15. CÜZ 4. HİZİP


18-)KEHF SÛRESİ الكهفAynı anda DİNLEyip takip edebilirsinizTIKLA
سْمِ اللَّهِ الرَّحْمَٰنِ الرَّحِيمِ BismillahirRahmânirRahiym
وَاضْرِبْ لَهُمْ مَثَلًا رَجُلَيْنِ جَعَلْنَا لِأَحَدِهِمَا جَنَّتَيْنِ مِنْ أَعْنَابٍ وَحَفَفْنَاهُمَا بِنَخْلٍ وَجَعَلْنَا بَيْنَهُمَا زَرْعًا
32-) Vadrib lehüm meselen racüleyni ce`alna liehadihima cenneteyni min a`nabin ve hafefnahüma Bi nahlin ve ce`alna beynehüma zer`a;
32-) (Rasûlüm) onlara misal olarak şu iki adamı örnek ver: Onlardan birine üzümlerden iki bağ verdik, bu bağların etrafını hurma ağaçlarıyla halkaladık, aralarında da ekinler oluşturduk.
كِلْتَا الْجَنَّتَيْنِ آتَتْ أُكُلَهَا وَلَمْ تَظْلِمْ مِنْهُ شَيْئًا ۚ وَفَجَّرْنَا خِلَالَهُمَا نَهَرًا
33-) Kiltel cenneteyni atet üküleha ve lem tazlim minhu şey`en ve feccerna hılalehüma nehera;
33-) Bağların her ikisi de yemişlerini vermiş, ondan hiçbir şeyi noksan bırakmamış… İki bağın ortasından bir de nehir fışkırtmışız.
وَكَانَ لَهُ ثَمَرٌ فَقَالَ لِصَاحِبِهِ وَهُوَ يُحَاوِرُهُ أَنَا أَكْثَرُ مِنْكَ مَالًا وَأَعَزُّ نَفَرًا
34-) Ve kâne lehu semer* fekale li sahıbihi ve huve yuhaviruhu ene ekseru minke malen ve eazzü nefera;
34-) (Bu adamın) başka geliri de vardı… Bu nedenle arkadaşıyla (misaldeki diğer adamla) tartıştığı bir sırada ona şöyle dedi: “Ben malca senden daha zengin ve nüfus olarak da daha kalabalığım.”
وَدَخَلَ جَنَّتَهُ وَهُوَ ظَالِمٌ لِنَفْسِهِ قَالَ مَا أَظُنُّ أَنْ تَبِيدَ هَٰذِهِ أَبَدًا
35-) Ve dehale cennetehu ve huve zâlimün li nefsih* kale ma ezunnü en tebiyde hazihi ebeda;
35-) Böylece nefsine zulmederek bağına girdi… Şöyle dedi: “Ebediyen bu varlığımın yok olacağını zannetmiyorum.”
وَمَا أَظُنُّ السَّاعَةَ قَائِمَةً وَلَئِنْ رُدِدْتُ إِلَىٰ رَبِّي لَأَجِدَنَّ خَيْرًا مِنْهَا مُنْقَلَبًا
36-) Ve ma ezunnüs saate kaimeten ve lein rudidtü ila Rabbiy le ecidenne hayren minha münkaleba;
36-) “Kıyametin kopacağını da zannetmiyorum! Eğer Rabbime döndürülürsem, kesinlikle bundan daha hayırlı bir gelecek bulurum.”
قَالَ لَهُ صَاحِبُهُ وَهُوَ يُحَاوِرُهُ أَكَفَرْتَ بِالَّذِي خَلَقَكَ مِنْ تُرَابٍ ثُمَّ مِنْ نُطْفَةٍ ثُمَّ سَوَّاكَ رَجُلًا
37-) Kale lehu sahıbuhu ve huve yuhaviruhu ekeferte Billeziy halekake min türabin sümme min nutfetin sümme sevvake racüla;
37-) Konuştuğu arkadaşı ona dedi ki: “Hakikatini inkâr mı ediyorsun? Seni topraktan, sonra spermden yaratıp sonra da seni şuurlu insan kıldı!”
لَٰكِنَّا هُوَ اللَّهُ رَبِّي وَلَا أُشْرِكُ بِرَبِّي أَحَدًا
38-) Lakinne HUvAllâhu Rabbiy ve lâ üşrikü Bi Rabbiy ehadâ;
38-) “Bu yüzdendir ki, `HÛ`Allâh, Rabbim`dir! Rabbime (hakikatim olan El Esmâ`ya) hiçbir şeyi eş koşmam!”
وَلَوْلَا إِذْ دَخَلْتَ جَنَّتَكَ قُلْتَ مَا شَاءَ اللَّهُ لَا قُوَّةَ إِلَّا بِاللَّهِ ۚ إِنْ تَرَنِ أَنَا أَقَلَّ مِنْكَ مَالًا وَوَلَدًا
39-) Ve levla iz dehalte cenneteke kulte ma şaAllâhu lâ kuvvete illâ Billâh* in terani ene ekalle minke malen ve veleda;39-) “Keşke cennetine (bağına) girdiğinde `maşâAllâh {Allâh dilemesinin meydana getirdiğidir}; lâ kuvvete illâ Billâh {bende açığa çıktığı görülen} kuvvet sadece Allâh`a aittir`, deseydin… Gerçi sen beni, zenginlik ve evlatça kendinden düşük de görüyorsun.”
فَعَسَىٰ رَبِّي أَنْ يُؤْتِيَنِ خَيْرًا مِنْ جَنَّتِكَ وَيُرْسِلَ عَلَيْهَا حُسْبَانًا مِنَ السَّمَاءِ فَتُصْبِحَ صَعِيدًا زَلَقًا
40-) Fe `asa Rabbiy en yü`tiyeni hayren min cennetike ve yursile aleyha husbanen minesSemai fetusbiha sa`ıyden zeleka;40-) “Olabilir ki Rabbim, bana senin cennetinden (bağlarından) daha hayırlısını verir; senin bağına ise semâdan bir afet irsâl eder de, (bağın) kuru bir toprak hâline gelir.”
أَوْ يُصْبِحَ مَاؤُهَا غَوْرًا فَلَنْ تَسْتَطِيعَ لَهُ طَلَبًا
41-) Ev yusbiha mauha ğavren felen testetıy`a lehu taleba;
41-) “Yahut (bağının) suyu dibe çekilir de, bir daha onu bulamazsın.”
وَأُحِيطَ بِثَمَرِهِ فَأَصْبَحَ يُقَلِّبُ كَفَّيْهِ عَلَىٰ مَا أَنْفَقَ فِيهَا وَهِيَ خَاوِيَةٌ عَلَىٰ عُرُوشِهَا وَيَقُولُ يَا لَيْتَنِي لَمْ أُشْرِكْ بِرَبِّي أَحَدًا
42-) Ve uhıyta Bi semerihi feasbeha yukallibü keffeyhi alâ ma enfeka fiyha ve hiye haviyetün alâ uruşiha ve yekulü ya leyteniy lem üşrik Bi Rabbiy ehadâ;
42-) Derken onun serveti kuşatılıp yok edildi! Sonunda, çardakları üzerine yıkılıp kalmış bağına yaptığı harcamaları dolayısıyla, (hüsranla) ellerini ovuşturarak şöyle diyordu: “Keşke Rabbime (hiç) bir şeyi ortak koşmasaydım.”
وَلَمْ تَكُنْ لَهُ فِئَةٌ يَنْصُرُونَهُ مِنْ دُونِ اللَّهِ وَمَا كَانَ مُنْتَصِرًا
43-) Ve lem tekün lehu fietün yensurunehu min dûnillâhi ve ma kâne müntesıra;
43-) Allâh dûnunda ne bir yardımcısı vardı ne de kendi kendine yetecek gücü!
هُنَالِكَ الْوَلَايَةُ لِلَّهِ الْحَقِّ ۚ هُوَ خَيْرٌ ثَوَابًا وَخَيْرٌ عُقْبًا
44-) Hünalikel Velayetü Lillâhil Hakk* HUve hayrun sevaben ve hayrun ukba;
44-) İşte fark edileceği üzere, velâyet (El Veliyy isminin zuhuru) yalnızca, Hak olan Allâh`a aittir (velayet yaşamını yaşatan Allâh`tır)! O mükâfat verici olarak da hayırlıdır, sonucu yaşatıcı olarak da.
وَاضْرِبْ لَهُمْ مَثَلَ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا كَمَاءٍ أَنْزَلْنَاهُ مِنَ السَّمَاءِ فَاخْتَلَطَ بِهِ نَبَاتُ الْأَرْضِ فَأَصْبَحَ هَشِيمًا تَذْرُوهُ الرِّيَاحُ ۗ وَكَانَ اللَّهُ عَلَىٰ كُلِّ شَيْءٍ مُقْتَدِرًا
45-) Vadrib lehüm meselel hayatid dünya kemain enzelnahu mines Semai fahteleta Bihi nebatül` Ardı feasbeha heşiymen tezruhürriyah* ve kânAllâhu alâ külli şey`in muktedira;
45-) Onlara dünya hayatının MİSALİNİ ver… (Dünya hayatı) semâdan indirdiğimiz bir su gibidir ki, onunla arzın nebatı birbirine karıştı… Derken (o bitki) rüzgârın savurduğu çöp kırıntısı hâline geldi… Allâh her şeye Muktedir`dir.
الْمَالُ وَالْبَنُونَ زِينَةُ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا ۖ وَالْبَاقِيَاتُ الصَّالِحَاتُ خَيْرٌ عِنْدَ رَبِّكَ ثَوَابًا وَخَيْرٌ أَمَلًا
46-) El malu vel benune ziynetül hayatid dünya* vel bakıyatus salihatu hayrun `ınde Rabbike sevaben ve hayrun emela;
46-) Zenginlik – mal ve oğullar dünya hayatının süsüdür (fânidir – yok olucudur, geçicidir)! Bâkî kalacak olan imanın gereği yapılanlar ise; Rabbinin indînde mükâfat olarak da hayırlıdır, beklenti olarak da hayırlıdır.
وَيَوْمَ نُسَيِّرُ الْجِبَالَ وَتَرَى الْأَرْضَ بَارِزَةً وَحَشَرْنَاهُمْ فَلَمْ نُغَادِرْ مِنْهُمْ أَحَدًا
47-) Ve yevme nüseyyirul cibale ve teral`Arda barizeten ve haşernahüm felem nüğadir minhüm ehadâ;
47-) Dağları yürüttüğümüz gün (organları işlevsiz bıraktığımızda), arzı çırılçıplak görürsün! Onların hepsini bir araya toplamışızdır; öyle ki hiçbiri ihmal edilmez!
وَعُرِضُوا عَلَىٰ رَبِّكَ صَفًّا لَقَدْ جِئْتُمُونَا كَمَا خَلَقْنَاكُمْ أَوَّلَ مَرَّةٍ ۚ بَلْ زَعَمْتُمْ أَلَّنْ نَجْعَلَ لَكُمْ مَوْعِدًا
48-) Ve `uridu alâ Rabbike saffa* lekad ci`tümuna kema hâlâknaküm evvele merretin, bel zeamtüm ellen nec`ale leküm mev`ıda;48-) Saf saf Rablerine arz olunmuşlardır (inanç mertebelerine göre yer alırlar)! Andolsun ki, sizi ilk yarattığımız gibi (bilinç karışıklığından arınmış, saf şuurlar olarak) bize geldiniz… Belki siz, sizin için böyle bir aşamayı oluşturmayacağımızı sandınız!
وَوُضِعَ الْكِتَابُ فَتَرَى الْمُجْرِمِينَ مُشْفِقِينَ مِمَّا فِيهِ وَيَقُولُونَ يَا وَيْلَتَنَا مَالِ هَٰذَا الْكِتَابِ لَا يُغَادِرُ صَغِيرَةً وَلَا كَبِيرَةً إِلَّا أَحْصَاهَا ۚ وَوَجَدُوا مَا عَمِلُوا حَاضِرًا ۗ وَلَا يَظْلِمُ رَبُّكَ أَحَدًا
49-) Ve vudı`al Kitabu feteral mücrimiyne müşfikıyne mimma fiyhi ve yekulune ya veyletena mali hazel Kitâbi lâ yuğadiru sağıyraten ve lâ kebiyreten illâ ahsaha* ve vecedu ma amilu hadıra* ve lâ yazlimu Rabbüke ehadâ;
49-) Kitap (kişinin tüm yaşam bilgisi) ortaya konmuştur! Suçlu durumundakilerin hepsinin, o bilgilerden korkup ürpererek “Yandık şimdi! Bu nasıl `Kitap`mış (kaydedilmiş bilgi) ki, küçük – büyük demeden tüm düşünce ve yaptıklarımızı kaydetmiş!” dediklerini görürsün… Ne yapmışlarsa onu hazır bulmuşlardır! Rabbin kimseye zulmetmez.
وَإِذْ قُلْنَا لِلْمَلَائِكَةِ اسْجُدُوا لِآدَمَ فَسَجَدُوا إِلَّا إِبْلِيسَ كَانَ مِنَ الْجِنِّ فَفَسَقَ عَنْ أَمْرِ رَبِّهِ ۗ أَفَتَتَّخِذُونَهُ وَذُرِّيَّتَهُ أَوْلِيَاءَ مِنْ دُونِي وَهُمْ لَكُمْ عَدُوٌّ ۚ بِئْسَ لِلظَّالِمِينَ بَدَلًا
50-) Ve iz kulna lil Melaiketiscüdu liAdeme fesecedu illâ ibliys* kâne minel Cinni fefeseka an emri rabbih* efetettehızunehu ve züriyyetehu evliyâe min dunİY ve hüm leküm adüvv* bi`se liz zâlimiyne bedela;
50-) Hani biz meleklere “Secde edin Âdem`e” dedik de İblis hariç hepsi hemen secde ettiler! İblis CİNN (türünden)dendi; (bu nedenle) Rabbinin hükmüne (hakikat ilmi yoktu {Cin türünde hakikat ilmi ve kader sistemi bilgisi yoktur – RUH İNSAN CİN Kitabı. A.H.}) uymadı! O hâlde siz, beni bırakıp onu (iblis`i) ve neslini mi dostlar ediniyorsunuz? Hâlbuki onlar sizin düşmanınızdır! Zâlimler için ne kötü bir dost seçimi oldu!
۞مَا أَشْهَدْتُهُمْ خَلْقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَلَا خَلْقَ أَنْفُسِهِمْ وَمَا كُنْتُ مُتَّخِذَ الْمُضِلِّينَ عَضُدًا
51-) Ma eşhedtühüm halkas Semavati vel Ardı ve lâ halka enfüsihim* ve ma küntü müttehızel mudılliyne `aduda;
51-) Ben onları (cinleri) Semâlar ve arzın yaratılmasına da, kendi yaratılmalarına da şahit tutmadım! İnsanları saptıranlar hiçbir zaman bana hizmet vermez!
وَيَوْمَ يَقُولُ نَادُوا شُرَكَائِيَ الَّذِينَ زَعَمْتُمْ فَدَعَوْهُمْ فَلَمْ يَسْتَجِيبُوا لَهُمْ وَجَعَلْنَا بَيْنَهُمْ مَوْبِقًا
52-) Ve yevme yekulü nadu şürekâiyelleziyne zeamtüm fedeavhüm felem yesteciybu lehüm ve ce`alna beynehüm mevbika;52-) “Varsaydığınız ortaklarımı çağırın” diye seslenildiği süreçte, onları çağırırlar da, onlar kendilerine cevap vermezler… Biz onların aralarına aşılmaz bir engel koyduk.
وَرَأَى الْمُجْرِمُونَ النَّارَ فَظَنُّوا أَنَّهُمْ مُوَاقِعُوهَا وَلَمْ يَجِدُوا عَنْهَا مَصْرِفًا
53-) Ve rael mücrimunen nare fezannu ennehüm muvakı`ûha ve lem yecidu anha masrifa;
53-) Suçlular ateşi gördüler de, artık onun içine kesin düşeceklerini bildiler… Ateş dışında gidebilecekleri bir yol yoktu!

وَلَقَدْ صَرَّفْنَا فِي هَٰذَا الْقُرْآنِ لِلنَّاسِ مِنْ كُلِّ مَثَلٍ ۚ وَكَانَ الْإِنْسَانُ أَكْثَرَ شَيْءٍ جَدَلًا
54-) Ve lekad sarrefna fiy hazel Kur`âni linNasi min külli mesel* ve kânel İnsanu eksere şey`in cedela;
54-) Andolsun ki biz şu Kurân`da, insanlar için, gerçekleri her türlü misalle sayıp döktük! İnsan ise gerçekleri tartışmaya en düşkün olanıdır.
وَمَا مَنَعَ النَّاسَ أَنْ يُؤْمِنُوا إِذْ جَاءَهُمُ الْهُدَىٰ وَيَسْتَغْفِرُوا رَبَّهُمْ إِلَّا أَنْ تَأْتِيَهُمْ سُنَّةُ الْأَوَّلِينَ أَوْ يَأْتِيَهُمُ الْعَذَابُ قُبُلًا
55-) Ve ma mene`anNase en yu`minu iz caehümül hüda ve yestağfiru Rabbehüm illâ en te`tiyehüm sünnetül evveliyne ev ye`tiyehümül azâbü kubüla;
55-) Kendilerine hakikate giden yola kılavuzluk edecek olan (Rasûl) geldiği hâlde, insanları iman etmekten ve Rablerinden mağfiret istemekten alıkoyan engel; öncekilerin başına gelenlerin kendilerine de gelmesini veya azabın karşılarına dikilivermesini beklemekten başka ne olabilir ki!
وَمَا نُرْسِلُ الْمُرْسَلِينَ إِلَّا مُبَشِّرِينَ وَمُنْذِرِينَ ۚ وَيُجَادِلُ الَّذِينَ كَفَرُوا بِالْبَاطِلِ لِيُدْحِضُوا بِهِ الْحَقَّ ۖ وَاتَّخَذُوا آيَاتِي وَمَا أُنْذِرُوا هُزُوًا
56-) Ve ma nursilül murseliyne illâ mübeşşiriyne ve münziriyn* ve yücadilülleziyne keferu Bil bâtıli li yudhıdu Bihil Hakka vettehazû âyâtiy ve ma ünziru hüzüva;
56-) Biz Rasûlleri sadece müjdeleyici ve uyarıcılar olarak irsâl ederiz… Hakikat bilgisini inkâr edenler ise, asılsız, temelsiz fikirlerle Hakk`ı örtme mücadelesi veriyorlar! İşaretlerimi ve uyarıldıkları şeyleri eğlence edindiler (ciddiye alıp değerlendirmediler)!
وَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّنْ ذُكِّرَ بِآيَاتِ رَبِّهِ فَأَعْرَضَ عَنْهَا وَنَسِيَ مَا قَدَّمَتْ يَدَاهُ ۚ إِنَّا جَعَلْنَا عَلَىٰ قُلُوبِهِمْ أَكِنَّةً أَنْ يَفْقَهُوهُ وَفِي آذَانِهِمْ وَقْرًا ۖ وَإِنْ تَدْعُهُمْ إِلَى الْهُدَىٰ فَلَنْ يَهْتَدُوا إِذًا أَبَدًا
57-) Ve men azlemü mimmen zükkire Bi âyâti Rabbihi fea`reda anha ve nesiye ma kaddemet yedah* inna ce`alna alâ kulubihim ekinneten en yefkahuhu ve fiy azânihim vakra* ve in ted`uhüm ilel hüda felen yehtedu izen ebeda;
57-) Rabbinin delilleri (Rabbanî özellikleri) hatırlatıldığı hâlde, onlardan yüz çeviren; iki eli ile hazırlayıp önceden gönderdiği şeyleri unutandan daha zâlim kim olabilir? Gerçek ki, (inkârları dolayısıyla) hakikati fark edememeleri için, kozalarına hapsettik; kulaklarına da ağırlıklar koyduk! Onları Hakikate davet etsen de, bu hâldeyken ebediyen hidâyete eremezler!
وَرَبُّكَ الْغَفُورُ ذُو الرَّحْمَةِ ۖ لَوْ يُؤَاخِذُهُمْ بِمَا كَسَبُوا لَعَجَّلَ لَهُمُ الْعَذَابَ ۚ بَلْ لَهُمْ مَوْعِدٌ لَنْ يَجِدُوا مِنْ دُونِهِ مَوْئِلًا
58-) Ve Rabbükel Ğafûru ZürRahmeti, lev yuahızühüm Bi ma kesebu le `accele lehümül azâb* bel lehüm mev`ıdün len yecidu min dunihi mev`ila;
58-) Rabbin Ğafûr ve zür Rahmet`tir (Rahmet sahibi)! Eğer kazandıklarının sonuçlarını hemen yaşatmayı dilemiş olsaydı, elbette azabı (vefat ettirmeyi) çabuklaştırırdı! Ancak onlar için vadedilen bir zaman vardır ki, ona ulaşmamaları mümkün değildir.
وَتِلْكَ الْقُرَىٰ أَهْلَكْنَاهُمْ لَمَّا ظَلَمُوا وَجَعَلْنَا لِمَهْلِكِهِمْ مَوْعِدًا
59-) Ve tilkel kura ehleknahüm lemma zalemu ve ce`alna li mehlikihim mev`ıda;
59-) İşte sana, zulmettiklerinden dolayı yok ettiğimiz şehirler ki onların helâkı için de bir süreç tayin etmiştik.
وَإِذْ قَالَ مُوسَىٰ لِفَتَاهُ لَا أَبْرَحُ حَتَّىٰ أَبْلُغَ مَجْمَعَ الْبَحْرَيْنِ أَوْ أَمْضِيَ حُقُبًا
60-) Ve iz kale Musa li fetahu lâ ebrahu hatta eblüğa mecmeal bahreyni ev emdıye hukuba;
60-) Hani bir vakit Musa, hizmetindeki gence demişti ki: “Tâ iki denizin cem olduğu yere varıncaya kadar yoluma devam edeceğim; uzun yıllarıma mal olsa bile.”
فَلَمَّا بَلَغَا مَجْمَعَ بَيْنِهِمَا نَسِيَا حُوتَهُمَا فَاتَّخَذَ سَبِيلَهُ فِي الْبَحْرِ سَرَبًا
61-) Felemma beleğa mecmea beynihima nesiya hutehüma fettehaze sebiylehu fiyl bahri sereba;
61-) Vaktaki iki denizin arasının birleştiği yere vardılar, balıklarını unuttular… Bunun üzerine o (balık) da o denizde yolunu bulup gitmişti!
فَلَمَّا جَاوَزَا قَالَ لِفَتَاهُ آتِنَا غَدَاءَنَا لَقَدْ لَقِينَا مِنْ سَفَرِنَا هَٰذَا نَصَبًا
62-) Felemma caveza kale lifetahu atina ğadaena* lekad lekıyna min seferina hazâ nesabâ;
62-) (Buluşma yerlerini) geçip gittiklerinden az sonra Musa hizmetlisine: “Öğle yemeğini çıkar bakalım; gerçekten bu yolculuk bizi yordu… “
قَالَ أَرَأَيْتَ إِذْ أَوَيْنَا إِلَى الصَّخْرَةِ فَإِنِّي نَسِيتُ الْحُوتَ وَمَا أَنْسَانِيهُ إِلَّا الشَّيْطَانُ أَنْ أَذْكُرَهُ ۚ وَاتَّخَذَ سَبِيلَهُ فِي الْبَحْرِ عَجَبًا
63-) Kale eraeyte iz eveyna ilesSahreti feinniy nesiytül hut* ve ma ensaniyhu illeşşeytanu en ezküreh* vettehaze sebiylehu fiylbahri `aceba;
63-) (Musa`nın hizmetlisi): “Gördün mü?” dedi, “Kayanın yanındayken o balığı unuttum ben… Onu sana hatırlatmamı şeytan unutturdu! O (balık) acayip bir şekilde (canlanıp) denize daldı gitti!”
قَالَ ذَٰلِكَ مَا كُنَّا نَبْغِ ۚ فَارْتَدَّا عَلَىٰ آثَارِهِمَا قَصَصًا
64-) Kale zâlike ma künna nebğ* fertedda alâ asârihima kasasâ;
64-) (Musa) dedi: “İşte aradığımız o ya!”… Böylece izlerinin üzerine, geri döndüler.
فَوَجَدَا عَبْدًا مِنْ عِبَادِنَا آتَيْنَاهُ رَحْمَةً مِنْ عِنْدِنَا وَعَلَّمْنَاهُ مِنْ لَدُنَّا عِلْمًا
65-) Feveceda `abden min `ıbadiNA âteynâhu rahmeten min `ındiNÂ ve `allemnâhu min ledünNÂ `ılmâ;
65-) Derken kullarımızdan bir kul buldular ki, biz Ona indîmizden (Hakikatini yaşatan) bir rahmet vermiş ve yine Onda ledünnümüzden (Tecelli-i sıfat olarak tahakkuk etme {mardiye} şuuru) ilim açığa çıkarmıştık.
قَالَ لَهُ مُوسَىٰ هَلْ أَتَّبِعُكَ عَلَىٰ أَنْ تُعَلِّمَنِ مِمَّا عُلِّمْتَ رُشْدًا
66-) Kale lehu Musa hel ettebiuke alâ en tuallimeni mimma ullimte rüşda;
66-) Musa Ona dedi: “Sende açığa çıkarılan ilimden bana öğretmen için, sana tâbi olmak isterim!”
قَالَ إِنَّكَ لَنْ تَسْتَطِيعَ مَعِيَ صَبْرًا
67-) Kale inneke len testetıy`a me`ıye sabrâ;
67-) (Hızır a.s.) dedi ki: “Sen benimle beraberliğe kesinlikle dayanamazsın (senin varoluş programın ve işlevin zâhire, göz boyutuna dönük; bâtın/gayb boyutuna ait hükümleri, işlevinin gereği bakışla hazmedemezsin)!”
وَكَيْفَ تَصْبِرُ عَلَىٰ مَا لَمْ تُحِطْ بِهِ خُبْرًا
68-) Ve keyfe tasbiru alâ ma lem tuhıt Bihi hubra;
68-) “Hakikatinden haberin olmayan bir olayı gördüğünde, nasıl dayanabilirsin ki!”
قَالَ سَتَجِدُنِي إِنْ شَاءَ اللَّهُ صَابِرًا وَلَا أَعْصِي لَكَ أَمْرًا
69-) Kale setecidüniy inşaAllâhu sabiren ve lâ a`sıy leke emra;
69-) (Musa) dedi: “İnşâAllâh beni sabreder bulacaksın; herhangi bir işinde sana itiraz etmem.”
قَالَ فَإِنِ اتَّبَعْتَنِي فَلَا تَسْأَلْنِي عَنْ شَيْءٍ حَتَّىٰ أُحْدِثَ لَكَ مِنْهُ ذِكْرًا
70-) Kale fe initteba`teniy fela tes`elniy an şey`in hatta uhdise leke minhu zikra;
70-) (Hızır) dedi: “Eğer bana tâbi olacaksan, bana hiçbir şeyden (niye bunu yaptın diye) soru sormayacaksın; tâ ki ben sana o işin hakikatine dair söz açıncaya kadar!”
فَانْطَلَقَا حَتَّىٰ إِذَا رَكِبَا فِي السَّفِينَةِ خَرَقَهَا ۖ قَالَ أَخَرَقْتَهَا لِتُغْرِقَ أَهْلَهَا لَقَدْ جِئْتَ شَيْئًا إِمْرًا
71-) Fentalekâ* hatta izâ rekiba fiys sefiyneti harekahâ* kale eharakteha litüğrika ehleha* lekad ci`te şey`en imra;
71-) Bunun üzerine ikisi (Musa ve Hızır) birlikte yola koyulup gittiler… Nihayet bir tekneye bindiklerinde, (Hızır) teknede yara açtı. (Musa) dedi: “Onun yolcuları boğulsun diye mi yara açtın teknede? Yemin olsun çok müthiş bir şey yaptın!”
قَالَ أَلَمْ أَقُلْ إِنَّكَ لَنْ تَسْتَطِيعَ مَعِيَ صَبْرًا
72-) Kale elem ekul inneke len testatıy`a meıye sabrâ;
72-) (Hızır) dedi: “Sen benimle beraberliğe katlanamazsın, demedim mi?”
قَالَ لَا تُؤَاخِذْنِي بِمَا نَسِيتُ وَلَا تُرْهِقْنِي مِنْ أَمْرِي عُسْرًا
73-) Kale lâ tuahızniy Bima nesiytü ve lâ turhıkniy min emriy `usra;
73-) (Musa) dedi: “(Sözümü) unutmamdan dolayı beni paylama; işimde bana zorluk çıkarma.”