17. CÜZ 2. HİZİP


21-) ENBİYÂ SÛRESİ الأنبياء Aynı anda dinleyip takip edebilirsinizTIKLA
سْمِ اللَّهِ الرَّحْمَٰنِ الرَّحِيمِ BismillahirRahmânirRahiym
وَلَقَدْ آتَيْنَا إِبْرَاهِيمَ رُشْدَهُ مِنْ قَبْلُ وَكُنَّا بِهِ عَالِمِينَ
51-) Ve lekad ateyna İbrahiyme rüşdehu min kablü ve künna Bihi `Alimiyn;
51-) Andolsun ki biz İbrahim`e daha önceden rüşdünü (olgunluk düşüncesi – hanîflik) verdik… Biz Onu bilirdik.
إِذْ قَالَ لِأَبِيهِ وَقَوْمِهِ مَا هَٰذِهِ التَّمَاثِيلُ الَّتِي أَنْتُمْ لَهَا عَاكِفُونَ
52-) İz kale liebiyhi ve kavmihi ma hazihit temasiylülletiy entüm leha `akifun;
52-) Hani (İbrahim) babasına ve halkına demişti ki: “Kendilerine tapındığınız bu heykeller de nedir?”
قَالُوا وَجَدْنَا آبَاءَنَا لَهَا عَابِدِينَ
53-) Kalu vecedna abaena leha `abidiyn;
53-) Dediler ki: “Atalarımızı bunlara tapanlar olarak gördük (biz de onları taklit ediyoruz işte).”
قَالَ لَقَدْ كُنْتُمْ أَنْتُمْ وَآبَاؤُكُمْ فِي ضَلَالٍ مُبِينٍ
54-) Kale lekad küntüm entüm ve abaüküm fiy dalalin mubiyn;
54-) (İbrahim) dedi ki: “Yemin ederim ki, sizin de atalarınızın da sapık bir düşüncede olduğu apaçık ortada!”
قَالُوا أَجِئْتَنَا بِالْحَقِّ أَمْ أَنْتَ مِنَ اللَّاعِبِينَ
55-) Kalu eci`tena Bil Hakkı em ente minel lâ`ıbiyn;
55-) Dediler ki: “Sen bize Hak olarak mı geldin yoksa sen oyun oynayanlardan mısın?”
قَالَ بَلْ رَبُّكُمْ رَبُّ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ الَّذِي فَطَرَهُنَّ وَأَنَا عَلَىٰ ذَٰلِكُمْ مِنَ الشَّاهِدِينَ
56-) Kale bel Rabbuküm Rabbüs Semavati vel Ardılleziy fetarehünne, ve ene alâ zâliküm mineş şahidiyn;
56-) (İbrahim) dedi ki: “Hayır (oyun değil bu)! Rabbiniz, semâların ve arzın Rabbidir ki, onları belli bir işlev ve sistemle yaratmıştır! Ben buna şahitlerdenim.”
وَتَاللَّهِ لَأَكِيدَنَّ أَصْنَامَكُمْ بَعْدَ أَنْ تُوَلُّوا مُدْبِرِينَ
57-) Ve tAllâhi le ekiydenne asnameküm ba`de en tüvellu müdbiriyn;
57-) “TAllâhi, arkanızı dönüp gittikten sonra, sizin putlarınıza mutlaka bir tuzak kuracağım.”
فَجَعَلَهُمْ جُذَاذًا إِلَّا كَبِيرًا لَهُمْ لَعَلَّهُمْ إِلَيْهِ يَرْجِعُونَ
58-) Fece`alehüm cüzâzen illâ kebiyren lehüm leallehüm ileyhi yerci`un;
58-) (Nihayet İbrahim) belki ona gidip sorarlar diye, en büyükleri dışında putları paramparça etti.
قَالُوا مَنْ فَعَلَ هَٰذَا بِآلِهَتِنَا إِنَّهُ لَمِنَ الظَّالِمِينَ
59-) Kalu men feale hazâ Bi alihetina innehu le minez zâlimiyn;
59-) Dediler ki: “Bunu tanrılarımıza kim yaptı ise, muhakkak ki o zâlimlerdendir.”
قَالُوا سَمِعْنَا فَتًى يَذْكُرُهُمْ يُقَالُ لَهُ إِبْرَاهِيمُ
60-) Kalu semi`na feten yezküruhüm yukalu lehu İbrahiym;
60-) Dediler ki: “Bunlar hakkında konuşan (geçersiz olduklarından söz eden) İbrahim diye bir genç işitmiştik.”
قَالُوا فَأْتُوا بِهِ عَلَىٰ أَعْيُنِ النَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَشْهَدُونَ
61-) Kalu fe`tu Bihi alâ a`yüninNasi leallehüm yeşhedun;
61-) Dediler ki: “Onu tutuklayıp halkın gözleri önüne getirin ki, herkes olaya şahit olsun.”
قَالُوا أَأَنْتَ فَعَلْتَ هَٰذَا بِآلِهَتِنَا يَا إِبْرَاهِيمُ
62-) Kalu eente fealte hazâ Bi alihetina ya İbrahiym;
62-) Dediler ki: “Tanrılarımıza (heykellere – putlara) bunu sen mi yaptın, ey İbrahim?”
قَالَ بَلْ فَعَلَهُ كَبِيرُهُمْ هَٰذَا فَاسْأَلُوهُمْ إِنْ كَانُوا يَنْطِقُونَ
63-) Kale bel fealehu, kebiyruhüm hazâ fes`eluhüm in kânu yentıkun;
63-) (İbrahim) dedi ki: “Hayır! Onların şu büyükleri yapmıştır onu! Onlara (putlara) sorun, eğer konuşabiliyorlarsa!”
فَرَجَعُوا إِلَىٰ أَنْفُسِهِمْ فَقَالُوا إِنَّكُمْ أَنْتُمُ الظَّالِمُونَ
64-) Ferace`û ila enfüsihim fekalu inneküm entümüzzâlimun;
64-) Şöyle bir düşündükten sonra: “Muhakkak ki siz, evet siz zâlimlersiniz” dediler (birbirlerine).
ثُمَّ نُكِسُوا عَلَىٰ رُءُوسِهِمْ لَقَدْ عَلِمْتَ مَا هَٰؤُلَاءِ يَنْطِقُونَ
65-) Sümme nükisu alâ ruusihim* lekad alimte ma haülai yentıkun;
65-) Sonra gene kafaları alt üst olup eski fikirlerinde ısrarla: “Sen gerçekten bilirsin ki, bunlar konuşmazlar!” (dediler).
قَالَ أَفَتَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللَّهِ مَا لَا يَنْفَعُكُمْ شَيْئًا وَلَا يَضُرُّكُمْ
66-) Kale efeta`budune min dûnillâhi ma lâ yenfeuküm şey`en ve lâ yedurruküm;

66-) (İbrahim) dedi ki: “Allâh dûnunda size hiçbir yarar ya da zarar da veremeyen şeylere mi tapınıyorsunuz?”
أُفٍّ لَكُمْ وَلِمَا تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللَّهِ ۖ أَفَلَا تَعْقِلُونَ
67-) Üffin leküm ve lima ta`budune min dunillâh* efela ta`kılun;

67-) “Yazık size! Allâh dûnunda taptıklarınıza! Aklınızı kullanamıyor musunuz?”
قَالُوا حَرِّقُوهُ وَانْصُرُوا آلِهَتَكُمْ إِنْ كُنْتُمْ فَاعِلِينَ
68-) Kalu harrikuhu vensuru aliheteküm in küntüm fa`ıliyn;

68-) Dediler ki: “Onu (İbrahim`i) yakarak tanrılarınıza destek verin… Eğer elinizden bir şey gelirse (bunu yapın).”
قُلْنَا يَا نَارُ كُونِي بَرْدًا وَسَلَامًا عَلَىٰ إِبْرَاهِيمَ
69-) Kulna ya naru kûniy berden ve selâmen alâ İbrahiym;

69-) Dedik: “Ey Ateş… İbrahim`e serin ve selâm (selâmet) ol!”
وَأَرَادُوا بِهِ كَيْدًا فَجَعَلْنَاهُمُ الْأَخْسَرِينَ
70-) Ve eradu Bihi keyden fecealnahümül ahseriyn;

70-) Ona bir tuzak kurmak istediler; onların yaptığını geçersiz kıldık!
وَنَجَّيْنَاهُ وَلُوطًا إِلَى الْأَرْضِ الَّتِي بَارَكْنَا فِيهَا لِلْعَالَمِينَ
71-) Ve necceynahu ve Lutan ilel Ardılletiy barekna fiyha lil alemiyn;

71-) Biz Onu (İbrahim`i) da Lût`u da, insanlar için bereketlendirdiğimiz o bölgeye eriştirip, kurtardık.
وَوَهَبْنَا لَهُ إِسْحَاقَ وَيَعْقُوبَ نَافِلَةً ۖ وَكُلًّا جَعَلْنَا صَالِحِينَ
72-) Ve vehebna lehu İshak* ve Ya`kube nafileten, ve küllen ce`alna salihıyn;

72-) Biz Ona İshak`ı bağışladık, fazladan da Yakup`u verdik… Hepsini sâlihler kıldık.
وَجَعَلْنَاهُمْ أَئِمَّةً يَهْدُونَ بِأَمْرِنَا وَأَوْحَيْنَا إِلَيْهِمْ فِعْلَ الْخَيْرَاتِ وَإِقَامَ الصَّلَاةِ وَإِيتَاءَ الزَّكَاةِ ۖ وَكَانُوا لَنَا عَابِدِينَ
73-) Ve ce`alnahüm eimmeten yehdune Bi emriNA ve evhayna ileyhim fi`lel hayrati ve ikamas Salâti ve iytaez Zekâti, ve kânu lena abidiyn;

73-) Onları hükmümüzce hakikate erdiren önderler kıldık… Onlara hayırlı işler yapmayı, salâtı ikame etmeyi ve zekât vermeyi vahyettik… Kulluklarının farkındalığında idiler.
وَلُوطًا آتَيْنَاهُ حُكْمًا وَعِلْمًا وَنَجَّيْنَاهُ مِنَ الْقَرْيَةِ الَّتِي كَانَتْ تَعْمَلُ الْخَبَائِثَ ۗ إِنَّهُمْ كَانُوا قَوْمَ سَوْءٍ فَاسِقِينَ
74-) Ve Lutan ateynahu hukmen ve ılmen ve necceynahu minel karyetilletiy kânet ta`melül habais* innehüm kânu kavme sev`in fasikıyn;

74-) Lût`a (gelince), Ona bir hüküm ve bir ilim verdik… Onu çirkin şeylerleri işleyen o kentten kurtardık… Muhakkak ki onlar bozuk inançlı, kötü bir kavim idi.
وَأَدْخَلْنَاهُ فِي رَحْمَتِنَا ۖ إِنَّهُ مِنَ الصَّالِحِينَ
75-) Ve edhalnahu fiy rahmetiNA* innehu mines salihıyn;

75-) Onu rahmetimize kattık… Muhakkak ki O sâlihlerden idi.
وَنُوحًا إِذْ نَادَىٰ مِنْ قَبْلُ فَاسْتَجَبْنَا لَهُ فَنَجَّيْنَاهُ وَأَهْلَهُ مِنَ الْكَرْبِ الْعَظِيمِ
76-) Ve Nuhan iz nada min kablü festecebna lehu fenecceynahu ve ehlehu minel kerbil azıym;

76-) Nuh… Hani daha önce bize yönelmişti de, Ona icabet etmiş; (böylece) Onu ve ehlini o aziym sıkıntıdan kurtarmıştık.
وَنَصَرْنَاهُ مِنَ الْقَوْمِ الَّذِينَ كَذَّبُوا بِآيَاتِنَا ۚ إِنَّهُمْ كَانُوا قَوْمَ سَوْءٍ فَأَغْرَقْنَاهُمْ أَجْمَعِينَ
77-) Ve nesarnahu minel kavmilleziyne kezzebu Bi âyâtiNA* innehüm kânu kavme sev`in fe ağraknahüm ecme`ıyn;

77-) Ona, kendilerindeki işaretlerimizi yalanlayan halka (karşı) yardım etmiştik… Muhakkak ki onlar kötü bir topluluk idi… Biz de onların hepsini birden suda boğduk.
وَدَاوُودَ وَسُلَيْمَانَ إِذْ يَحْكُمَانِ فِي الْحَرْثِ إِذْ نَفَشَتْ فِيهِ غَنَمُ الْقَوْمِ وَكُنَّا لِحُكْمِهِمْ شَاهِدِينَ
78-) Ve Davude ve Süleymane iz yahkümani fiyl hars* iz nefeşet fiyhi ğanemül kavm* ve künna li hükmihim şahidiyn;

78-) Davud ile Süleyman`ı da (an)… Hani o ikisi, o ekin hakkında hüküm veriyorlardı… Hani bir topluluğun koyunları (geceleyin) ekinin içinde (onları yemek için) yayılmıştı… Biz onların hükümlerinin şahitleriydik.
فَفَهَّمْنَاهَا سُلَيْمَانَ ۚ وَكُلًّا آتَيْنَا حُكْمًا وَعِلْمًا ۚ وَسَخَّرْنَا مَعَ دَاوُودَ الْجِبَالَ يُسَبِّحْنَ وَالطَّيْرَ ۚ وَكُنَّا فَاعِلِينَ
79-) Fefehhemnaha Süleyman* ve küllen ateyna hukmen ve ılma* ve sahharna mea Davudel cibale yüsebbıhne vettayr* ve künna faıliyn;

79-) Biz Süleyman`ı bu konuda anlayışlı kıldık! Her birine bir hüküm ve bir ilim verdik. Davud da tespih ederken, dağları ve kuş cinsini hizmetine verirdik… Fâiller biz idik.
وَعَلَّمْنَاهُ صَنْعَةَ لَبُوسٍ لَكُمْ لِتُحْصِنَكُمْ مِنْ بَأْسِكُمْ ۖ فَهَلْ أَنْتُمْ شَاكِرُونَ
80-) Ve allemnahu san`ate lebusin leküm li tuhsıneküm min be`siküm* fehel entüm şakirun;

80-) Ona (Davud`a), sizin için, savaş sıkıntılarınızdan sizi korusun diye, zırh yapma sanatını talim ettik… İmdi siz şükrediyor musunuz?
وَلِسُلَيْمَانَ الرِّيحَ عَاصِفَةً تَجْرِي بِأَمْرِهِ إِلَى الْأَرْضِ الَّتِي بَارَكْنَا فِيهَا ۚ وَكُنَّا بِكُلِّ شَيْءٍ عَالِمِينَ
81-) Ve li Süleymaner riyha asıfeten tecriy Bi emriHİ ilel Ardılletiy barekna fiyha* ve künna Bi külli şey`in alimiyn;

81-) Süleyman`a da fırtınayı boyun eğdirdik… Onun (Süleyman`ın) hükmüyle, içinde bereketler oluşturduğumuz bölgeye doğru eserdi! Biz, her şeyde bilen biziz.
وَمِنَ الشَّيَاطِينِ مَنْ يَغُوصُونَ لَهُ وَيَعْمَلُونَ عَمَلًا دُونَ ذَٰلِكَ ۖ وَكُنَّا لَهُمْ حَافِظِينَ
82-) Ve mineş şeyatıyni men yeğusune lehu ve ya`melune amelen dune zâlik* ve künna lehüm hafizıyn;

82-) Onun (Süleyman) için denizin dibine dalan ve daha başka iş de yapan şeytanlardan da (Süleyman`a hizmet verenler vardı)… Biz onların bekçileriydik.
وَأَيُّوبَ إِذْ نَادَىٰ رَبَّهُ أَنِّي مَسَّنِيَ الضُّرُّ وَأَنْتَ أَرْحَمُ الرَّاحِمِينَ
83-) Ve Eyyube iz nada Rabbehû enniy messeniyeddurru ve ente Erhamur Rahımiyn;

83-) Eyyub… Hani Rabbine: “Gerçekten hastalık beni yıprattı ve sen Erhamur Rahıymiynsin” diye nida etti.
فَاسْتَجَبْنَا لَهُ فَكَشَفْنَا مَا بِهِ مِنْ ضُرٍّ ۖ وَآتَيْنَاهُ أَهْلَهُ وَمِثْلَهُمْ مَعَهُمْ رَحْمَةً مِنْ عِنْدِنَا وَذِكْرَىٰ لِلْعَابِدِينَ
84-) Festecebna lehu fekeşefna ma Bihi min durrin ve ateynahu ehlehu ve mislehüm meahüm rahmeten min ındiNA ve zikra lil abidiyn;
84-) Biz de Ona icabet ettik ve hastalığından kurtardık… Ayrıca ona, indîmizden bir rahmet ve abidler (yakîn gelene kadar gerekli çalışmaları yapanlar) için hatırlatma olarak, ehlini ve onlarla beraber onların mislini de verdik.
وَإِسْمَاعِيلَ وَإِدْرِيسَ وَذَا الْكِفْلِ ۖ كُلٌّ مِنَ الصَّابِرِينَ
85-) Ve İsma`ıyle ve İdriyse ve Zel kifl* küllün mines sabiriyn;

85-) İsmail, İdris ve Zülkifl… Hepsi sabredenlerdendi.
وَأَدْخَلْنَاهُمْ فِي رَحْمَتِنَا ۖ إِنَّهُمْ مِنَ الصَّالِحِينَ
86-) Ve edhalnahum fiy rahmetiNA* innehüm mines salihıyn;

86-) Onları rahmetimizin içine dâhil ettik… Muhakkak ki onlar sâlihlerden idiler.
وَذَا النُّونِ إِذْ ذَهَبَ مُغَاضِبًا فَظَنَّ أَنْ لَنْ نَقْدِرَ عَلَيْهِ فَنَادَىٰ فِي الظُّلُمَاتِ أَنْ لَا إِلَٰهَ إِلَّا أَنْتَ سُبْحَانَكَ إِنِّي كُنْتُ مِنَ الظَّالِمِينَ
87-) Ve Zênnuni iz zehebe muğadıben fezanne en len nakdire aleyhi fenada fiyz zulümati en lâ ilâhe illâ ente subhâneKE inniy küntü minez zâlimiyn;

87-) ZünNun (Yunus)… Hani kızarak çekip gitmiş ve kendisini sıkıştırmayacağımızı zannetmişti! Nihayet karanlıklar içinde: “Tanrı yok (benliğim yok); sadece Sen (hakikatimi oluşturan El Esmâ mânâların)! Senin (Esmâ mânâlarını açığa çıkaran olarak bu işlevimle) tespihindeyim! Muhakkak ki ben zâlimlerden oldum” diye yönelmişti.
فَاسْتَجَبْنَا لَهُ وَنَجَّيْنَاهُ مِنَ الْغَمِّ ۚ وَكَذَٰلِكَ نُنْجِي الْمُؤْمِنِينَ
88-) Festecebna lehu, ve necceynahu minel ğamm* ve kezâlike nüncil mu`miniyn;

88-) Biz de Ona icabet ettik! Kendisini içine düştüğü bunalımdan kurtardık! İman edenleri işte böyle kurtarırız.
وَزَكَرِيَّا إِذْ نَادَىٰ رَبَّهُ رَبِّ لَا تَذَرْنِي فَرْدًا وَأَنْتَ خَيْرُ الْوَارِثِينَ
89-) Ve Zekeriyya iz nada Rabbehu Rabbi lâ tezerniy ferden ve ente hayrul varisiyn;

89-) Zekeriya… Hani: “Rabbim… Beni hayatta tek başıma bırakma (bir vâris ihsan et)! Sen vârislerin en hayırlısısın” diye Rabbine nida etti.
فَاسْتَجَبْنَا لَهُ وَوَهَبْنَا لَهُ يَحْيَىٰ وَأَصْلَحْنَا لَهُ زَوْجَهُ ۚ إِنَّهُمْ كَانُوا يُسَارِعُونَ فِي الْخَيْرَاتِ وَيَدْعُونَنَا رَغَبًا وَرَهَبًا ۖ وَكَانُوا لَنَا خَاشِعِينَ
90-) Festecebna lehu, ve vehebna lehu Yahyâ ve aslahna lehu zevceh* innehüm kânu yusari`une fiyl hayrati ve yed`unena rağaben ve raheba* ve kânu leNA haşi`ıyn;

90-) Biz de icabet ettik, Ona Yahya`yı hibe ettik ve karısını Onun için ıslah ettik (çocuk doğurmak için uygun hâle getirdik)… Muhakkak ki onlar hayırlı işlerde yarışırlar; ümitle ve korkarak bize dua ederlerdi, huşû duyarlardı.
وَالَّتِي أَحْصَنَتْ فَرْجَهَا فَنَفَخْنَا فِيهَا مِنْ رُوحِنَا وَجَعَلْنَاهَا وَابْنَهَا آيَةً لِلْعَالَمِينَ
91-) Velletiy ahsanet ferceha fenefahna fiyha min ruhıNA ve ce`alnaha vebneha ayeten lil alemiyn;

91-) İffetini koruyan o dişiyi (Meryem`i)… Ona (Meryem`in rahmindeki {Âdemî yaratışın benzeri olarak} cenine) ruhumuzdan nefhettik (Onda Esmâ`mızdan bazılarının özel mânâlarını açığa çıkartarak İsa`yı {şuur varlığı} halk ettik)… Onu ve oğlunu âlemler için bir mucize olarak meydana getirdik.
إِنَّ هَٰذِهِ أُمَّتُكُمْ أُمَّةً وَاحِدَةً وَأَنَا رَبُّكُمْ فَاعْبُدُونِ
92-) İnne hazihi ümmetüküm ümmeten vahıdeten, ve ene Rabbuküm fa`budun;

92-) Muhakkak ki bu tek bir ümmet olarak sizin ümmetinizdir! Ben, sizin Rabbinizim! O hâlde bana kulluğunuzun bilincine erin!
وَتَقَطَّعُوا أَمْرَهُمْ بَيْنَهُمْ ۖ كُلٌّ إِلَيْنَا رَاجِعُونَ
93-) Ve tekattau emrehüm beynehüm* küllün ileyNA raci`un;

93-) Onlar aralarında işlerini (din – sistem anlayışlarını) paramparça ettiler… Hepsi bize rücu edicilerdir.
فَمَنْ يَعْمَلْ مِنَ الصَّالِحَاتِ وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَلَا كُفْرَانَ لِسَعْيِهِ وَإِنَّا لَهُ كَاتِبُونَ
94-) Femen ya`mel minas salihati ve huve mu`minun fela küfrane lisa`yih* ve inna lehu kâtibun;

94-) Kim imanlı olarak yararlı bir fiil ortaya koyarsa o çalışmasının karşılığını alır! Biz onun kaydını tutanlarız!
وَحَرَامٌ عَلَىٰ قَرْيَةٍ أَهْلَكْنَاهَا أَنَّهُمْ لَا يَرْجِعُونَ
95-) Ve haramün alâ karyetin ehleknaha ennehüm lâ yerci`un;

95-) Yok ettiğimiz bir bölgedekilere haramdır ki; onlar rücu edemezler!
حَتَّىٰ إِذَا فُتِحَتْ يَأْجُوجُ وَمَأْجُوجُ وَهُمْ مِنْ كُلِّ حَدَبٍ يَنْسِلُونَ
96-) Hatta izâ futihat ye`cucü ve me`cucü ve hüm min külli hadebin yensilun;

96-) Nihayet Ye`cüc ve Me`cüc kapılarının açıldığı zaman, her hadebden (yüksekçe yer – belki de uzay gemilerinden) hızlıca inerler!
وَاقْتَرَبَ الْوَعْدُ الْحَقُّ فَإِذَا هِيَ شَاخِصَةٌ أَبْصَارُ الَّذِينَ كَفَرُوا يَا وَيْلَنَا قَدْ كُنَّا فِي غَفْلَةٍ مِنْ هَٰذَا بَلْ كُنَّا ظَالِمِينَ
97-) Vakterabel va`dül Hakku feizâ hiye şahısatün ebsarulleziyne keferu* ya veylena kad künna fiy ğafletin min hazâ bel künna zâlimiyn;

97-) Ölüm yaklaştığında, bir de bakarsın ki hakikat bilgisini inkâr edenlerin gözleri dehşetle donar kalır! “Eyvah! Gerçekten biz kozamızda – dünyamızda yaşıyormuşuz (bu gerçeği fark edememişiz)! Hayır, zâlimler imişiz.”
إِنَّكُمْ وَمَا تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللَّهِ حَصَبُ جَهَنَّمَ أَنْتُمْ لَهَا وَارِدُونَ
98-) İnneküm ve ma ta`budune min dûnillâhi hasabü cehennem* entüm leha varidun;

98-) Muhakkak ki siz de, Allâh dûnundaki taptıklarınız da cehennem yakıtısınız! Siz oraya varacaksınız!
لَوْ كَانَ هَٰؤُلَاءِ آلِهَةً مَا وَرَدُوهَا ۖ وَكُلٌّ فِيهَا خَالِدُونَ
99-) Lev kâne haülai aliheten ma vereduha* ve küllün fiyha halidun;

99-) Eğer bunlar tanrılar olsalardı, oraya gelip girmezler idi! Hepsi orada ebedî kalıcılardır.
لَهُمْ فِيهَا زَفِيرٌ وَهُمْ فِيهَا لَا يَسْمَعُونَ
100-) Lehüm fiyha zefiyrun ve hüm fiyha lâ yesme`un;

100-) Onlar için orada şiddetli – horultulu inleme vardır ve onlar orada (dünyadaki sağırlıklarının devamı olarak) işitmezler!
إِنَّ الَّذِينَ سَبَقَتْ لَهُمْ مِنَّا الْحُسْنَىٰ أُولَٰئِكَ عَنْهَا مُبْعَدُونَ
101-) İnnelleziyne sebekat lehüm minnel Hüsna, ülaike anha müb`adun;

101-) Bizden kendilerine güzellik, saadet takdir edilmiş olan kimselere gelince, işte onlar ondan (cehennemden) uzaklaştırılmışlardır.
لَا يَسْمَعُونَ حَسِيسَهَا ۖ وَهُمْ فِي مَا اشْتَهَتْ أَنْفُسُهُمْ خَالِدُونَ
102-) Lâ yesme`une hasiyseha* ve hüm fiy meştehet enfüsühüm halidun;

102-) Onun (cehennemin) gümbürtüsünü işitmezler… Nefslerinin arzu ettiği her şey içinde sonsuza dek yaşarlar.
لَا يَحْزُنُهُمُ الْفَزَعُ الْأَكْبَرُ وَتَتَلَقَّاهُمُ الْمَلَائِكَةُ هَٰذَا يَوْمُكُمُ الَّذِي كُنْتُمْ تُوعَدُونَ
103-) Lâ yahzünühümül feze`ul ekberu ve tetelakkahümül Melaiketü, hazâ yevmükümülleziy küntüm tuadun;

103-) O en büyük korku (ölüm kavramı kalktığı için) onları üzmez ve melekler onları karşılar: “İşte bu vadolunduğunuz sizin gününüzdür.”
يَوْمَ نَطْوِي السَّمَاءَ كَطَيِّ السِّجِلِّ لِلْكُتُبِ ۚ كَمَا بَدَأْنَا أَوَّلَ خَلْقٍ نُعِيدُهُ ۚ وَعْدًا عَلَيْنَا ۚ إِنَّا كُنَّا فَاعِلِينَ
104-) Yevme natvis Semae ketayyis sicilli lilkütüb* kema bede`na evvele halkın nu`ıydüh* va`den aleyna* inna künna faıliyn;

104-) ` O gün, semâyı yazılı sayfaları dürer gibi düreriz! İlk yaratmaya başladığımız gibi (yer -gök bitişik hâle) onu iade ederiz! Bu vaadimizdir! Gerçekleştirecek olan Biziz!
وَلَقَدْ كَتَبْنَا فِي الزَّبُورِ مِنْ بَعْدِ الذِّكْرِ أَنَّ الْأَرْضَ يَرِثُهَا عِبَادِيَ الصَّالِحُونَ
105-) Ve lekad ketebna fiyz Zeburi min ba`diz Zikri ennel`Arda yerisüha ıbadİYes salihun;

105-) Andolsun ki Zikir`den (önceki hatırlatıcı bilgilerden sonra) sonra Zebur`da (Hikmetler Bilgisi) da yazdık ki: “Arza (bedende Esmâ kuvveleriyle tasarrufa), Benim salâha ermiş kullarım (velâyet hakikati) vâris olur!”
إِنَّ فِي هَٰذَا لَبَلَاغًا لِقَوْمٍ عَابِدِينَ
106-) İnne fiy hazâ le belâğan likavmin `abidiyn;

106-) Muhakkak ki bunda, abidler topluluğu (arınma çalışmaları yapanlar) için açıklayıcı bilgi vardır.
وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا رَحْمَةً لِلْعَالَمِينَ
107-) Ve mâ erselnâke illâ rahmeten lil `alemiyn;

107-) Seni âlemler (insanlar) için sadece rahmet olarak irsâl ettik!
قُلْ إِنَّمَا يُوحَىٰ إِلَيَّ أَنَّمَا إِلَٰهُكُمْ إِلَٰهٌ وَاحِدٌ ۖ فَهَلْ أَنْتُمْ مُسْلِمُونَ
108-) Kul innema yuha ileyye ennema İlahüküm ilâhun vahıd * fehel entüm müslimun;

108-) De ki: “Bana sadece şu vahyolunuyor: Sizin tanrı diye düşündüğünüz sadece Ulûhiyet sahibi TEK`tir! Siz müslimler misiniz (teslimiyetinizin farkında mısınız) peki?”
فَإِنْ تَوَلَّوْا فَقُلْ آذَنْتُكُمْ عَلَىٰ سَوَاءٍ ۖ وَإِنْ أَدْرِي أَقَرِيبٌ أَمْ بَعِيدٌ مَا تُوعَدُونَ
109-) Fein tevellev fekul azentüküm alâ seva`* ve in edriy ekariybün em ba`ıydün ma tû`adun;

109-) Eğer yüz çevirirlerse de ki: “Eşit olarak size bildirdim… Size vadolunan şey (uyarıldığınız ölüm) yakın mıdır uzak mıdır, bilmiyorum.”
إِنَّهُ يَعْلَمُ الْجَهْرَ مِنَ الْقَوْلِ وَيَعْلَمُ مَا تَكْتُمُونَ
110-) İnnehu ya`lemülcehre minel kavli ve ya`lemu ma tektümun;

110-) “Muhakkak ki O, düşüncelerinizden açığa vurduğunuzu da gizlemekte olduğunuzu da bilir.”
وَإِنْ أَدْرِي لَعَلَّهُ فِتْنَةٌ لَكُمْ وَمَتَاعٌ إِلَىٰ حِينٍ
111-) Ve in edriy leallehu fitnetün leküm ve metaun ila hıyn;

111-) “Bilmiyorum, belki de süre tanınması sizin için bir denemedir (kendinizin ne olduğunu bizzat yaşayıp görmeniz için) ve sınırlı bir yararlanmadır.”
قَالَ رَبِّ احْكُمْ بِالْحَقِّ ۗ وَرَبُّنَا الرَّحْمَٰنُ الْمُسْتَعَانُ عَلَىٰ مَا تَصِفُونَ
112-) Kale Rabbıhküm Bil hakk* ve RabbunerRahmânul Müste`ânu alâ ma tasıfûn;

112-) Dedi ki: “Rabbim, Hak olarak hükmet! Rabbimiz Rahmân Müstean`dır sizin asılsız tanımlamalarınıza karşı!”

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir