22. CÜZ 4. HİZİP


35-FÂTIR SÛRESİ فاطر Aynı anda dinleyip takip edebilirsinizTIKLA
سْمِ اللَّهِ الرَّحْمَٰنِ الرَّحِيمِ BismillahirRahmânirRahiym
۞ يَا أَيُّهَا النَّاسُ أَنْتُمُ الْفُقَرَاءُ إِلَى اللَّهِ ۖ وَاللَّهُ هُوَ الْغَنِيُّ الْحَمِيدُ
15-) Ya eyyühen Nasu entümül fukarâu ilAllâh* vAllâhu “HU”vel Ğaniyyül Hamiyd;
15-) Ey insanlar! Siz Allâh`a (mutlak muhtaç) “yok”sullarsınız (Esmâ`sıyla varsınız)! Allâh ise Ğaniyy`dir, Hamiyd`dir.

إِنْ يَشَأْ يُذْهِبْكُمْ وَيَأْتِ بِخَلْقٍ جَدِيدٍ
16-) İn yeşe` yüzhibküm ve ye`ti Bi halkın cediyd;
16-) Eğer dilerse sizi ortadan kaldırır ve halk-ı cedîd olarak (Esmâ`sının yepyeni bir açığa çıkışıyla) gelir!

وَمَا ذَٰلِكَ عَلَى اللَّهِ بِعَزِيزٍ
17-) Ve ma zâlike alAllâhi Bi `aziyz;
17-) Bu, Aziyz (karşı konulmaz kuvve sahibi) Allâh`a (sorun) değildir.

وَلَا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ أُخْرَىٰ ۚ وَإِنْ تَدْعُ مُثْقَلَةٌ إِلَىٰ حِمْلِهَا لَا يُحْمَلْ مِنْهُ شَيْءٌ وَلَوْ كَانَ ذَا قُرْبَىٰ ۗ إِنَّمَا تُنْذِرُ الَّذِينَ يَخْشَوْنَ رَبَّهُمْ بِالْغَيْبِ وَأَقَامُوا الصَّلَاةَ ۚ وَمَنْ تَزَكَّىٰ فَإِنَّمَا يَتَزَكَّىٰ لِنَفْسِهِ ۚ وَإِلَى اللَّهِ الْمَصِيرُ
18-) Ve lâ teziru vaziretun vizre uhra* ve in ted`u müskaletün ila hımliha lâ yuhmel minhü şey`ün velev kâne zâ kurba* innema tünzirulleziyne yahşevne Rabbehüm Bil ğaybi ve ekamus Salâte, ve men tezekka feinnema yetezekka li nefsih* ve ilAllâhil mesıyr;
18-) Hiçbir suç yüklenmiş benlik, bir başkasının yükünü yüklenmez… Yükü ağır biri, onu (yükünü) taşımaya çağırsa bile, ondan bir şey yüklenilip taşınılmaz… Akraba dahi olsa! Sen ancak gaybları olarak Rablerinden haşyet duyan ve salâtı ikame edenleri uyarırsın… Kim arınıp temizlenirse ancak kendi nefsi için temizlenmiştir… Dönüş Allâh`adır.

وَمَا يَسْتَوِي الْأَعْمَىٰ وَالْبَصِيرُ
19-) Ve ma yesteviyl a`ma vel basıyr;
19-) Âmâ (kör) ile basîr (gören) bir olmaz.

وَلَا الظُّلُمَاتُ وَلَا النُّورُ
20-) Ve lez zulümatü ve len nûr;
20-) Karanlıklar (cehalet) ile Nûr da (ilim de)!

وَلَا الظِّلُّ وَلَا الْحَرُورُ
21-) Ve lezzıllu ve lel harur;
21-) Zıll (Esmâ kuvveleri gölgesi şuur) ile harur (yakan sıcak bedenler) de!

وَمَا يَسْتَوِي الْأَحْيَاءُ وَلَا الْأَمْوَاتُ ۚ إِنَّ اللَّهَ يُسْمِعُ مَنْ يَشَاءُ ۖ وَمَا أَنْتَ بِمُسْمِعٍ مَنْ فِي الْقُبُورِ
22-) Ve ma yesteviyl ahyâu ve lel emvat* innAllâhe yüsmi`u men yeşa`* ve ma ente Bi müsmi`ın men fiyl kubur;
22-) Diriler (hakikat ilmi) ile ölüler (kendini vefat edince yok olacak sanan bedenliler) de bir olmaz! Muhakkak ki Allâh dilediğine işittirir… Sen, kabirlerin içindeki (kozalarının – beyinlerinin içindeki dünyalarında yaşayıp kendini bununla kilitlemiş) kimselere işittirme işlevine sahip değilsin!

إِنْ أَنْتَ إِلَّا نَذِيرٌ
23-) İn ente illâ neziyr;
23-) Sen kesinlikle yalnızca uyarıcısın!

إِنَّا أَرْسَلْنَاكَ بِالْحَقِّ بَشِيرًا وَنَذِيرًا ۚ وَإِنْ مِنْ أُمَّةٍ إِلَّا خَلَا فِيهَا نَذِيرٌ
24-) İnna erselnake Bil Hakkı beşiyran ve neziyra* ve in min ümmetin illâ halâ fiyha neziyr;
24-) Muhakkak ki biz seni Hak olarak irsâl ettik, müjdeci ve uyarıcı! Hiçbir ümmet yoktur ki onun içinde bir uyarıcı gelip geçmiş olmasın.

وَإِنْ يُكَذِّبُوكَ فَقَدْ كَذَّبَ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ جَاءَتْهُمْ رُسُلُهُمْ بِالْبَيِّنَاتِ وَبِالزُّبُرِ وَبِالْكِتَابِ الْمُنِيرِ
25-) Ve in yükezzibuke fekad kezzebelleziyne min kablihim* caethüm Rusulühüm Bil beyyinati ve Bizzuburi ve Bil Kitabil müniyr;
25-) Eğer seni yalanlıyorlarsa, gerçekten onlardan öncekiler de yalanlanmıştı. Rasûlleri onlara apaçık deliller, zübur (hikmet bilgileri) ve aydınlatıcı bilgiler olarak gelmişti.

ثُمَّ أَخَذْتُ الَّذِينَ كَفَرُوا ۖ فَكَيْفَ كَانَ نَكِيرِ
26-) Sümme ehaztülleziyne keferu fekeyfe kâne nekiyr;
26-) Sonra o hakikat bilgisini inkâr edenleri yakaladım… Benim Nekiyr`im (beni inkâr sonucu cezam) nasıl oldu!

أَلَمْ تَرَ أَنَّ اللَّهَ أَنْزَلَ مِنَ السَّمَاءِ مَاءً فَأَخْرَجْنَا بِهِ ثَمَرَاتٍ مُخْتَلِفًا أَلْوَانُهَا ۚ وَمِنَ الْجِبَالِ جُدَدٌ بِيضٌ وَحُمْرٌ مُخْتَلِفٌ أَلْوَانُهَا وَغَرَابِيبُ سُودٌ
27-) Elem tera ennAllâhe enzele mines Semai maen, feahrecna Bihi semeratin muhtelifen elvanüha* ve minel cibali cüdedün biydun ve humrun muhtelifün elvanüha ve ğarâbiybü sud;
27-) Görmedin mi ki Allâh semâdan bir su (ilim) inzâl etti… Onunla renkleri muhtelif meyveler (düşünce sahipleri) çıkardık… Dağlardan (benlik sahipleri) da beyaz, renkleri muhtelif kırmızı ve simsiyah cüddeler (renkleri {anlamları – yaşam tarzları} farklı olan yollar var).

وَمِنَ النَّاسِ وَالدَّوَابِّ وَالْأَنْعَامِ مُخْتَلِفٌ أَلْوَانُهُ كَذَٰلِكَ ۗ إِنَّمَا يَخْشَى اللَّهَ مِنْ عِبَادِهِ الْعُلَمَاءُ ۗ إِنَّ اللَّهَ عَزِيزٌ غَفُورٌ
28-) Ve minenNasi veddevabbi vel` en`ami muhtelifün elvanühu kezâlik* innema yahşAllâhe min `ıbadiHİl `ulema`* innAllâhe `Aziyzün Ğafûr;
28-) İnsanlardan, dabbelerden (beden türleri – ırklar) ve en`amdan da (hayvansı özellikler) renkleri muhtelif olanlar var! Allâh`tan, kullarından ancak âlimler (“Allâh” ismiyle işaret olunanı fark edenler, Azametini bilenler) haşyet duyar! Muhakkak ki Allâh Aziyz`dir, Ğafûr`dur.

إِنَّ الَّذِينَ يَتْلُونَ كِتَابَ اللَّهِ وَأَقَامُوا الصَّلَاةَ وَأَنْفَقُوا مِمَّا رَزَقْنَاهُمْ سِرًّا وَعَلَانِيَةً يَرْجُونَ تِجَارَةً لَنْ تَبُورَ
29-) İnnelleziyne yetlune KitabAllâhi ve ekamus Salete ve enfeku mimma razaknahüm sirran va alaniyeten yercune ticaraten len tebur;
29-) Muhakkak ki Allâh`ın Kitabını “oku”yanlar, salâtı ikame edenler ve kendilerini beslediğimiz yaşam gıdalarından, gizli – açık, Allâh için karşılıksız bağışlayanlar, asla kaybetmeyecekleri yatırımı yaptıklarını umabilirler!

لِيُوَفِّيَهُمْ أُجُورَهُمْ وَيَزِيدَهُمْ مِنْ فَضْلِهِ ۚ إِنَّهُ غَفُورٌ شَكُورٌ
30-) Li yüveffiyehüm ücurehüm ve yeziydehüm min fadliHİ, inneHU Ğafûrun Şekûr;
30-) Onlara hak ettikleri karşılığı tam verir ve fazlından da artırır… Muhakkak ki O, Ğafûr`dur, Şekûr`dur.

وَالَّذِي أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ مِنَ الْكِتَابِ هُوَ الْحَقُّ مُصَدِّقًا لِمَا بَيْنَ يَدَيْهِ ۗ إِنَّ اللَّهَ بِعِبَادِهِ لَخَبِيرٌ بَصِيرٌ
31-) Velleziy evhaynâ ileyke minel Kitabi “HU”vel hakku musaddikan lima beyne yedeyh* innAllâhe Bi `ıbadiHİ le Habiyrun Basıyr;
31-) Hakikat ve Sünnetullâh BİLGİSİ`nden (Kitaptan) sana vahyettiğimiz, kendinden öncekini tasdik eden olarak Hakk`ın ta kendisidir! Muhakkak ki Allâh, Esmâ`sıyla kullarının varlığında olarak Habiyr`dir, Basıyr`dir.

ثُمَّ أَوْرَثْنَا الْكِتَابَ الَّذِينَ اصْطَفَيْنَا مِنْ عِبَادِنَا ۖ فَمِنْهُمْ ظَالِمٌ لِنَفْسِهِ وَمِنْهُمْ مُقْتَصِدٌ وَمِنْهُمْ سَابِقٌ بِالْخَيْرَاتِ بِإِذْنِ اللَّهِ ۚ ذَٰلِكَ هُوَ الْفَضْلُ الْكَبِيرُ
32-) Sümme evresnel Kitabelleziynastafeyna min `ıbadiNA* feminhüm zâlimün linefsih* ve minhüm muktesıd*ve minhüm sabikun Bil hayrati Biiznillâh* zâlike “HU”vel fadlül kebiyr;
32-) Sonra kullarımızdan süzüp seçtiklerimizi Hakikat ve Sünnetullâh bilgisine vâris kıldık! Onlardan kimi nefsine zulmedicidir (hakikat bilgisinin hakkını vererek yaşayamaz)… Onlardan kimi muktesiddir (arada, kâh hakikatini hisseder kâh bedenselliğe düşer)… Onlardan kimi de Bi-iznillâh (Esmâ açığa çıkışının elvermesiyle) hayırlar – yaşantıları ile öne geçendir… İşte bu büyük lütuf, üstünlüktür! Not: Bu âyeti açıklayan bir hadis-i şerif: Ebud Derda r.a. dedi ki, Hz.Rasûlullâh`ı şu âyeti (yani bu 32. âyeti) okurken işittim de şöyle buyurdu: “Hayratlar ile öne geçene gelince, o hesap görmeden cennete girer… Muktesid (arada olan) ise kolay bir hesapla hesaba çekilir… Amma nefsine zulmedene gelince, kendisine hemm (hüzün – üzüntü) dokununcaya kadar bir makamda oturur, sonra cennete dâhil olur”… Sonra şu âyeti okudu: “Hamd, hazanı (üzülmeyi) bizden gideren (tüm kuvvelerin sahibi) Allâh`a aittir… Muhakkak ki Rabbimiz, Ğafûr`dur, Şekûr`dur. {34. âyet}” (Müsned-i A.Hanbel)

جَنَّاتُ عَدْنٍ يَدْخُلُونَهَا يُحَلَّوْنَ فِيهَا مِنْ أَسَاوِرَ مِنْ ذَهَبٍ وَلُؤْلُؤًا ۖ وَلِبَاسُهُمْ فِيهَا حَرِيرٌ
33-) Cennatu `Adnin yedhuluneha yuhallevne fiyha min esavira min zehebin ve lü`lüa* ve libasühüm fiyha hariyr;
33-) Adn (Esmâ kuvveleriyle tahakkuk ederek yaşam) cennetleri ki, oraya girerler… Orada altından bilezikler ve inci ile süslenirler… Orada onların elbiseleri ipektir.
وَقَالُوا الْحَمْدُ لِلَّهِ الَّذِي أَذْهَبَ عَنَّا الْحَزَنَ ۖ إِنَّ رَبَّنَا لَغَفُورٌ شَكُورٌ
34-) Ve kalül Hamdu Lillâhilleziy ezhebe `annelhazen* inne Rabbenâ le Ğafûrun Şekûr;
34-) (Adn cenneti yaşamına girenler) dediler ki: “Hamd, üzülmeyi bizden gideren Allâh`a aittir… Muhakkak ki Rabbimiz, Ğafûr`dur, Şekûr`dur.”

الَّذِي أَحَلَّنَا دَارَ الْمُقَامَةِ مِنْ فَضْلِهِ لَا يَمَسُّنَا فِيهَا نَصَبٌ وَلَا يَمَسُّنَا فِيهَا لُغُوبٌ
35-) Elleziy ehallenâ dârel mukameti min fadliHI, lâ yemessünâ fiyhâ nesabün ve lâ yemessünâ fiyhâ luğûb;
35-) Ki O, bizi fazlından Dâr-ül Mukame`ye (cennet yaşamını yaşatacak özellikli yapıya) yerleştirdi… Onda ne bir yorgunluk dokunur bize, ne de bir usanç.

وَالَّذِينَ كَفَرُوا لَهُمْ نَارُ جَهَنَّمَ لَا يُقْضَىٰ عَلَيْهِمْ فَيَمُوتُوا وَلَا يُخَفَّفُ عَنْهُمْ مِنْ عَذَابِهَا ۚ كَذَٰلِكَ نَجْزِي كُلَّ كَفُورٍ
36-) Velleziyne keferu lehüm naru cehennem* lâ yukda aleyhim feyemutu ve lâ yuhaffefü anhüm min azâbiha* kezâlike necziy külle kefur;
36-) Hakikat bilgisini inkâr edenlere gelince, onlar için cehennemî yanış vardır… Ne onlara ölümle hükmedilir ki ölsünler ve ne de azaplarından hafifletilir… Her (hakikat bilgisine karşı) nankörlük edeni böylece cezalandırırız.

وَهُمْ يَصْطَرِخُونَ فِيهَا رَبَّنَا أَخْرِجْنَا نَعْمَلْ صَالِحًا غَيْرَ الَّذِي كُنَّا نَعْمَلُ ۚ أَوَلَمْ نُعَمِّرْكُمْ مَا يَتَذَكَّرُ فِيهِ مَنْ تَذَكَّرَ وَجَاءَكُمُ النَّذِيرُ ۖ فَذُوقُوا فَمَا لِلظَّالِمِينَ مِنْ نَصِيرٍ
37-) Ve hüm yastarihune fiyha* Rabbena ahricna na`mel salihan ğayralleziy künna na`mel* evelem nu`ammirküm ma yetezekkeru fiyhi men tezekkere ve caekümün neziyr* fezûku fema liz zâlimiyne min nasıyr;
37-) Onlar orada (cehennemde) feryat ederler: “Rabbimiz! Bizi (bu şartlarımızdan) çıkar ki önceden yaptıklarımızdan farklı olarak esas yapılması gerekli olanları yapalım”… (Cevap verilir:) “Sizi, düşünme kapasitesi olan birinin, düşünebileceği kadar bir ömürle yaşatmadık mı? Size uyarıcı da geldi! O hâlde şimdi tadın (kendinize hazırladığınızı)! Zâlimler için bir yardımcı yoktur.”

إِنَّ اللَّهَ عَالِمُ غَيْبِ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ ۚ إِنَّهُ عَلِيمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ
38-) İnnAllâhe `Alimu ğaybis Semavati vel Ard* inneHU `Aliymun Bi zatis sudur;
38-) Muhakkak ki Allâh semâların (Esmâ hakikatinden gelen beyindeki kapasitenin) ve arzın (beyindekilerin) gaybını bilendir… Şüphesiz ki O, sadırların (derûnlarınızın) zâtı (hakikati) olarak Aliym`dir.

هُوَ الَّذِي جَعَلَكُمْ خَلَائِفَ فِي الْأَرْضِ ۚ فَمَنْ كَفَرَ فَعَلَيْهِ كُفْرُهُ ۖ وَلَا يَزِيدُ الْكَافِرِينَ كُفْرُهُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْ إِلَّا مَقْتًا ۖ وَلَا يَزِيدُ الْكَافِرِينَ كُفْرُهُمْ إِلَّا خَسَارًا
39-) “HU”velleziy ce`aleküm halâife fiyl Ard* femen kefere fealeyhi küfruh* ve lâ yeziydül kafiriyne küfruhüm `ınde Rabbihim illâ maktâ* ve lâ yeziydül kafiriyne küfruhüm illâ hasârâ;
39-) “HÛ” ki sizi arzda halifeler olarak meydana getiren (hilâfet özelliği; meydana getirilmiştir, yaratılmamıştır. Bu ince ve derin düşünülmesi gereken bir konudur. A.H.)… Kim nankörlük eder (birimsel, bedensel zevkler ve kabuller uğruna halifeliğini örter) ise, onun (hakikatini) inkârı kendi aleyhinedir! Hakikat bilgisini inkâr edenlere bu inkârları Rableri indînde şiddetli gazap yaşatmaktan başka bir şey artırmaz! Hakikat bilgisini inkâr edenlere inkârları hüsrandan başka bir şey eklemez

قُلْ أَرَأَيْتُمْ شُرَكَاءَكُمُ الَّذِينَ تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللَّهِ أَرُونِي مَاذَا خَلَقُوا مِنَ الْأَرْضِ أَمْ لَهُمْ شِرْكٌ فِي السَّمَاوَاتِ أَمْ آتَيْنَاهُمْ كِتَابًا فَهُمْ عَلَىٰ بَيِّنَتٍ مِنْهُ ۚ بَلْ إِنْ يَعِدُ الظَّالِمُونَ بَعْضُهُمْ بَعْضًا إِلَّا غُرُورًا
40-) Kul eraeytüm şürekâekümülleziyne ted`une min dunillâh* eruniy mazâ haleku minel Ardı em lehüm şirkün fiys Semavat* em ateynahüm Kitaben fehüm alâ beyyinetin minh* bel in ye`ıdüz zâlimune ba`duhüm ba`dan illâ ğurura;
40-) De ki: “Allâh dûnunda tapındığınız ortaklarınızı – dostlarınızı gördünüz mü? Gösterin bana, arzdan ne yarattılar (bedeninizde ne tasarrufları oldu)?”… Yoksa onların semâlarda bir ortaklığı mı var (bilinç dünyanıza farklı bir kendini bilme hâli mi oluşturdular siz kendinizi beden kabullenirken)? Yoksa kendilerine hakikat bilgisi (kitap) verdik de onlar ondan bir açık delil üzere midirler? Bilakis, zâlimler birbirlerine aldanıştan başka bir şey vadetmezler.

۞ إِنَّ اللَّهَ يُمْسِكُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ أَنْ تَزُولَا ۚ وَلَئِنْ زَالَتَا إِنْ أَمْسَكَهُمَا مِنْ أَحَدٍ مِنْ بَعْدِهِ ۚ إِنَّهُ كَانَ حَلِيمًا غَفُورًا
41-) İnnAllâhe yümsiküs Semavati vel Arda en tezula* ve lein zaleta in emsekehüma min ehadin min ba`diHİ, inneHU kâne Haliymen Ğafûra;
41-) Muhakkak ki Allâh, semâları ve arzı, işlevlerini yitirmemeleri için ayakta tutuyor! Andolsun ki eğer işlevlerini yitirseler O`ndan sonra hiç kimse onları ayakta tutamaz… Muhakkak ki O, Haliym`dir, Ğafûr`dur.

وَأَقْسَمُوا بِاللَّهِ جَهْدَ أَيْمَانِهِمْ لَئِنْ جَاءَهُمْ نَذِيرٌ لَيَكُونُنَّ أَهْدَىٰ مِنْ إِحْدَى الْأُمَمِ ۖ فَلَمَّا جَاءَهُمْ نَذِيرٌ مَا زَادَهُمْ إِلَّا نُفُورًا
42-) Ve aksemu Billâhi cehde eymanihim lein caehüm neziyrun leyekûnunne ehda min ıhdel ümem* felemma caehüm neziyrun ma zadehüm illâ nüfura;
42-) Var güçleriyle (“Billâhi” diye) Allâh`a yemin ettiler ki, eğer onlara uyarıcı gelir ise, mutlaka (geçmiş ve gelecek diğer) ümmetlerin (herhangi) birinden daha çok hidâyette olacaklardı… Kendilerine bir uyarıcı geldiğindeyse, (bu) onlarda nefretten başka bir şey artırmadı!

اسْتِكْبَارًا فِي الْأَرْضِ وَمَكْرَ السَّيِّئِ ۚ وَلَا يَحِيقُ الْمَكْرُ السَّيِّئُ إِلَّا بِأَهْلِهِ ۚ فَهَلْ يَنْظُرُونَ إِلَّا سُنَّتَ الْأَوَّلِينَ ۚ فَلَنْ تَجِدَ لِسُنَّتِ اللَّهِ تَبْدِيلًا ۖ وَلَنْ تَجِدَ لِسُنَّتِ اللَّهِ تَحْوِيلًا
43-) İstikbaren fiyl Ardı ve mekres seyyi`* ve lâ yehıykulmekrusseyyiü illâ Bi ehlih* fehel yenzurune illâ sünnetel evveliyn* felen tecide lisünnetillahi tebdiyla* ve len tecide lisünnetillahi tahviyla
43-) Arzda kibirlenerek (benlikle) ve kötülüğün mekrini (hilelerini) kurarak (uzaklaştılar)… Kötülüğün mekri ise sadece oluşturanları kuşatır! Acaba onlar, öncekilerin tâbi olduğu sünnetten (Allâh sistem ve düzeninden) başkasını mı bekliyorlar? Sünnetullâh için bir alternatif asla bulamazsın! Sünnetullâh`ta bir değişme asla bulamazsın!

أَوَلَمْ يَسِيرُوا فِي الْأَرْضِ فَيَنْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ وَكَانُوا أَشَدَّ مِنْهُمْ قُوَّةً ۚ وَمَا كَانَ اللَّهُ لِيُعْجِزَهُ مِنْ شَيْءٍ فِي السَّمَاوَاتِ وَلَا فِي الْأَرْضِ ۚ إِنَّهُ كَانَ عَلِيمًا قَدِيرًا
44-) Evelem yesiyru fiyl Ardı feyenzuru keyfe kâne akıbetülleziyne min kablihim ve kânu eşedde minhüm kuvveten, ve ma kânAllâhu li yu`cizehu min şey`in fiys Semavati ve lâ fiyl Ard* inneHU kâne `Aliymen Kadiyra;
44-) Arzda gezip dolaşmadılar mı ki, kendilerinden öncekilerin sonu nasıl oldu basîretle görsünler? Onlar (öncekiler) kuvvet itibarıyla bunlardan daha şiddetli idiler… Ne semâlarda ve ne de arzda hiçbir şey Allâh`ı etkisiz bırakacak değildir! Muhakkak ki O, Aliym`dir, Kaadir`dir.

وَلَوْ يُؤَاخِذُ اللَّهُ النَّاسَ بِمَا كَسَبُوا مَا تَرَكَ عَلَىٰ ظَهْرِهَا مِنْ دَابَّةٍ وَلَٰكِنْ يُؤَخِّرُهُمْ إِلَىٰ أَجَلٍ مُسَمًّى ۖ فَإِذَا جَاءَ أَجَلُهُمْ فَإِنَّ اللَّهَ كَانَ بِعِبَادِهِ بَصِيرًا
45-) Velev yuahızullahunNase Bima kesebu ma tereke alâ zahriha min dabbetin ve lâkin yuahhıruhüm ila ecelin müsemma* feizâ cae ecelühüm feinnAllâhe kâne Bi `ıbadiHİ Basıyra;
45-) Eğer Allâh, insanlara, yaptıklarının getirisini anında yaşatmayı dileseydi yeryüzünde hiçbir DABBE (insan bedenini sağ) bırakmazdı! Ne var ki onları (bedenli yaşamlarını) takdir edilmiş bir ömrün sonuna kadar tehir ediyor. Onların ecelleri geldiğinde (dünyada işleri biter)! Muhakkak ki Allâh Esmâ`sıyla kullarının varlığında olarak Basıyr`dir.

36- YÂSİYN SÛRESİ يس Aynı anda dinleyip takip edebilirsinizTIKLA
سْمِ اللَّهِ الرَّحْمَٰنِ الرَّحِيمِ
BismillahirRahmânirRahiym
يس
1-) Yaa, Siiiiyn;
1-) Yâ Siiin (Ey Muhammed)!

وَالْقُرْآنِ الْحَكِيمِ
2-) VelKur`ânilHakiym;
2-) Ve Kur`ân-ı Hakiym (ve bildirdiği Hikmet dolu Kur`ân)!

إِنَّكَ لَمِنَ الْمُرْسَلِينَ
3-) İnneke leminelmurseliyn;
3-) Kesinlikle sen Rasûllerdensin.

عَلَىٰ صِرَاطٍ مُسْتَقِيمٍ
4-) `Alâ sıratın müstekıym;
4-) Sırat-ı müstakim üzeresin.

تَنْزِيلَ الْعَزِيزِ الرَّحِيمِ
5-) Tenziylel AziyzirRahıym;
5-) Aziyz ve Rahıym`in sende tafsilâtlı olarak açığa çıkardığı ilim ile!

لِتُنْذِرَ قَوْمًا مَا أُنْذِرَ آبَاؤُهُمْ فَهُمْ غَافِلُونَ
6-) Litünzire kavmen mâ ünzire abâühüm fehüm ğafilûn;
6-) Ataları uyarılmamış, bu yüzden (hakikatlerinden, Sünnetullâh`tan) kozalı olarak yaşayan bir toplumu uyarman için.

لَقَدْ حَقَّ الْقَوْلُ عَلَىٰ أَكْثَرِهِمْ فَهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ
7-) Lekad hakkalkavlü alâ ekserihim fehüm lâ yu`minun;
7-) Andolsun ki onların çoğunluğuna o söz (Cehennem, insanların ve cinlerin çoğuyla dolacaktır; sözü) Hak olmuştur! Bu sebeple onlar iman etmezler!

إِنَّا جَعَلْنَا فِي أَعْنَاقِهِمْ أَغْلَالًا فَهِيَ إِلَى الْأَذْقَانِ فَهُمْ مُقْمَحُونَ
8- ) İnna ce`alnâ fiy a`nakıhim ağlâlen fehiye ilel`ezkani fehüm mukmehun;
8- ) Muhakkak ki biz onların boyunlarında, çenelerine kadar dayanmış boyunduruklar (şartlanma ve değer yargıları) oluşturduk! Artık (onlar kendi hakikatlerini göremezler) başları yukarı doğru kalkıktır (benlikleriyle yaşarlar)!

وَجَعَلْنَا مِنْ بَيْنِ أَيْدِيهِمْ سَدًّا وَمِنْ خَلْفِهِمْ سَدًّا فَأَغْشَيْنَاهُمْ فَهُمْ لَا يُبْصِرُونَ
9-) Ve ce`alna min beyni eydiyhim sedden ve min halfihim sedden feağşeynahüm fehüm lâ yubsırun;
9-) Onların önlerinden bir set (geleceği göremezler) ve arkalarından bir set (geçmişlerinden ders almazlar) oluşturduk da böylece onları bürüdük… Artık onlar görmezler.

وَسَوَاءٌ عَلَيْهِمْ أَأَنْذَرْتَهُمْ أَمْ لَمْ تُنْذِرْهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ
10-) Ve sevaün aleyhim eenzertehüm em lem tünzirhüm lâ yu`minun;
10-) Onları uyarsan da uyarmasan da birdir; iman etmezler!

إِنَّمَا تُنْذِرُ مَنِ اتَّبَعَ الذِّكْرَ وَخَشِيَ الرَّحْمَٰنَ بِالْغَيْبِ ۖ فَبَشِّرْهُ بِمَغْفِرَةٍ وَأَجْرٍ كَرِيمٍ
11-) İnnema tünziru menittebe`azZikre ve haşiyer Rahmâne Bilğayb* febeşşirhu Bimağfiretin ve ecrin keriym;
11-) Sen ancak Zikre (hatırlatılan hakikate) tâbi olan ve gaybı olarak Rahmân`dan haşyet duyanı uyarırsın. Onu bir mağfiret ve kerîm bir bedel ile müjdele!

إِنَّا نَحْنُ نُحْيِي الْمَوْتَىٰ وَنَكْتُبُ مَا قَدَّمُوا وَآثَارَهُمْ ۚ وَكُلَّ شَيْءٍ أَحْصَيْنَاهُ فِي إِمَامٍ مُبِينٍ
12-) İnna nahnu nuhyilmevta ve nektübü ma kaddemu ve asârehüm* ve külle şey`in ahsaynâhu fiy imamin mubiyn;
12-) Kesinlikle biz, evet yalnız biz ölüleri diriltiriz! Onların yaptıklarını ve meydana getirdikleri eserleri yazarız! Biz her şeyi İmam-ı Mubiyn`de (beyinlerinde ve ruhlarında) ihsa ettik (tüm özellikleriyle kaydettik)!

وَاضْرِبْ لَهُمْ مَثَلًا أَصْحَابَ الْقَرْيَةِ إِذْ جَاءَهَا الْمُرْسَلُونَ
13-) Vadrib lehüm meselen ashabel karyeti, izcaehel murselun;
13-) Onlara o şehir halkını örnek ver… Hani oraya Rasûller gelmişti.

إِذْ أَرْسَلْنَا إِلَيْهِمُ اثْنَيْنِ فَكَذَّبُوهُمَا فَعَزَّزْنَا بِثَالِثٍ فَقَالُوا إِنَّا إِلَيْكُمْ مُرْسَلُونَ
14-) İz erselna ileyhimüsneyni fekezzebuhüma fe`azzezna Bisâlisin fekalû inna ileyküm murselun;
14-) Hani onlara iki (Rasûl) irsâl ettik de o ikisini de yalanladılar… Bunun üzerine bir üçüncüsü ile güçlendirdik de: “Doğrusu biz size irsâl olunanlarız” dediler.

قَالُوا مَا أَنْتُمْ إِلَّا بَشَرٌ مِثْلُنَا وَمَا أَنْزَلَ الرَّحْمَٰنُ مِنْ شَيْءٍ إِنْ أَنْتُمْ إِلَّا تَكْذِبُونَ
15-) Kalu mâ entüm illâ beşerun mislüna ve mâ enzelerRahmânu min şey`in in entüm illâ tekzibun;
15-) Dediler ki: “Siz bizim gibi bir beşerden başka bir şey değilsiniz… Rahmân da hiçbir şey inzâl etmedi… Siz ancak yalan söylüyorsunuz.”

قَالُوا رَبُّنَا يَعْلَمُ إِنَّا إِلَيْكُمْ لَمُرْسَلُونَ
16-) Kalu Rabbüna ya`lemu inna ileyküm lemurselun;
16-) (Rasûller) dediler ki: “Rabbimiz biliyor ki, gerçekten biz size irsâl olunanlarız.”

وَمَا عَلَيْنَا إِلَّا الْبَلَاغُ الْمُبِينُ
17-) Ve ma aleyna illelbelağul mubiyn;
17-) “Bize ait olan sadece apaçık tebliğdir.”

قَالُوا إِنَّا تَطَيَّرْنَا بِكُمْ ۖ لَئِنْ لَمْ تَنْتَهُوا لَنَرْجُمَنَّكُمْ وَلَيَمَسَّنَّكُمْ مِنَّا عَذَابٌ أَلِيمٌ
18-) Kalû inna tetayyerna Biküm lein lem tentehu lenercümenneküm ve leyemessenneküm minna azâbün eliym;
18-) Dediler ki: “Kuşkusuz sizde uğursuzluk olduğunu düşünüyoruz… Andolsun ki, eğer vazgeçmezseniz, kesinlikle sizi taşlayarak öldüreceğiz ve elbette size bizden feci bir azap dokunacaktır.”

قَالُوا طَائِرُكُمْ مَعَكُمْ ۚ أَئِنْ ذُكِّرْتُمْ ۚ بَلْ أَنْتُمْ قَوْمٌ مُسْرِفُونَ
19-) Kalu tairuküm me`aküm* ein zükkirtüm bel entüm kavmün müsrifun;
19-) Dediler ki: “Sizin uğursuzluğunuz sizinledir… Eğer (hakikatinizle) hatırlatılıyorsanız bu mu (uğursuzluk)? Hayır, siz israf eden bir toplumsunuz.”

وَجَاءَ مِنْ أَقْصَى الْمَدِينَةِ رَجُلٌ يَسْعَىٰ قَالَ يَا قَوْمِ اتَّبِعُوا الْمُرْسَلِينَ
20-) Ve cae min aksalmediyneti racülün yes`a, kale ya kavmit tebi`ul murseliyn;
20-) Şehrin uzak tarafından koşarak bir adam geldi: “Ey halkım, Rasûllere tâbi olun” dedi.

اتَّبِعُوا مَنْ لَا يَسْأَلُكُمْ أَجْرًا وَهُمْ مُهْتَدُونَ
21-) İttebi`û men lâ yes`elüküm ecren vehüm mühtedun;
21-) “Sizden bir karşılık istemeyen; kendileri hakikat üzere olanlara tâbi olun!”

وَمَا لِيَ لَا أَعْبُدُ الَّذِي فَطَرَنِي وَإِلَيْهِ تُرْجَعُونَ
22-) Ve maliye lâ a`budülleziy fetareniy ve ileyHİ turce`ûn;
22-) “Beni (böylece) fıtratlandırana nasıl kulluk etmem? O`na rücu ettirileceksiniz.”

أَأَتَّخِذُ مِنْ دُونِهِ آلِهَةً إِنْ يُرِدْنِ الرَّحْمَٰنُ بِضُرٍّ لَا تُغْنِ عَنِّي شَفَاعَتُهُمْ شَيْئًا وَلَا يُنْقِذُونِ
23-) Eettehızü min dûniHİ aliheten in yüridnir Rahmânü Bidurrin lâ tuğni `anniy şefa`atühüm şey`en ve lâ yunkızûn;
23-) “O`nun dûnunda tanrılar mı edineyim! Eğer Rahmân bir zarar açığa çıkarmayı irade ederse, onların şefaati bana ne yarar sağlar ne de bir şeyden korur… “

إِنِّي إِذًا لَفِي ضَلَالٍ مُبِينٍ
24-) İnniy izen lefiy dalâlin mubiyn;
24-) “O takdirde muhakkak ki ben apaçık bir dalâlet içinde olurum!”

إِنِّي آمَنْتُ بِرَبِّكُمْ فَاسْمَعُونِ
25-) İnniy amentü BiRabbiküm fesme`ûn;
25-) “Gerçekten ben sizde de açığa çıkan Rabbe iman ettim; beni dinleyin!”


قِيلَ ادْخُلِ الْجَنَّةَ ۖ قَالَ يَا لَيْتَ قَوْمِي يَعْلَمُونَ

26-) Kıyledhulil cennete, kale ya leyte kavmiy ya`lemun;
26-) (Ona): “Cennete dâhil ol!” denildi… Dedi ki: “Halkım hâlimi bileydi!”

1 Comment

  • Kur’an’ın Türkçe okunuşu biraz bariz bir renkte olsa daha yerinde olur sanırım.
    Bir de şu önceki sayfa ve sonra sayfalara geçiş hem üste ve de alt sahidede olsa iyi olur tekra sahife çevirmek için üste çıkmaz zorunda kalmıyalım derim.Teşekkürler.

Hayri için bir cevap yazın Cevabı iptal et

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir