1. CÜZ 2 HİZİP


02-BAKARA SÛRESİ البقرةAynı anda dinleyip takip edebilirsinizTIKLA
سْمِ اللَّهِ الرَّحْمَٰنِ الرَّحِيمِ BismillahirRahmânirRahiym
وَأَقِيمُوا الصَّلَاةَ وَآتُوا الزَّكَاةَ وَارْكَعُوا مَعَ الرَّاكِعِينَ
43-) Ve ekıymusSalâte ve atuzZekâte verke`u ma`arraki`ıyn;
43-) Salâtı ikame edin (âfakî ve enfüsî yönelişi yaşayın), zekâtı (size bağışlananın bir kısmını karşılıksız) verin; rükû edenlerle beraber rükû edin. (Varlığınızdaki Allâh Esmâ`sının azametini hissedip, tespih edin ve bunun nefsin hakikati olan Muhıyt tarafından algılandığını, rükûdan kalkıp “semi`Allâhu…” derken fark edin.)


أَتَأْمُرُونَ النَّاسَ بِالْبِرِّ وَتَنْسَوْنَ أَنْفُسَكُمْ وَأَنْتُمْ تَتْلُونَ الْكِتَابَ ۚ أَفَلَا تَعْقِلُونَ
44-) Ete`murûnen Nâse Bilbirri ve tensevne enfüseküm ve entüm tetlûnelKitâb* efelâ ta`kılûn;
44-) İnsanlara Birr`i (Allâh Esmâ`sının sizde oluşturduğu güzelliği yaşamayı) tavsiye ederken, kendi nefsinizde bunu (hissedip) yaşamayı unutuyor musunuz? Oysa Kitabı (varlığın hakikati bilgisini) okuyorsunuz… Hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız?


وَاسْتَعِينُوا بِالصَّبْرِ وَالصَّلَاةِ ۚ وَإِنَّهَا لَكَبِيرَةٌ إِلَّا عَلَى الْخَاشِعِينَ
45-) Veste`ıynû BisSabri vesSalâti, ve innehâ lekebiyratun illâ alelhaşi`ıyn;
45-) (Varlığınızdaki Esmâ kuvvesine dayanarak) sabredin ve ona yönelerek (salât ile) yardım isteyin. Allâh`a haşyet duymayanın benliğine kesinlikle bu iş ağır gelir!
الَّذِينَ يَظُنُّونَ أَنَّهُمْ مُلَاقُو رَبِّهِمْ وَأَنَّهُمْ إِلَيْهِ رَاجِعُونَ
46-) Elleziyne yezunnûne ennehum mülaku Rabbihim ve ennehum ileyhi raci`ûn;
46-) O haşyet duyanlar, (nefslerinin Esmâ`sıyla hakikati olan) Rablerine (benliklerinin yokluğunu hissederek) ereceklerini düşünürler ve nitekim O`na dönerler!

يَا بَنِي إِسْرَائِيلَ اذْكُرُوا نِعْمَتِيَ الَّتِي أَنْعَمْتُ عَلَيْكُمْ وَأَنِّي فَضَّلْتُكُمْ عَلَى الْعَالَمِينَ
47-) Yâ beniy isrâil`ezkürû ni`metiyelletiy en`amtü aleyküm ve enniy faddaltüküm alel alemiyn;
47-) Ey İsrailoğulları, size bağışım olan (verdiğim ilim dolayısıyla) nimetimi, sizi çeşitli toplumlara üstün kılışımı hatırlayın.
وَاتَّقُوا يَوْمًا لَا تَجْزِي نَفْسٌ عَنْ نَفْسٍ شَيْئًا وَلَا يُقْبَلُ مِنْهَا شَفَاعَةٌ وَلَا يُؤْخَذُ مِنْهَا عَدْلٌ وَلَا هُمْ يُنْصَرُونَ
48-) Vetteku yevmen lâ tecziy nefsün an nefsin şey`en ve lâ yukbelu minha şefaatün ve lâ yü`hazü minha adlün ve lâ hum yunsarûn;
48-) Kimsenin kimseyi kurtarmak için bir şey ödeyemeyeceği süreçten korunun; (o süreçte) ne (birbirine) şefaat kabul edilir, ne fidye ödenerek biri kurtarılabilir ne de onlara yardım gelir.
وَإِذْ نَجَّيْنَاكُمْ مِنْ آلِ فِرْعَوْنَ يَسُومُونَكُمْ سُوءَ الْعَذَابِ يُذَبِّحُونَ أَبْنَاءَكُمْ وَيَسْتَحْيُونَ نِسَاءَكُمْ ۚ وَفِي ذَٰلِكُمْ بَلَاءٌ مِنْ رَبِّكُمْ عَظِيمٌ
49-) Ve iz necceynaküm min ali fir`avne yesumûneküm sûel azâbi yüzebbihune ebnâeküm ve yestahyûne nisâeküm ve fiy zâliküm belâun min Rabbiküm azıym;
49-) Sizi Firavun ailesinden de kurtarmıştık, ki size en kötü azabı yaşattırıyorlardı. Erkek çocuklarınızı boğazlayıp, kadınlarınızı hayatta bırakıyorlardı. Rabbinizin azametli bir belâsı içindeydiniz.
وَإِذْ فَرَقْنَا بِكُمُ الْبَحْرَ فَأَنْجَيْنَاكُمْ وَأَغْرَقْنَا آلَ فِرْعَوْنَ وَأَنْتُمْ تَنْظُرُونَ
50-) Ve iz feraknâ Bikümul bahre feenceynâküm ve ağraknâ âle fir`avne ve entüm tenzurûn;
50-) Varlığınızdaki Allâh Esmâ`sı kuvvesinin açığa çıkartılmasıyla denizi yarıp sizi kurtarmış; Firavun ailesini ise size bakıp dururken boğmuştuk!
وَإِذْ وَاعَدْنَا مُوسَىٰ أَرْبَعِينَ لَيْلَةً ثُمَّ اتَّخَذْتُمُ الْعِجْلَ مِنْ بَعْدِهِ وَأَنْتُمْ ظَالِمُونَ
51-) Ve iz va`adna Mûsâ erbe`ıyne leyleten sümmettehâztümul`ıcle min ba`dihi ve entüm zalimûn;
51-) Musa`ya kırk gece vadetmiştik de, siz de o süreçte buzağıyı (tanrı) edinmiştiniz, zâlimler olarak (nefsinize zulmetmiştiniz).
ثُمَّ عَفَوْنَا عَنْكُمْ مِنْ بَعْدِ ذَٰلِكَ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ
52-) Sümme afevnâ anküm min ba`di zâlike le`alleküm teşkürûn;
52-) Bu olaydan sonra sizi affetmiştik belki şükredersiniz (değerlendirirsiniz) diye.
وَإِذْ آتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ وَالْفُرْقَانَ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ
53-) Ve iz ateynâ MûselKitâbe velFurkane le`alleküm tehtedûn;
53-) Hani Musa`ya Kitabı (varlığın hakikati bilgisini) ve Furkan`ı (doğrularla yanlışları ayırt etme yetisini – bilgisini) vermiştik; gerçeğe yönelesiniz diye.
وَإِذْ قَالَ مُوسَىٰ لِقَوْمِهِ يَا قَوْمِ إِنَّكُمْ ظَلَمْتُمْ أَنْفُسَكُمْ بِاتِّخَاذِكُمُ الْعِجْلَ فَتُوبُوا إِلَىٰ بَارِئِكُمْ فَاقْتُلُوا أَنْفُسَكُمْ ذَٰلِكُمْ خَيْرٌ لَكُمْ عِنْدَ بَارِئِكُمْ فَتَابَ عَلَيْكُمْ ۚ إِنَّهُ هُوَ التَّوَّابُ الرَّحِيمُ
54-) Ve iz kale Mûsâ likavmihî ya kavmi inneküm zalemtüm enfüseküm Bittihazikümül`ıcle, fetûbû ilâ Bâriiküm faktulû enfüseküm zâliküm hayrun leküm `ınde Bâriiküm fetâbe aleyküm, inneHU HUvetTevvaburRahıym;
54-) Musa kavmine şöyle demişti: “Ey kavmim, buzağıyı kendinize (tanrı) edinerek nefslerinizdekine (hakikatinize) zulmettiniz! Bu yüzdendir ki Bâri`ye (varlığı kendi Esmâ`sından olarak özel bir yapıda yaratana) tövbe edin (varlığınızdaki kendisini inkâr edip, dışınızda tanrı edindiğiniz için) ve benliklerinizi öldürün! Bunu yapmanız Bâri indînde hayırlıdır, tövbenizi kabul eder. Muhakkak ki O, tövbe edeni affeden ve sonucunda rahmetini bağışlayandır.”
وَإِذْ قُلْتُمْ يَا مُوسَىٰ لَنْ نُؤْمِنَ لَكَ حَتَّىٰ نَرَى اللَّهَ جَهْرَةً فَأَخَذَتْكُمُ الصَّاعِقَةُ وَأَنْتُمْ تَنْظُرُونَ
55-) Ve iz kultüm ya Mûsâ len nu`mine leke hatta nerAllâhe cehraten, feehazetkümussa`ıkatü ve entüm tenzurûn;
55-) “Yâ Musa, biz Allâh`ı dışarıda, açıkta görmedikçe iman etmeyiz” demiştiniz de; bunun üzerine yıldırım (varlığınızı yok eden hakikat bilgisi) çarpmıştı sizi, siz bakıp dururken!
ثُمَّ بَعَثْنَاكُمْ مِنْ بَعْدِ مَوْتِكُمْ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ
56-) Sümme be`asnaküm min ba`di mevtiküm le`alleküm teşkürûn;
56-) Sonra, ölümü (yokluğunuzu – gerçekte yegâne var olanın Vâhid`ül Kahhâr olduğu gerçeğini) tatmanızın akabinde, yeni bir anlayışla hayata başlatmıştık sizi, belki bunu değerlendirirsiniz diye.
وَظَلَّلْنَا عَلَيْكُمُ الْغَمَامَ وَأَنْزَلْنَا عَلَيْكُمُ الْمَنَّ وَالسَّلْوَىٰ ۖ كُلُوا مِنْ طَيِّبَاتِ مَا رَزَقْنَاكُمْ ۖ وَمَا ظَلَمُونَا وَلَٰكِنْ كَانُوا أَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ
57-) Ve zallelnâ aleykumulğamâme ve enzelnâ aleykümülmenne vesselvâ, külû min tayyibati mâ rezaknaküm ve mâ zalemûna ve lâkin kânû enfüsehum yazlimûn;
57-) Ve sizi (yakıcı Hakikatten perdeleyen ve beşeriyetinizin idâmesini sağlayan) bulutla gölgeledik; üzerinize menn (varlığınızı oluşturan Allâh Esmâ`sındaki kudret kuvvesi) ve selva (manevî âleminizi hissetme duygusu) inzâl ettik (hakikatinizden şuurunuza)… “Rızık olarak verdiğimiz temiz şeyleri yiyin”, dedik. Onlar (hakikat bilgisini değerlendirmeyerek) bize zulmetmediler, kendi nefslerine zulmettiler! (Burada âyetin bir bâtın yorumuna yer verilmiştir zâhir anlamı yanı sıra. A.H.)
وَإِذْ قُلْنَا ادْخُلُوا هَٰذِهِ الْقَرْيَةَ فَكُلُوا مِنْهَا حَيْثُ شِئْتُمْ رَغَدًا وَادْخُلُوا الْبَابَ سُجَّدًا وَقُولُوا حِطَّةٌ نَغْفِرْ لَكُمْ خَطَايَاكُمْ ۚ وَسَنَزِيدُ الْمُحْسِنِينَ
58-) Ve iz kulnedhulû hâzihilkaryete fekülû minhâ haysü şi`tüm rağaden vedhulülbâbe sücceden ve kulû hıttatün nağfir leküm hatayâküm, ve seneziydülmuhsiniyn;
58-) Hani şunu demiştik onlara: “Şu karyeye (boyuta) girin ve orada dilediğiniz şekilde (o boyutun nimetlerini) yiyin… Kapısından da secde ederek (varlığınızın yokluğunu, yalnızca Allâh Esmâ`sının var olduğunu itiraf ederek) girin ve (benlik hissinizden dolayı) mağfiret dileyin… Ki (benliğinizin oluşturduğu) hatalarınızı mağfiret edelim. Kendisine bağışlananları başkalarıyla karşılıksız paylaşanlara (muhsinlere) daha da arttıracağız.”
فَبَدَّلَ الَّذِينَ ظَلَمُوا قَوْلًا غَيْرَ الَّذِي قِيلَ لَهُمْ فَأَنْزَلْنَا عَلَى الَّذِينَ ظَلَمُوا رِجْزًا مِنَ السَّمَاءِ بِمَا كَانُوا يَفْسُقُونَ
59-) Febeddelelleziyne zalemû kavlen ğayrelleziy kıyle lehum feenzelnâ alelleziyne zalemû riczen minesSemâi Bimâ kânû yefsukun;
59-) Ne var ki, onların arasındaki nefsine zulmedenler, kendilerine söylenen sözü başka bir sözle değiştirdiler. Bunun sonucu olarak biz de semâdan (beyindeki amigdala özelliklerinden) ricz (vehim, azaba sebep olacak fikirler) inzâl ettik.
وَإِذِ اسْتَسْقَىٰ مُوسَىٰ لِقَوْمِهِ فَقُلْنَا اضْرِبْ بِعَصَاكَ الْحَجَرَ ۖ فَانْفَجَرَتْ مِنْهُ اثْنَتَا عَشْرَةَ عَيْنًا ۖ قَدْ عَلِمَ كُلُّ أُنَاسٍ مَشْرَبَهُمْ ۖ كُلُوا وَاشْرَبُوا مِنْ رِزْقِ اللَّهِ وَلَا تَعْثَوْا فِي الْأَرْضِ مُفْسِدِينَ
60-) Ve izisteska Mûsâ likavmihî fekulnadrib Bi`asakelhacere, fenfecerat minhüsneta aşrete aynen, kad alime küllü ünâsin meşrabehum, külû veşrabû min rizkıllâhi ve lâ ta`sev fiyi` Ardı müfsidiyn;
60-) Hani Musa kavmi için su istemişti de: “(Varlığındaki Esmâ kuvvesiyle) asanı taşa vur” demiştik. (Vurunca) taştan on iki gözeden su fışkırmıştı. Her grup insan kendi meşrebini (su içeceği yeri) bildi. “Allâh rızkından yiyin için, arzda fesat çıkarıcılar olarak aşırı gitmeyin” dedik.
وَإِذْ قُلْتُمْ يَا مُوسَىٰ لَنْ نَصْبِرَ عَلَىٰ طَعَامٍ وَاحِدٍ فَادْعُ لَنَا رَبَّكَ يُخْرِجْ لَنَا مِمَّا تُنْبِتُ الْأَرْضُ مِنْ بَقْلِهَا وَقِثَّائِهَا وَفُومِهَا وَعَدَسِهَا وَبَصَلِهَا ۖ قَالَ أَتَسْتَبْدِلُونَ الَّذِي هُوَ أَدْنَىٰ بِالَّذِي هُوَ خَيْرٌ ۚ اهْبِطُوا مِصْرًا فَإِنَّ لَكُمْ مَا سَأَلْتُمْ ۗ وَضُرِبَتْ عَلَيْهِمُ الذِّلَّةُ وَالْمَسْكَنَةُ وَبَاءُوا بِغَضَبٍ مِنَ اللَّهِ ۗ ذَٰلِكَ بِأَنَّهُمْ كَانُوا يَكْفُرُونَ بِآيَاتِ اللَّهِ وَيَقْتُلُونَ النَّبِيِّينَ بِغَيْرِ الْحَقِّ ۗ ذَٰلِكَ بِمَا عَصَوْا وَكَانُوا يَعْتَدُونَ
61-) Ve iz kultüm ya Mûsâ len nasbire alâ ta`amin vahidin fed`u lenâ Rabbeke yuhric lenâ mimmâ tünbitül`Ardu min bakliha ve kıssâiha ve fûmiha ve adesiha ve besaliha, kale etestebdilûnelleziy huve ednâ Billeziy huve hayr, ihbitû mısran feinne leküm mâ seeltüm ve duribet aleyhimüzzilletü velmeskenetü ve bâû Biğadabin minAllâh, zâlike Biennehum kânû yekfürûne Biâyâtillâhi ve yaktülûnenNebiyyiyne BiğayrilHakkı, zâlike Bimâ asav ve kânû ya`tedûn;
61-) Ne demiştiniz Musa`ya… “Biz tek gıda ile yetinmeyiz; bizim için Rabbine dua et de bize arzda yetişenlerden; baklasından, hıyarından, sarımsağından, mercimeğinden ve soğanından versin!” Musa sordu: “Size verilmiş hayırlı ve üstün olanı, âdi değersiz şeylerle mi değiştirmek istiyorsunuz? Şehre inin o zaman, istediğinize kavuşursunuz.” Bundan sonra üzerlerine zillet ve meskenet vuruldu. Allâh`tan (hakikatlerindekini yaşamaktan) gadaba uğradılar (dışa dönük bir yaşama geçtiler). Çünkü Allâh`ın nefslerindeki işaretlerini (Esmâ kuvvelerini) örtüp, inkâr edip; Hakk`ın muradına karşı (nefsaniyetlerine uyarak) Nebileri öldürüyorlardı. Kendilerinden açığa çıkan isyan sonucu, sınır tanımadan, çok ileri gittiler.
إِنَّ الَّذِينَ آمَنُوا وَالَّذِينَ هَادُوا وَالنَّصَارَىٰ وَالصَّابِئِينَ مَنْ آمَنَ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ وَعَمِلَ صَالِحًا فَلَهُمْ أَجْرُهُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْ وَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ
62-) Innelleziyne amenû velleziyne Hâdû venNesara vesSabiiyne men amene Billâhi velyevmil`ahiri ve amile salihan, felehum ecruhum `ınde Rabbihim ve lâ havfün aleyhim ve lâ hum yahzenûn;
62-) (Gizli şirk içinde olsalar bile {12.Yusuf: 106}) iman edenler, Yahudiler, Hıristiyanlar ve Sabiiler (yıldızların tanrı olduğuna inanıp onlara tapanlar) arasından; nefslerinin Allâh Esmâ`sından meydana geldiğine ve gelecekte yaşanacak sürece iman edenler ve bunun gereği kendilerini selâmete çıkaran çalışmalara devam edenler, Rablerinin (Esmâ bileşimlerinin) indînde ecre (bunun getirisi olan kuvvelere) kavuşurlar. Onlar için ne korkulacak bir şey kalır ne de onları üzecek bir olay!
وَإِذْ أَخَذْنَا مِيثَاقَكُمْ وَرَفَعْنَا فَوْقَكُمُ الطُّورَ خُذُوا مَا آتَيْنَاكُمْ بِقُوَّةٍ وَاذْكُرُوا مَا فِيهِ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ
63-) Ve iz ehaznâ miysakaküm ve refa`na fevkakumütTûr* huzü mâ ateynâküm Bikuvvetin vezkürû mâ fiyhi le`alleküm tettekun;
63-) Hani sizden söz almıştık ve Tur`u da üstünüze kaldırmıştık (Musa`nın bir mucizesi). Size verdiğimizi (hakikat bilgisini) bir kuvve olarak tutun ve onun içinde olanı zikredip hatırlayın ki korunabilesiniz.
ثُمَّ تَوَلَّيْتُمْ مِنْ بَعْدِ ذَٰلِكَ ۖ فَلَوْلَا فَضْلُ اللَّهِ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُهُ لَكُنْتُمْ مِنَ الْخَاسِرِينَ
64-) Sümme tevelleytüm min ba`di zâlike, felevla fadlullahi aleyküm ve rahmetuHU leküntüm minel hasiriyn;
64-) Oysa bunun ardından yine yüz çevirip eski hâlinize döndünüz! Allâh`ın fazlı ve rahmeti olmasa kesin hüsrana uğrayanlardan olurdunuz.
وَلَقَدْ عَلِمْتُمُ الَّذِينَ اعْتَدَوْا مِنْكُمْ فِي السَّبْتِ فَقُلْنَا لَهُمْ كُونُوا قِرَدَةً خَاسِئِينَ
65-) Ve lekad alimtümülleziyna`tedev minküm fiysSebti, fekulna lehum kûnû kıradeten hasiiyn;
65-) Yemin olsun ki sizden Sebt`te (Cumartesi`ye hürmet etmeyip) haddini aşanları siz bilirsiniz. Onlara şöyle dedik: “Aşağılık maymunlar (hakikatinin getirisini yaşamayı terk edip taklitle yaşayanlar) olun!”
فَجَعَلْنَاهَا نَكَالًا لِمَا بَيْنَ يَدَيْهَا وَمَا خَلْفَهَا وَمَوْعِظَةً لِلْمُتَّقِينَ
66-) Fece`alnâha nekâlen limâ beyne yedeyha ve mâ halfeha ve mev`ızaten lil muttekıyn;
66-) Bu; olayı yaşayanlara ve onlardan sonra gelenlere ibret bir ceza olsun; korunmak isteyenler de bundan öğüt alsınlar, diyedir.
وَإِذْ قَالَ مُوسَىٰ لِقَوْمِهِ إِنَّ اللَّهَ يَأْمُرُكُمْ أَنْ تَذْبَحُوا بَقَرَةً ۖ قَالُوا أَتَتَّخِذُنَا هُزُوًا ۖ قَالَ أَعُوذُ بِاللَّهِ أَنْ أَكُونَ مِنَ الْجَاهِلِينَ
67-) Ve iz kale Mûsâ likavmihi innAllâhe ye`muruküm en tezbehû bekareten, kalû etettehızüna huzuva* kale e`ûzü Billâhi en eküne minelcahiliyn;
67-) Hani Musa kavmine demişti ki: “Allâh size, bir inek boğazlamanızı emrediyor… ” Dediler: “Sen bizimle alay mı ediyorsun?” Musa: “Cahillerden olmaktan hakikatim olan Allâh`a sığınırım!”
قَالُوا ادْعُ لَنَا رَبَّكَ يُبَيِّنْ لَنَا مَا هِيَ ۚ قَالَ إِنَّهُ يَقُولُ إِنَّهَا بَقَرَةٌ لَا فَارِضٌ وَلَا بِكْرٌ عَوَانٌ بَيْنَ ذَٰلِكَ ۖ فَافْعَلُوا مَا تُؤْمَرُونَ
68-) Kalüd`u lenâ Rabbeke yübeyyin lenâ mâ hiye, kale inneHU yekulû inneha bekaretün lâ faridun ve lâ bikrun, avanün beyne zâlike, fef`alû mâ tü`merûn;
68-) Dediler: “Bizim için Rabbine yönel de bildirsin nasıl bir şey (kesmemizi) istiyor?” “Kesinlikle O diyor ki, o ne yaşlı ne de çok genç, ikisi arası bir inektir…” Hadi emredileni uygulayın.
قَالُوا ادْعُ لَنَا رَبَّكَ يُبَيِّنْ لَنَا مَا لَوْنُهَا ۚ قَالَ إِنَّهُ يَقُولُ إِنَّهَا بَقَرَةٌ صَفْرَاءُ فَاقِعٌ لَوْنُهَا تَسُرُّ النَّاظِرِينَ
69-) Kalüd`u lenâ Rabbeke yübeyyin lenâ mâ levnüha, kale inneHU yekulü inneha bekaretün safrâu, fakı`un levnüha tesürrün nazıriyn;
69-) (Aldıkları cevapla tatmin olmayıp daha gereksiz detaya indiler) dediler: “Rabbine yönel de bize ne renk olduğunu bildirsin!” “Kesinlikle O diyor ki, o (kesecekleri) sapsarı parlak renkli bir inektir ki, bakanlara zevk verir.”
قَالُوا ادْعُ لَنَا رَبَّكَ يُبَيِّنْ لَنَا مَا هِيَ إِنَّ الْبَقَرَ تَشَابَهَ عَلَيْنَا وَإِنَّا إِنْ شَاءَ اللَّهُ لَمُهْتَدُونَ
70-) Kalüd`u lenâ Rabbeke yübeyyin lenâ mâ hiye, innelbekara teşabehe aleyna, ve innâ inşâAllâhu lemühtedûn;
70-) (Üstelediler) dediler: “Rabbine yönel de açıklasın bize nasıl bir inek kesmemizi istiyor; zira bu tarife benzer çok inek var? İnşâAllâh biz tam istenilen ineği buluruz”…
قَالَ إِنَّهُ يَقُولُ إِنَّهَا بَقَرَةٌ لَا ذَلُولٌ تُثِيرُ الْأَرْضَ وَلَا تَسْقِي الْحَرْثَ مُسَلَّمَةٌ لَا شِيَةَ فِيهَا ۚ قَالُوا الْآنَ جِئْتَ بِالْحَقِّ ۚ فَذَبَحُوهَا وَمَا كَادُوا يَفْعَلُونَ
71-) Kale inneHU yekulü inneha bekaretün lâ zelûlün tüsiyrul`Arda ve lâ teskıylharse müsellemetün laşiyete fiyha, kalül` ÂNe ci`te BilHakkı, fezebehuha ve mâ kâdû yef`alun;
71-) O diyor ki: “Muhakkak ki o inek boyunduruğa bağlanmamış, toprak sürmemiş, ekini sulamamış, serbest bırakılmış dolaşan, alacası olmayan biri!” Dediler: “İşte şimdi Hak olarak ortaya koydun isteneni.” İşte bundan sonra (güçlükle bulup o vasıftaki tek ineği) boğazladılar… (Ancak çok bedel ödediler o özellikteki tek inek için.) Neredeyse başaramayacaklardı!>
وَإِذْ قَتَلْتُمْ نَفْسًا فَادَّارَأْتُمْ فِيهَا ۖ وَاللَّهُ مُخْرِجٌ مَا كُنْتُمْ تَكْتُمُونَ
72-) Ve iz kateltüm nefsen feddare`tüm fiyha, vAllâhu muhricun ma küntüm tektümûn;
72-) Hani siz birini öldürmüştünüz de, onun hakkında tartışıp birbirinize düşmüştünüz. Oysa Allâh sakladığınızı açığa çıkarandır!
فَقُلْنَا اضْرِبُوهُ بِبَعْضِهَا ۚ كَذَٰلِكَ يُحْيِي اللَّهُ الْمَوْتَىٰ وَيُرِيكُمْ آيَاتِهِ لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ
73-) Fekulnadribûhü Biba`dıha, kezâlike yuhyillahulmevta ve yuriyküm âyâtihi le`alleküm ta`kılûn;
73-) “Onun (boğazlanan ineğin) bir parçasıyla (özünüzdeki ilâhî kuvveyi kullanarak) vurun (öldürülene)!” dedik. İşte böylece hayata kavuşturur ölüyü… Size böylece (varlığınızdaki kuvvenin) işaretlerini gösterir, tâ ki aklınızı kullanın (değerlendirin).
ثُمَّ قَسَتْ قُلُوبُكُمْ مِنْ بَعْدِ ذَٰلِكَ فَهِيَ كَالْحِجَارَةِ أَوْ أَشَدُّ قَسْوَةً ۚ وَإِنَّ مِنَ الْحِجَارَةِ لَمَا يَتَفَجَّرُ مِنْهُ الْأَنْهَارُ ۚ وَإِنَّ مِنْهَا لَمَا يَشَّقَّقُ فَيَخْرُجُ مِنْهُ الْمَاءُ ۚ وَإِنَّ مِنْهَا لَمَا يَهْبِطُ مِنْ خَشْيَةِ اللَّهِ ۗ وَمَا اللَّهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ
74-) Sümme kaset kulûbüküm min ba`di zâlike, fehiye kelhıcareti ev eşeddü kasveten, ve inne minel hıcareti lemâ yetefecceru minhül`enhar, ve inne minha lemâ yeşşakkaku feyahrucü minhülmâ`, ve inne minha lemâ yehbitu min haşyetillâh, ve mAllâhu Biğafilin amma ta`melûn;
74-) Bu olayın ardından kalpleriniz yine katılaştı, taş gibi, hatta daha da katı (varlığındaki Hakk`ı açığa çıkaramaz oldu)… Oysa bazı taşlar vardır ki, içinden nehirler fışkırır; ve bazıları da vardır ki şak diye yarılır da ondan su çıkar. Öyle taşlar vardır ki, haşyetullâhtan düşüp yuvarlanır… Allâh sizden açığa çıkanlardan (varlığınızı Esmâ`sıyla oluşturduğu için) asla perdeli değildir.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir