْ سَبِيلِ اللَّهِ ۚ إِنَّ الَّذِينَ يَضِلُّونَ عَنْ سَبِيلِ اللَّهِ لَهُمْ عَذَابٌ شَدِيدٌ بِمَا نَسُوا يَوْمَ الْحِسَابِ
26-) Ya Davudu inna ce`alnake haliyfeten fiyl Ardı fahküm beynenNasi Bil Hakkı ve lâ tettebi`ıl heva fe yudılleke an sebiylillâh* innelleziyne yedıllune an sebiylillâhi lehüm azâbün şadiydün Bima nesu yevmel hisab;
26-) Ey Davud! Doğrusu biz seni arzda bir halife kıldık! Bu yüzdendir ki insanlar arasında Hak olarak hükmet ve hevâya (Hakkanî olmayan duygu ve düşüncelere) uyma! Zira bu seni Allâh yolundan saptırır… Allâh yolundan sapanlara gelince; yaptıklarının sonucunu yaşama sürecini unutmalarından dolayı, yaşayacakları şiddetli bir azap vardır.
وَمَا خَلَقْنَا السَّمَاءَ وَالْأَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا بَاطِلًا ۚ ذَٰلِكَ ظَنُّ الَّذِينَ كَفَرُوا ۚ فَوَيْلٌ لِلَّذِينَ كَفَرُوا مِنَ النَّارِ
27-) Ve ma halaknes Semae vel Arda ve ma beynehüma bâtıla* zâlike zannülleziyne keferu* feveylün lilleziyne keferu minennar;
27-) Semâyı, arzı ve ikisi arasındakileri işlevsiz olarak yaratmadık! O (işlevsiz düşünmek), hakikat bilgisini inkâr edenlerin zannıdır! Bu yüzden yazıklar olsun o hakikat bilgisini inkâr edenlere, yakan (dünyalarında)!
أَمْ نَجْعَلُ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ كَالْمُفْسِدِينَ فِي الْأَرْضِ أَمْ نَجْعَلُ الْمُتَّقِينَ كَالْفُجَّارِ
28-) Em nec`alülleziyne amenû ve amilus salihati kel müfsidiyne fiyl Ard* em nec`alül müttekıyne kel füccar;
28-) Yoksa (hakikatlerine) iman edip imanın gereğini uygulayanları, arzda (bedensel yaşamda) bozuk inançları doğrultusunda yaşayanlar gibi mi kılarız? Yahut Allâh için korunanları, füccar (yaratılış fıtratına uymayan şekilde yaşayanlar) gibi mi kılarız?
كِتَابٌ أَنْزَلْنَاهُ إِلَيْكَ مُبَارَكٌ لِيَدَّبَّرُوا آيَاتِهِ وَلِيَتَذَكَّرَ أُولُو الْأَلْبَابِ
29-) Kitabun enzelnahu ileyke mübarekün li yeddebberru âyâtiHİ ve liyetezekkere ulül elbab;
29-) Sana inzâl ettiğimiz bu mübarek Bilgi, O`nun işaretlerini derinliğine tefekkür etmeleri; öze ermiş akıl sahiplerinin de (hakikati) hatırlamaları içindir!
وَوَهَبْنَا لِدَاوُودَ سُلَيْمَانَ ۚ نِعْمَ الْعَبْدُ ۖ إِنَّهُ أَوَّابٌ
30-) Ve vehebna li Davude Süleyman* nı`mel abd*innehu evvab;
30-) Davud`a Süleyman`ı hibe ettik; ne güzel kuldu! Gerçekten O, evvab (hakikatini sıkça yaşayan) idi.
إِذْ عُرِضَ عَلَيْهِ بِالْعَشِيِّ الصَّافِنَاتُ الْجِيَادُ
31-) İz urida `aleyhi Bil `aşiyyis safinatül ciyad;
31-) Hani Ona akşam olurken üç ayağı üzere durup bir ayağını tırnak üzere diken (görkemli), iyi cins koşu atları arzolunmuştu.
فَقَالَ إِنِّي أَحْبَبْتُ حُبَّ الْخَيْرِ عَنْ ذِكْرِ رَبِّي حَتَّىٰ تَوَارَتْ بِالْحِجَابِ
32-) Fekale inniy ahbebtü hubbel hayri an zikri Rabbiy* hattâ tevaret Bil hıcab;
32-) (Onları seyrederken Süleyman kendi kendine düşündü) dedi ki: “Rabbimin zikrinden (müşahedesinden) atların sevgisine yönelip meşgul oldum”… Nihayet (atlar gidip) gözden kayboldu!
رُدُّوهَا عَلَيَّ ۖ فَطَفِقَ مَسْحًا بِالسُّوقِ وَالْأَعْنَاقِ
33-) Rudduha aleyye* fetafika meshan Bis sukı vel a`nak;
33-) “Onları bana geri getirin” (dedi Süleyman)… (Atların) bacaklarını ve boyunlarını (bu defa müşahede ile) mesh etmeye başladı.
وَلَقَدْ فَتَنَّا سُلَيْمَانَ وَأَلْقَيْنَا عَلَىٰ كُرْسِيِّهِ جَسَدًا ثُمَّ أَنَابَ
34-) Ve lekad fetenna Süleymane ve elkayna alâ kürsiyyihi ceseden sümme enab;
34-) Andolsun ki Süleyman`ı imtihan ettik ve Onun tahtına ölü bir beden bıraktık (tahtına vâris olacak olan imansız kişiyi. A.H.)… Sonra tövbe edip yöneldi.
قَالَ رَبِّ اغْفِرْ لِي وَهَبْ لِي مُلْكًا لَا يَنْبَغِي لِأَحَدٍ مِنْ بَعْدِي ۖ إِنَّكَ أَنْتَ الْوَهَّابُ
35-) Kale Rabbığfir liy ve heb liy mülken lâ yembeğıy liehadin min ba`diy* inneKE ENTEl Vehhâb;
35-) “Rabbim beni mağfiret et (birimselliğimi ört) ve bana, benden sonra kimseye gerekmeyecek (bana has) bir özellik hibe et… Muhakkak ki sen Vehhâb`sın” (diye dua etti).
فَسَخَّرْنَا لَهُ الرِّيحَ تَجْرِي بِأَمْرِهِ رُخَاءً حَيْثُ أَصَابَ
36-) Fesahharna lehurriyha tecriy Bi emrihi ruhaen haysü esab;
36-) Bunun üzerine rüzgârı (gibi akıp gideni) Onun hizmetine verdik; Onun emriyle, dilediği yere, hiçbir şeyi sarsmadan – yıkmadan akıp giderdi.
وَالشَّيَاطِينَ كُلَّ بَنَّاءٍ وَغَوَّاصٍ
37-) Veş şeyatıyne külle bennain ve ğavvas;
37-) Şeytanları da onun hizmetine verdik; binaları kuran ve dalgıç olanlar!
وَآخَرِينَ مُقَرَّنِينَ فِي الْأَصْفَادِ
38-) Ve âhariyne mükarreniyne fiyl asfad;
38-) Zincirlerle birbirlerine bağlı diğerlerini de…
هَٰذَا عَطَاؤُنَا فَامْنُنْ أَوْ أَمْسِكْ بِغَيْرِ حِسَابٍ
39-) Hazâ `atauna femnün ev emsik Bi ğayri hisab;
39-) “İşte bu (sana özel tasarruf edeceğin mülk) bizim hibemizdir; öyleyse ister ver ister verme, sınırsızca kullan!”
وَإِنَّ لَهُ عِنْدَنَا لَزُلْفَىٰ وَحُسْنَ مَآبٍ
40-) Ve inne lehu `ındeNA le zülfa ve hüsne meab;
40-) Gerçektir ki, indîmizde Onun için yakınlık ve dönüşün güzeli var.
وَاذْكُرْ عَبْدَنَا أَيُّوبَ إِذْ نَادَىٰ رَبَّهُ أَنِّي مَسَّنِيَ الشَّيْطَانُ بِنُصْبٍ وَعَذَابٍ
41-) Vezkür `abdena Eyyub* iz nada Rabbehu enniy messeniyeş şeytanu Bi nusbin ve azâb;
41-) Kulumuz Eyyub`u da zikret (hatırla)… Hani Rabbine: “Muhakkak ki şeytan (kendimi beden olarak hissediş) bana bitkinlik ve azap yaşattı” diye nida etti.
ارْكُضْ بِرِجْلِكَ ۖ هَٰذَا مُغْتَسَلٌ بَارِدٌ وَشَرَابٌ
42-) Ürkud Bi riclik* hazâ muğteselün baridün ve şerab;
42-) “Ayağını (hakikatinden kaynaklanan kuvveyle) yere vur! İşte yıkanıp, içeceğin serinletici su (hakikatin ilmi)!” (dedik).
وَوَهَبْنَا لَهُ أَهْلَهُ وَمِثْلَهُمْ مَعَهُمْ رَحْمَةً مِنَّا وَذِكْرَىٰ لِأُولِي الْأَلْبَابِ
43-) Ve vehebna lehu ehlehu ve mislehüm meahüm rahmeten minNA ve zikra liülil elbab;
43-) Ona, bizden bir rahmet ve derin düşünebilen akıl sahipleri için hatırlatma olarak, ehlini ve onlarla birlikte onların mislini hibe ettik.
وَخُذْ بِيَدِكَ ضِغْثًا فَاضْرِبْ بِهِ وَلَا تَحْنَثْ ۗ إِنَّا وَجَدْنَاهُ صَابِرًا ۚ نِعْمَ الْعَبْدُ ۖ إِنَّهُ أَوَّابٌ
44-) Ve huz Biyedike dığsen fadrib Bihi ve lâ tahnes* inna vecednahu sabira* nı`mel abd* innehu evvab;
44-) “Eline bir demet al da onunla vur ki sözün yerine gelsin!” Biz Onu sabırlı bulduk… Ne güzel kuldu! Muhakkak ki O, evvab (hakikatini sıkça yaşayan) idi.
وَاذْكُرْ عِبَادَنَا إِبْرَاهِيمَ وَإِسْحَاقَ وَيَعْقُوبَ أُولِي الْأَيْدِي وَالْأَبْصَارِ
45-) Vezkür ıbadeNA İbrahiyme ve İshaka ve Ya`kube ulil eydiy vel ebsar;
45-) Kudretli ve basîretli kullarımız İbrahim, İshak ve Yakup`u da zikret (an, hatırla)!
إِنَّا أَخْلَصْنَاهُمْ بِخَالِصَةٍ ذِكْرَى الدَّارِ
46-) İnna ahlasnahüm Bi halisatin zikred dar;
46-) Doğrusu biz onlarda, gerçek vatanlarını (hakikat boyutunu) hatırda tutarak yaşama sâfiyetini açığa çıkardık.
وَإِنَّهُمْ عِنْدَنَا لَمِنَ الْمُصْطَفَيْنَ الْأَخْيَارِ
47-) Ve innehüm `ındeNA leminel Mustafeynel ahyar;
47-) Kesinlikle Onlar bizim indîmizde seçilmiş Mustafalar`dı (süzülüp arındırılmış – saflaştırılmış – sâfiye).
وَاذْكُرْ إِسْمَاعِيلَ وَالْيَسَعَ وَذَا الْكِفْلِ ۖ وَكُلٌّ مِنَ الْأَخْيَارِ
48-) Vezkür İsma`ıyle vElyese`a ve Zelkifl* ve küllün minel ahyar;
48-) İsmail`i, Elyesa`yı ve ZülKifl`i de hatırla! Hepsi de hayırlılardandı.

3 Comments

  • 37-SÂFFÂT SÛRESİ الصافات Aynı anda dinleyip takip edebilirsinizTIKLA
    سْمِ اللَّهِ الرَّحْمَٰنِ الرَّحِيمِ BismillahirRahmânirRahiym
    ۞ فَنَبَذْنَاهُ بِالْعَرَاءِ وَهُوَ سَقِيمٌ sayın hocam birkaç yerde bu simge var ne amaçla konmuş öğrenebilirmiyim saygılar

cumhur için bir cevap yazın Cevabı iptal et

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir