20. CÜZ 1. HİZİP


27-NEML SÛRESİ النمل Aynı anda dinleyip takip edebilirsinizTIKLA
سْمِ اللَّهِ الرَّحْمَٰنِ الرَّحِيمِ BismillahirRahmânirRahiym
۞ فَمَا كَانَ جَوَابَ قَوْمِهِ إِلَّا أَنْ قَالُوا أَخْرِجُوا آلَ لُوطٍ مِنْ قَرْيَتِكُمْ ۖ إِنَّهُمْ أُنَاسٌ يَتَطَهَّرُونَ
56-) Fema kâne cevabe kavmihi illâ en kalu ahricu ale Lutın min karyetiküm* innehüm ünasün yetetahherun;
56-) Halkının cevabı: “Lût Ailesi`ni şehirden sürün! Onlar temiz yaşayan insanlar” oldu.
فَأَنْجَيْنَاهُ وَأَهْلَهُ إِلَّا امْرَأَتَهُ قَدَّرْنَاهَا مِنَ الْغَابِرِينَ
57-) Feenceynahu ve ehlehu illemraeteh* kaddernaha minel ğabiriyn;
57-) Biz de Onu ve ehlini kurtardık, karısı müstesna… Onu, geride kalıp helâk olanlardan (olmasını) takdir ettik.
وَأَمْطَرْنَا عَلَيْهِمْ مَطَرًا ۖ فَسَاءَ مَطَرُ الْمُنْذَرِينَ
58-) Ve emtarna aleyhim metaren, fesae metarul münzeriyn;

58-) Ve onların üzerine bir yağmur da yağdırdık ki! Uyarılanların yağmuru ne kötüdür!

قُلِ الْحَمْدُ لِلَّهِ وَسَلَامٌ عَلَىٰ عِبَادِهِ الَّذِينَ اصْطَفَىٰ ۗ آللَّهُ خَيْرٌ أَمَّا يُشْرِكُونَ
59-) Kulil Hamdü Lillâhi ve Selâmün alâ `ıbadiHİlleziynestafa* Âllahu hayrun emma yüşrikûn;

59-) De ki: “Hamd, Allâh`a aittir… Selâm, kullarından seçip sâfiyetine kavuşturduğu içindir… Allâh mı daha hayırlı yoksa ortak koştukları mı?”

أَمَّنْ خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ وَأَنْزَلَ لَكُمْ مِنَ السَّمَاءِ مَاءً فَأَنْبَتْنَا بِهِ حَدَائِقَ ذَاتَ بَهْجَةٍ مَا كَانَ لَكُمْ أَنْ تُنْبِتُوا شَجَرَهَا ۗ أَإِلَٰهٌ مَعَ اللَّهِ ۚ بَلْ هُمْ قَوْمٌ يَعْدِلُونَ
60-) Emmen halekas Semavati vel Arda ve enzele leküm minesSemai maen, feenbetna Bihi hadaika zâte behcetin, ma kâne leküm en tünbitu şecereha* eilâhun meAllâh* bel hüm kavmün ya`dilun;
60-) Yoksa semâları ve arzı yaratan ve sizin için semâdan bir su inzâl eden mi? Onunla göz -gönül açıcı bahçeler yetiştirdik… Onun bir ağacını bile inbat etmeniz sizin için olacak şey değildi… Allâh ile beraber tanrı mı? Hayır, onlar Hak`tan sapan bir kavimdir.
أَمَّنْ جَعَلَ الْأَرْضَ قَرَارًا وَجَعَلَ خِلَالَهَا أَنْهَارًا وَجَعَلَ لَهَا رَوَاسِيَ وَجَعَلَ بَيْنَ الْبَحْرَيْنِ حَاجِزًا ۗ أَإِلَٰهٌ مَعَ اللَّهِ ۚ بَلْ أَكْثَرُهُمْ لَا يَعْلَمُونَ
61-) Emmen ce`alel Arda karâren ve ce`ale hılaleha enharen ve ce`ale leha revasiye ve ce`ale beynel bahreyni haciza* eilâhun meAllâh* bel ekseruhüm lâ ya`lemun;

61-) Yoksa arzı (bedeni) bir karargâh kılan, aralarında nehirler (lenf kan damarları) oluşturan, onun için onda sâbit dağlar (organlar) meydana getiren ve iki deniz (bilinç – beden) arasında engel kılan mı (hayırlı)? Allâh ile beraber tanrı mı? Hayır, onların çoğunluğu anlamıyorlar.

أَمَّنْ يُجِيبُ الْمُضْطَرَّ إِذَا دَعَاهُ وَيَكْشِفُ السُّوءَ وَيَجْعَلُكُمْ خُلَفَاءَ الْأَرْضِ ۗ أَإِلَٰهٌ مَعَ اللَّهِ ۚ قَلِيلًا مَا تَذَكَّرُونَ
62-) Emmen yüciybül mudtarra (muzdarre) izâ deahü ve yekşifüssue ve yec`alüküm hulefael`Ard* eilâhun meAllâh* kaliylen ma tezekkerun;
62-) Yoksa darda kalıp O`na dua ettiğinde icabet eden, sıkıntısından kurtaran ve sizi arzın halifeleri kılan mı? Allâh`la beraber edinilen tanrı mı? Bunları ne kadar az anıp düşünüyorsunuz?
أَمَّنْ يَهْدِيكُمْ فِي ظُلُمَاتِ الْبَرِّ وَالْبَحْرِ وَمَنْ يُرْسِلُ الرِّيَاحَ بُشْرًا بَيْنَ يَدَيْ رَحْمَتِهِ ۗ أَإِلَٰهٌ مَعَ اللَّهِ ۚ تَعَالَى اللَّهُ عَمَّا يُشْرِكُونَ
63-) Emmen yehdiyküm fiy zulümatil berri vel bahri ve men yursilürriyâha büşran beyne yedey rahmetiHİ, eilâhun meAllâh* teâlAllâhu amma yüşrikûn;

63-) Yoksa karanın (madde boyutuna ait) ve denizin (ilim – fikir boyutuna ait) karanlıkları içinde size hidâyet eden (hakikatin yolunu gösteren) ve Rahmetinin önünde müjdeciler olarak rüzgârları (Rasûlleri) irsâl eden mi? Allâh yanı sıra tanrı mı? Allâh, onların ortak koştuklarından Yüce`dir.

أَمَّنْ يَبْدَأُ الْخَلْقَ ثُمَّ يُعِيدُهُ وَمَنْ يَرْزُقُكُمْ مِنَ السَّمَاءِ وَالْأَرْضِ ۗ أَإِلَٰهٌ مَعَ اللَّهِ ۚ قُلْ هَاتُوا بُرْهَانَكُمْ إِنْ كُنْتُمْ صَادِقِينَ
64-) Emmen yebdeül halka sümme yu`ıydühu ve men yerzükuküm minesSemai vel Ard* eilâhun meAllâh* kul hatu burhaneküm in küntüm sadikıyn;
64-) Yoksa yaradılmışları ibda edip (açığa çıkarıp) sonra onu (ilk hâline – hakikatine) iade eden; sizi semâdan ve arzdan yaşam gıdasıyla besleyen mi? Allâh yanı sıra tanrı mı? De ki: “Hadi getirin kesin kanıtınızı, eğer doğru söyleyenler iseniz?”
قُلْ لَا يَعْلَمُ مَنْ فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ الْغَيْبَ إِلَّا اللَّهُ ۚ وَمَا يَشْعُرُونَ أَيَّانَ يُبْعَثُونَ
65-) Kul lâ ya`lemu men fiysSemavati vel Ardıl ğaybe illAllâh* ve ma yeş`urune eyyane yüb`asûn;
65-) De ki: “Semâlarda ve arzda gaybı Allâh`tan başka kimse bilmez… Ne zaman bâ`s olunacaklarına da şuurları yoktur!”
بَلِ ادَّارَكَ عِلْمُهُمْ فِي الْآخِرَةِ ۚ بَلْ هُمْ فِي شَكٍّ مِنْهَا ۖ بَلْ هُمْ مِنْهَا عَمُونَ
66-) Belid dareke ılmuhüm fiyl ahireti, bel hüm fiy şekkin minha* bel hüm minha amun;
66-) Hâlbuki sonsuz gelecek yaşam hakkında onların bilgileri birikmiştir. Hayır, onlar ondan kuşku içindeler… Hayır, onlar ondan kördürler!
وَقَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا أَإِذَا كُنَّا تُرَابًا وَآبَاؤُنَا أَئِنَّا لَمُخْرَجُونَ
67-) Ve kalelleziyne keferu eizâ künna türaben ve abaüna einna lemuhrecun;
67-) Hakikat bilgisini inkâr edenler dediler ki: “Biz ve atalarımız toprak olduğumuzda, gerçekten çıkarılacak mıyız?”
لَقَدْ وُعِدْنَا هَٰذَا نَحْنُ وَآبَاؤُنَا مِنْ قَبْلُ إِنْ هَٰذَا إِلَّا أَسَاطِيرُ الْأَوَّلِينَ
68-) Lekad vu`ıdna hazâ nahnu ve abaüna min kablü in hazâ illâ esatıyrul evveliyn;

68-) “Andolsun ki biz de önceki atalarımız da bununla tehdit edildik! Bu eskilerin masallarından başka bir şey değil.”

قُلْ سِيرُوا فِي الْأَرْضِ فَانْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُجْرِمِينَ
69-) Kul siyru fiyl Ardı fenzuru keyfe kâne akıbetül mücrimiyn;
69-) De ki: “Arzda seyredin de, suçluların sonu nasıl oldu, bir bakın.”
وَلَا تَحْزَنْ عَلَيْهِمْ وَلَا تَكُنْ فِي ضَيْقٍ مِمَّا يَمْكُرُونَ
70-) Ve lâ tahzen aleyhim ve lâ tekün fiy daykın mimma yemkürun;
70-) Onlar üzerine mahzun olma… Kurmakta oldukları hilelerinden sıkıntı da duyma!
وَيَقُولُونَ مَتَىٰ هَٰذَا الْوَعْدُ إِنْ كُنْتُمْ صَادِقِينَ
71-) Ve yekulune meta hazel va`dü in küntüm sadikıyn;
71-) “Eğer doğru söylüyorsanız, bu tehdidiniz ne zaman?” derler.
قُلْ عَسَىٰ أَنْ يَكُونَ رَدِفَ لَكُمْ بَعْضُ الَّذِي تَسْتَعْجِلُونَ
72-) Kul asâ en yekûne radife leküm ba`dulleziy testa`cilun;

72-) De ki: “Acele istediğinizin bir kısmı belki de sizin arkanıza takılmıştır!”

وَإِنَّ رَبَّكَ لَذُو فَضْلٍ عَلَى النَّاسِ وَلَٰكِنَّ أَكْثَرَهُمْ لَا يَشْكُرُونَ
73-) Ve inne Rabbeke lezû fadlin alenNasi ve lâkinne ekserehüm lâ yeşkürun;
73-) Muhakkak ki senin Rabbin insanlara lütuf sahibidir… Fakat onların ekseriyeti şükretmezler.
وَإِنَّ رَبَّكَ لَيَعْلَمُ مَا تُكِنُّ صُدُورُهُمْ وَمَا يُعْلِنُونَ
74-) Ve inne Rabbeke leya`lemu ma tükinnü suduruhüm ve ma yu`linun;
74-) Muhakkak ki senin Rabbin onların içlerinde sakladığını da, açığa vurduklarını da bilir.
وَمَا مِنْ غَائِبَةٍ فِي السَّمَاءِ وَالْأَرْضِ إِلَّا فِي كِتَابٍ مُبِينٍ
75-) Ve ma min ğaibetin fiys Semai vel Ardı illâ fiy Kitabin mubiyn;
75-) Semâda ve arzda, hiçbir gayb yoktur ki mubiyn kitapta (kâinat kitabında – varlıkta apaçık ortada) olmasın! (Gayb oluşu algılayana GÖREdir! Allâh dilerse istediğine, gayb hükmünden çıkartır.)
إِنَّ هَٰذَا الْقُرْآنَ يَقُصُّ عَلَىٰ بَنِي إِسْرَائِيلَ أَكْثَرَ الَّذِي هُمْ فِيهِ يَخْتَلِفُونَ
76-) İnne hazel Kur`âne yekussu alâ beniy israiyle ekserelleziy hüm fiyhi yahtelifun;
76-) Muhakkak ki şu Kur`ân, İsrailoğullarına, hakkında ayrılığa düştükleri şeyin çoğunluğunu hikâye edip açıklıyor.
وَإِنَّهُ لَهُدًى وَرَحْمَةٌ لِلْمُؤْمِنِينَ
77-) Ve innehu lehüden ve rahmetün lil mu`miniyn;
77-) Muhakkak ki O (Kur`ân), iman edenler için hakikate erdirici ve rahmettir.
إِنَّ رَبَّكَ يَقْضِي بَيْنَهُمْ بِحُكْمِهِ ۚ وَهُوَ الْعَزِيزُ الْعَلِيمُ
78-) İnne Rabbeke yakdıy beynehüm Bi hükmiHİ, ve “HU”vel Aziyzül Aliym;
78-) Muhakkak ki senin Rabbin aralarındaki hükmünü açığa çıkartır onlarda… “HÛ”; Aziyz`dir, Aliym`dir.
فَتَوَكَّلْ عَلَى اللَّهِ ۖ إِنَّكَ عَلَى الْحَقِّ الْمُبِينِ
79-) Fetevekkel alAllâh* inneke alel Hakkıl mubiyn;
79-) O hâlde Allâh`a tevekkül et! Muhakkak ki sen apaçık hakikat üzeresin.
إِنَّكَ لَا تُسْمِعُ الْمَوْتَىٰ وَلَا تُسْمِعُ الصُّمَّ الدُّعَاءَ إِذَا وَلَّوْا مُدْبِرِينَ
80-) İnneke lâ tüsmi`ul mevta ve lâ tüsmi`us summed duae izâ vellev müdbiriyn;

80-) Muhakkak ki sen ölülere (şuursuzca yaşayanlara) işittiremezsin; (Hakk`a) arkalarını dönüp gittiklerinde, sağırlara da işittiremezsin!

وَمَا أَنْتَ بِهَادِي الْعُمْيِ عَنْ ضَلَالَتِهِمْ ۖ إِنْ تُسْمِعُ إِلَّا مَنْ يُؤْمِنُ بِآيَاتِنَا فَهُمْ مُسْلِمُونَ
81-) Ve ma ente Bi hadil `umyi `an dalaletihim* in tüsmi`u illâ men yu`minu Bi âyâtiNA fehüm müslimun;

81-) Sen körlere doğru yolu gösteremezsin, saptıkları yanlış yoldan çıkarmak için! Sen sadece teslim olmuşlar olmaları dolayısıyla, varlıklarındaki işaretlerimize iman eden kimselere işittirirsin.

۞ وَإِذَا وَقَعَ الْقَوْلُ عَلَيْهِمْ أَخْرَجْنَا لَهُمْ دَابَّةً مِنَ الْأَرْضِ تُكَلِّمُهُمْ أَنَّ النَّاسَ كَانُوا بِآيَاتِنَا لَا يُوقِنُونَ
82-) Ve izâ veka`al kavlü aleyhim ahrecna lehüm dabbeten minel Ardı tükellimühüm ennen Nase kânu Bi âyâtiNA lâ yukınun;
82-) O hüküm (kıyametleri veya genel kıyamet öncesi) onlara eriştiğinde, onlar için Dabbet-ül Arz`dan (arzın {beden} bir tür konuşanı – bedenden ayrılık saati olan ölümün tadılma sürecinde) çıkarırız ki; onlara, insanların varlıklarındaki işaretlerimize (hakikatlerine) ikân sahibi olmadıklarını söyler!
وَيَوْمَ نَحْشُرُ مِنْ كُلِّ أُمَّةٍ فَوْجًا مِمَّنْ يُكَذِّبُ بِآيَاتِنَا فَهُمْ يُوزَعُونَ
83-) Ve yevme nahşüru min külli ümmetin fevcen mimmen yükezzibü Bi âyâtina fehüm yuze`un;

83-) O süreç ki, her ümmetten işaretlerimizi yalanlayanları gruplar hâlinde toplarız… Onlar hep beraber sevk olunurlar.

حَتَّىٰ إِذَا جَاءُوا قَالَ أَكَذَّبْتُمْ بِآيَاتِي وَلَمْ تُحِيطُوا بِهَا عِلْمًا أَمَّاذَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ
84-) Hatta izâ cau kale ekezzebtüm Bi âyâtiy ve lem tuhıytu Biha `ılmen emma zâ küntüm ta`melun;
84-) Nihayet geldiklerinde (Allâh) dedi ki: “İlminizin kapsamı dışında olduğu hâlde işaretlerimi yalanlamaya kalktınız? Neydi bu yaptığınız?”
وَوَقَعَ الْقَوْلُ عَلَيْهِمْ بِمَا ظَلَمُوا فَهُمْ لَا يَنْطِقُونَ
85-) Ve veka`al kavlü aleyhim Bima zalemu fehüm lâ yentıkun;

85-) (Nefslerine) zulmetmeleri dolayısıyla o hüküm onlara erişti! Artık onlar konuşamazlar!

أَلَمْ يَرَوْا أَنَّا جَعَلْنَا اللَّيْلَ لِيَسْكُنُوا فِيهِ وَالنَّهَارَ مُبْصِرًا ۚ إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَآيَاتٍ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ
86-) Elem yerav enna ce`alnelleyle liyeskünu fiyhi vennehare mubsıra* inne fiy zâlike leâyâtin likavmin yu`minun;

86-) Görmediler mi ki, biz geceyi onda sükûn bulsunlar diye ve gündüzü de görülesi kıldık… Muhakkak ki bu olayda iman eden bir toplum için elbette işaretler vardır.

وَيَوْمَ يُنْفَخُ فِي الصُّورِ فَفَزِعَ مَنْ فِي السَّمَاوَاتِ وَمَنْ فِي الْأَرْضِ إِلَّا مَنْ شَاءَ اللَّهُ ۚ وَكُلٌّ أَتَوْهُ دَاخِرِينَ
87-) Ve yevme yünfehu fiys Suri fefezi`a men fiys Semavati ve men fiyl Ardı illâ men şaAllâh* ve küllün etevhü dahıriyn;

87-) O süreçte, Sur`da nefholunduğunda (bedenden nefholduğunda – ruhun bedene nefholması diye anlatılanın tersinin oluşması, yani ölümün tadılması; ya da mahşerde kişilerin kabirlerinden dışarıya nefholması), Allâh`ın diledikleri müstesna, semâlarda (bilinç boyutunda kendini bulmuş olan) kim var ve arzda (bedensel yaşamda) kim var ise dehşetle korkar! Hepsi boyun bükmüş olarak O`na gelirler.

وَتَرَى الْجِبَالَ تَحْسَبُهَا جَامِدَةً وَهِيَ تَمُرُّ مَرَّ السَّحَابِ ۚ صُنْعَ اللَّهِ الَّذِي أَتْقَنَ كُلَّ شَيْءٍ ۚ إِنَّهُ خَبِيرٌ بِمَا تَفْعَلُونَ
88-) Ve teral cibale tahsebüha camideten ve hiye temürru merres sehab* sun`Allâhilleziy etkane külle şey`* inneHU Habiyrun Bima tef`alun;
88-) Dağları (bedenindeki organları) görür de, onları sâbit – değişmez sanırsın; onlar bulutların (fikirlerin) geçip gittiği gibi, geçip gider (çeşitli anlayışlara dönüştüğü) hâlde… (Bu nefh-i sur ve o sürece mahsus oluşlar) Allâh`ın sanatıdır ki, her şeyi yaşanası değişmez gerçeklik yapmıştır… Muhakkak ki O, yaptıklarınızı (onların yaratanı) Habiyr`dir.
مَنْ جَاءَ بِالْحَسَنَةِ فَلَهُ خَيْرٌ مِنْهَا وَهُمْ مِنْ فَزَعٍ يَوْمَئِذٍ آمِنُونَ
89-) Men cae Bil haseneti felehu hayrun minha* ve hüm min feze`ın yevmeizin aminun;
89-) Kim güzel vasıflarıyla geldi ise, onun için ondan daha hayırlısı vardır… Onlar o süreçte korkulası şeylerden güvendedirler.
وَمَنْ جَاءَ بِالسَّيِّئَةِ فَكُبَّتْ وُجُوهُهُمْ فِي النَّارِ هَلْ تُجْزَوْنَ إِلَّا مَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ
90-) Ve men cae Bisseyyieti fekübbet vucuhühüm fiynnar* hel tüczevne illâ ma küntüm ta`melun;

90-) Kim de kötülüğüyle geldiyse, onların yüzleri de ateşte tersine çevrilmiştir… “Sadece yaptıklarınızın sonucunu yaşarsınız!”…

إِنَّمَا أُمِرْتُ أَنْ أَعْبُدَ رَبَّ هَٰذِهِ الْبَلْدَةِ الَّذِي حَرَّمَهَا وَلَهُ كُلُّ شَيْءٍ ۖ وَأُمِرْتُ أَنْ أَكُونَ مِنَ الْمُسْلِمِينَ
91-) İnnema ümirtü en a`bude Rabbe hazihil beldetilleziy harrameha ve leHU küllü şey`* ve ümirtü en ekûne minel müslimiyn;
91-) “Ben yalnızca şu beldenin Rabbine kulluk yapmakla emrolundum… Ki O (beldenin Rabbi) onu saygıdeğer kılmıştır ve her şey O`nun içindir! Ben teslim olmuşlardan (olduğumun farkındalığını yaşamakla) hükmolundum!”
وَأَنْ أَتْلُوَ الْقُرْآنَ ۖ فَمَنِ اهْتَدَىٰ فَإِنَّمَا يَهْتَدِي لِنَفْسِهِ ۖ وَمَنْ ضَلَّ فَقُلْ إِنَّمَا أَنَا مِنَ الْمُنْذِرِينَ ﴿
92-) Ve en etlüvel Kur`ân* femenihteda feinnema yehtediy linefsih* ve men dalle fekul innema ene minel münziriyn;
92-) “Kurân`ı bildirmekle de!”… Artık kim hakikati kabul ederse, nefsinde hakikati yaşamak için bu yolda yürümüş olur… Kim de saparsa, de ki: “Ben yalnızca uyarıcılardanım!”
وَقُلِ الْحَمْدُ لِلَّهِ سَيُرِيكُمْ آيَاتِهِ فَتَعْرِفُونَهَا ۚ وَمَا رَبُّكَ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ
93-) Ve kulil Hamdü Lillâhi seyüriyküm âyâtiHİ feta`rifuneha* ve ma Rabbüke Bi ğafilin `amma ta`melun;
93-) De ki: “El Hamdu Lillâh! O size işaretlerini gösterecek, siz de onları tanıyacaksınız!” Rabbin yaptıklarından bîhaber değildir.”
28- KASAS SÛRESİ القصص Aynı anda dinleyip takip edebilirsinizTIKLA
سْمِ اللَّهِ الرَّحْمَٰنِ الرَّحِيمِ
BismillahirRahmânirRahiym
طسم
1-) Taa Siiiyn Miiiym;

1-) Ta, Siin, Miiim.

تِلْكَ آيَاتُ الْكِتَابِ الْمُبِينِ
2-) Tilke ayatul Kitabil mubiyn;

2-) İşte bunlar O Kitab-ı Mubiyn`in (apaçık ortada olan Evrenin {KİTAP} sistem ve düzeninin) işaretleridir.

نَتْلُو عَلَيْكَ مِنْ نَبَإِ مُوسَىٰ وَفِرْعَوْنَ بِالْحَقِّ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ
3-) Netlu aleyke min nebei Musa ve fir`avne Bil Hakkı li kavmin yu`minun;

3-) İman eden bir kavim için, Musa ve Firavun`un haberinden bir kısmını sana Hak olarak tilavet edeceğiz.

إِنَّ فِرْعَوْنَ عَلَا فِي الْأَرْضِ وَجَعَلَ أَهْلَهَا شِيَعًا يَسْتَضْعِفُ طَائِفَةً مِنْهُمْ يُذَبِّحُ أَبْنَاءَهُمْ وَيَسْتَحْيِي نِسَاءَهُمْ ۚ إِنَّهُ كَانَ مِنَ الْمُفْسِدِينَ
4-) İnne fir`avne alâ fiyl Ardı ve ce`ale ehleha şiye`an yestad`ıfü taifeten minhüm yüzebbihu ebnaehüm ve yestahyiy nisaehüm* innehu kâne minel müfsidiyn;
4-) Muhakkak ki Firavun o bölgede üstünlük kurmuş ve oranın halkını çeşitli sınıflara bölmüştü. Onlardan bir sınıfı aciz bırakıp aşağılamak için, onların oğullarını boğazlıyor ve kadınlarını diri bırakıyordu… Muhakkak ki o, bozgunculardandı.
وَنُرِيدُ أَنْ نَمُنَّ عَلَى الَّذِينَ اسْتُضْعِفُوا فِي الْأَرْضِ وَنَجْعَلَهُمْ أَئِمَّةً وَنَجْعَلَهُمُ الْوَارِثِينَ
5-) Ve nüriydü en nemünne alelleziynestud`ıfu fiyl Ardı ve nec`alehüm eimmeten ve nec`alehümül varisiyn;
5-) Biz de diledik ki, o bölgedeki âciz bırakılıp aşağılananlara lütufta bulunalım, onları önderler yapalım ve kendilerini vârisler kılalım.
وَنُمَكِّنَ لَهُمْ فِي الْأَرْضِ وَنُرِيَ فِرْعَوْنَ وَهَامَانَ وَجُنُودَهُمَا مِنْهُمْ مَا كَانُوا يَحْذَرُونَ
6-) Ve nümekkine lehüm fiyl Ardı ve nüriye fir`avne ve hamane ve cünudehüma minhüm ma kânu yahzerun;

6-) Onları o bölgede güvenli kılalım; Firavun`u, Haman`ı (başrahibi) ve o ikisinin ordularını korktuklarına uğratalım!

وَأَوْحَيْنَا إِلَىٰ أُمِّ مُوسَىٰ أَنْ أَرْضِعِيهِ ۖ فَإِذَا خِفْتِ عَلَيْهِ فَأَلْقِيهِ فِي الْيَمِّ وَلَا تَخَافِي وَلَا تَحْزَنِي ۖ إِنَّا رَادُّوهُ إِلَيْكِ وَجَاعِلُوهُ مِنَ الْمُرْسَلِينَ
7-) Ve evhaynâ ila ümmi Musa en ardı`îh* feizâ hıfti aleyhi feelkıyhi fiylyemmi ve lâ tehafiy ve lâ tahzeniy* inna radduhu ileyki ve ca`ıluhu minel murseliyn;

7-) Musa`nın anasına şöyle vahyettik: “Onu emzir… Onun hakkında korktuğunda da Onu nehre (Nil`e) bırak… Korkma, mahzun olma! Muhakkak ki biz Onu sana geri döndüreceğiz ve Onu Rasûllerden kılacağız.”
فَالْتَقَطَهُ آلُ فِرْعَوْنَ لِيَكُونَ لَهُمْ عَدُوًّا وَحَزَنًا ۗ إِنَّ فِرْعَوْنَ وَهَامَانَ وَجُنُودَهُمَا كَانُوا خَاطِئِينَ
8- ) Feltekatahu alü fir`avne li yekûne lehüm adüvven ve hazena* inne fir`avne ve hamane ve cünudehüma kânu hatıiyn;
8- ) Firavun`un ailesi Onu kaybolmuş çocuk olarak bulup aldı. Kendileri için düşman ve hüzün vesilesi olacağı için… Muhakkak ki Firavun, Haman ve o ikisinin orduları yanlış işler yapıyordu!
وَقَالَتِ امْرَأَتُ فِرْعَوْنَ قُرَّتُ عَيْنٍ لِي وَلَكَ ۖ لَا تَقْتُلُوهُ عَسَىٰ أَنْ يَنْفَعَنَا أَوْ نَتَّخِذَهُ وَلَدًا وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ
9-) Ve kaletimraetü fir`avne kurretü aynin liy ve lek* lâ taktüluh* asâ en yenfe`ana ev nettehızehu veleden ve hüm lâ yeş`urun;
9-) Firavun`un karısı dedi ki: “Benim için de senin için de göz aydınlığıdır (bu çocuk). Onu öldürmeyin! Umulur ki bize faydalı olur yahut Onu evlat ediniriz”… Onlar (işin) farkında değillerdi.
وَأَصْبَحَ فُؤَادُ أُمِّ مُوسَىٰ فَارِغًا ۖ إِنْ كَادَتْ لَتُبْدِي بِهِ لَوْلَا أَنْ رَبَطْنَا عَلَىٰ قَلْبِهَا لِتَكُونَ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ
10-) Ve asbeha fuadü ümmi Musa fariğa* in kâdet letübdiy Bihi lev lâ en rabatnâ alâ kalbiha litekûne minel mu`miniyn;
10-) Musa`nın anasının gönlü çocuğundan başka şey düşünmez oldu… İman edenlerden olması için eğer güven duygusu vermeseydik, az kalsın onu açıklayacaktı.
وَقَالَتْ لِأُخْتِهِ قُصِّيهِ ۖ فَبَصُرَتْ بِهِ عَنْ جُنُبٍ وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ
11-) Ve kalet liuhtihi kussıyh* febesuret Bihi an cünübin ve hüm lâ yeş`urun;
11-) (Musa`nın anası, Musa`nın) kız kardeşine dedi ki: “Onu izle”… (O da) onlar farkında olmaksızın, Onu uzaktan gözledi.